Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri


BEYAZ

AZİZ SAYDUT

Sen bir fazla, ben bir eksik olacağım…

Öyle görünüyor, bu bahar mevsiminde

Hazan çiçekleri kokuyor…

Gizli bahçelerde, solmalar…

Beyaz, beyazlar içinde kara lekeler

Damla damla, gözaşıları temizleyecek

Beyaz

Beyaz, beyazda solacak…

Sarı, kendinde göç edecek…

Sen bir fazla, ben bir eksik olacağım…

Beyaz, beyazda göç edecek

Yürek yangını kalacak, zamanın ayrıntısında

Kelimeler, sözcükler

Söylenmeyen sözler

Kapı arkasında bekleyenler oldukça…

Sen bir fazla, ben bir eksik olacağım…

Beyaz

Gökkuşağı, başka rengini gösterecek

Bir fular düşecek yere

Üzerine basılan, kimsenin almadığı

Sen bir fazla, ben bir eksik olacağım…

Beyaz

Yitik kayıpların kıyısında vurgunlar

Yağmayı bekleyen yağmurlar

İçinde saklı isyanlar

Kendinde boğulacak

Sen bir fazla, ben bir eksik olacağım…

BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY

HARUN BERGE

Doğu’da Edremit sahilinde güne uyanmak

Sabah serinliğinde

Van gölünden esen havayı solumak

Ruh gençleşiyor;

Sessiz öten martılara selâm durup

Kulak kabartmak.

Güneşin doğuşuyla yürüyen büyülü bir kadın

Bir kadın mı, bir peri mi yoksa bir Melek mi?

Uzun boylu, genç görünse de

Topuklarına sağlam basıyor

Ayaklarının altından süzülen ışıklar

Tozlu topraklar üzerinde dans ediyor

Güneşle yürüyor,

Heybetle, ela gözleriyle

Işıklı yüzüyle önümden geçiyor.

Edremit’in bağrında yürümek bir de

En doğalından, taşlı, topraklı yollarda

Havasını içine çekmek

 Yeni uyanmış kuş seslerini

Gözlerini dikip sodalı gölün şifalı örtüsüne

Koşuşturma başladı bile güneş yarı uyku da

Kahvaltı sofraları yere serili

Otlu peynir olmazsa olmazı

Süphan Dağı, artos dağı görünürde

Ak damar adası ufukta

Urartu’nun göz bebeği Van gölü

Gökyüzüyle birleşiyor.

Ve

Doğu’da güneşten önce uyanan analar muhabbete başlamış bile

“Oğlan, kızı kaçırmış

Konu komşunun dilinde berdelin altını

Aile şerefi sizlere ömür

Yaşanmış da yaşanmamış ömürler

Yeminler edilmiş, oğlanı vuracaklar

Olacak iş mi şimdi bu”

Edremit’te soyunup, yarı çıplak gezerken

Güneş henüz yakamıyor saatindeyken süt beyazı tenleri

Yürek işçisi olarak yaralı bir kuş gibi izlerken tabiat anayı,

Otlu penir mi sürsem, Van’ın özüne

Ekmek parası peşinde iki yüzlülük

Taşı toprağı altın Van

Taşı bol, topraklar parsel, altını görene aşk olsun

Altını bulmak şöyle dursun

Hapsolduk kaldık kibrit kutusundan bozma

Kişiliksiz, duygusuz duvarlar arasında.

Sofra hazır mı? Kulağımda nağmeler

Ekmek peynir ile doyuyorduk

Kim bıraktı soframıza kaşarı,

Olmazsa da olurdu burgeri

Üç kuruşluk maaşla geçinilir mi?

Öyle deme başkasının hayalidir  üç kuruş

Oğul büyüyor, daha şimdiden gözlerimin içine bakıyor.

Ekonomi bazen her şeydir

Ev, araba, toprak, okul, düğün, aile- geniş aile,

Bıyıkları terlemiş evlenecek kardeşim.

Ev kuracak kızcağız, “ev yıkan seti” istemiş.

Kalbin geniş olsun

Büyükşehir’in büyüktür derdi.

Hele ki Van’ın,

Suyu mu çıktı diyorsun. 

İnsanlığın özünü seveyim

Memleketimin gözünü seveyim

Hadi dön kolaysa geri...

DİL KIYISI

YAŞAR ADIYAMAN

İçinde ağladı çocuk

öyle büyümüştü ki içinden

aynalar bile tanımıyordu onu

döndü yele karşı

sele verdi ellerini

ele verdi gözlerini

durdu, durdukça doldu

sonra vurdu kendini

soğuk bir kış günüydü

tren raylarına bıraktı

umutlu yarınlarını

soğuktu kıştı üşüyordu

dilini unuttu

kimsesizler parkında

unuttu kendinden ne varsa

anılara dair sustu

bir serçenin sessizliği

ele verdi kalbinin kıyısını

biraz daha demlendi

kıyısı terk edilmiş denizlerin

kara gözlerine daldı

ağladı durdu kimsesizliğine

dil kıyısı yaraları taşıdı

gemileri olmayan denizlere

mevsimler yüzüne nakıştı

doluydu bir o kadar

içinden geçenler taşıyordu

yüreğinden dil kıyısına

merhamet taşıyordu

soğuktu kıştı üşüyordu

unutulmuş onca anı arasında

çocuk kalmanın

unutulmuşluğun esrarı içinde

nisyandı çocukluğu

isyandı büyümüşlüğü

sancıların dil kıyısına vurması

bu yüzdendi

aynalar tanımıyordu hala onu

ağladı durdu çocukça

bir rüzgar esintisi

ele verdi düşlerini

o kara parçasına birgün

bir deniz gelecekti deryalardan gemiler gelecekti kıyısına

içinden geceler geçecekti

unutulmuş anılara dair

geçmişte kalan düşlerini

hatırlasa büyüyecekti

firuze sessizliği renklerle

dil kıyısına sustukça sustu

bu yüzden çocuktu

yüreğinden geçenler

ay ışığı altında ele

verdi düşlerini

aynalar tanımıyordu hala onu

DİLHUN

NAZLICAN NAZLI

Unutmak...

Sonra seni sen yapan şeyleri de unutursun bazen. Yanındakilerini , takvim yapraklarını , nefret etmeyi... Bütün bunların  hepsini yetirirsin bazen istesende istemesen de. Bir şeyler yine değişmez , sonra sende unutmaya başlarsın ve sonrada sensiz devam eden sana bile yetişirsin. Sonra her şey yine devam eder . Bir şeyler zaten hep devam eder. Hatırlamak istersen hatırlarsın çünkü; sen fazlasıyla hatırlanmış bir gecenin sabahı gibisindir. Bu yüzden baş ağrıtır zaten. Hayatın özeti bu galiba insanların ölümleri kadar acı ve haksızlık ,  öksüz ve yetim kalmak kadar acı ve savaşlar gibi eğreti...Eski kelimeler sanki ya aşırı üzüntü yada mutluluğu simgeliyor gibi gelir bana . “Dilhun” kelimesi de okuduğumuzda zihnimizde ilk olarak zihnimizde hüznü canlandırmıyor mu?

Yakıp yıktığımız kelimeleri birleştirmeye çalışmakta zorlanıyoruz. Dilimizin ucu pişmanlıklarımız ile dolu. Her şey tam rayına girecek diyoruz ama söyleyemiyoruz. Treni de çoktan kaçırmışız. Tren uzaklaştı ama arkasında koşacak mecalimiz bile yok. Hayat , bazıları için gerçekten çok zor. Hiçbirimiz gerçekten kolay yaşamıyoruz. Ölümler , yoksulluklar , hastalıklar , gurbetler ve bitmek bilmeyen kavgalar içinde çürüttük ömrümüzü. Bir terk edilişle başlanıyor her şeye.

Nefes alsanız işitilir. Sükûnet içinde kalırsınız birden bire. Evren ilk defa sizin için dönmeye başlar. Nehirler o sükûnetin içinde akmaya başlar. Yapraklar ilk kez kıpırdar. Hepsini ilk kez görüyorsunuz. Allah’ın nuru ile nurlanmış bütün kâinat evrene melekler indi dersiniz. Karşısında durduğunuz kırmızı güle bile cennetten gelme sanırsınız. Bütün kötülükler yıkandı , herkesten helallik alındı. Kimseye dargın değilsiniz , zaten olsaydınız bile o an barışırdınız. Nazan Bekiroğlu’nun dediği gibi ; “ İnsan en sevdiklerini gömemezse başına bir kara taş dikemezse kimsesiz kalıyormuş. İnsan en sevdiğini gömemezse her gün umut ediyormuş. Ölüsünün üzerine toprak atmadan dirinin acısı sönmüyormuş.”

Boğazın esintisi keşke içimizde dönüp duran vesveseleri de akıntıya katıp götürebilseydi.  Erguvanların her bir yanı kendi rengine çevirmesi sadece birkaç dakikalığına yüzümüzü gülümsetip dikkatimizi dağıtabilseydi. Sözün içindeki diri canları duymayan birçok insan var. Söyleyemediğimiz bir çok şey vardır  dil lal olur susar.

Dışarıdan güçlü durmaya çalışıyoruz ama...Ama içimiz paramparça. Sanki dünyada yapayalnızız . Yorganı başımızın üstüne kadar çekip kimse sesimizi duymasın diye sessizce ağlarız. Bazen kendimizi şöyle avuturuz ;

Hiç kimse karşımıza boşuna çıkmaz ya bir dost olurlar yada bir ders olurlar bize. Gerçek dostları tanıyabilmemizi sağlayan da o insanlardır aslında. Bir yerde de teşekkür edip onları geride bırakabilmemiz gerekiyor. Tabii ki bizimde insan olarak hatalarımız olabilir. Ki olmuştur , yada olucaktır. Çok kendinden emin , ne istediğini bilen , güçlü , özgüveni yüksek ama duygusal insanlar görürüz ve çok mutludurlar hallerinden.

Hiç merak etmeyin , gerçekten hani söylenir ya acı insanı olgunlaştırır. İşte o tatlıya varabilmek için belki de  hepimizin geçmesi gereken yollardan biridir mutluluk. Hayatınız boyunca her zaman şükür edin. Çünkü şükür etmeyen kul her zaman gafildir. Hep mücadele edelim. Karşılaştığımız zorluklar olmadı mı , oldu  üzüldüğümüz anlar oldu mu , oldu. Ama bu üzüntülerimiz asla bir isyana dönüşmesin sevgili dostlarım.

Tıpkı “ Bir gülün dikene dönüşmesi gibi.”

ONARILAMAYAN İNANÇ

NİMET TANER

Önünden geçip içini hayal ettiğim şehirler gibiydi varlığın

Sen bir prenstin ben  ise kırık

Ve yıkık bir devrimin son direnişçisi

Şimdi koca bir Nisanı koyup gidiyorsun ya ardına bakmadan

Adil olmadığını düşündürüyor bunca zaman

Oysa ben seni geçmişe sıkışmış dar zamanlarda değil

Hep en geniş zamanlarda sevmeyi sevdim

Hıncahınç kalabalık günlerden önce

Kimsenin tanık olmadığı yalnızlığıma ortak edip

Kahve kokulu bir sabahta sevdim

Bir kere yola çıkanın bir daha kapanmayan bavuluyduk biz açılmıştık bir kere

Hep dağınık hep yola revan

İçimizde dışımızda olmuştu ayan

Belki de yaşadığımız kötü günlerin bıraktığı kalıcı iyiliktik birbirimize

Dingin bir sessizlik ve  iyileştirici bir dokunuş örneğin

Oysa varlığımızı çekingen cümlelerin gölgesinde ispat edeli henüz birkaç nefes geçmişti fakat ne çoktuk evrende

Bütün zamanları eskitmeliydik birlikte

ve bütün mevsimleri

Bir kış daha yıpranırken takvimden

Dünya hep yeniden başlıyordu en başından

Toprak uykudayken bir başka düşerdi bahar yağmuru

Güneş ısıtır Nisan ise yeşertirdi toprağı

Papatyası gelinciği üşüşür yüzüne

Yaseminler melisalar takılırdı peşimize

Yelkovanla akrep arı maharetinde

Bir saniyeden diğerine uçuşup

Aşk derer  ilk kez girdiğimiz yağmur kokulu bahçelerde

Yazı da eskitip şehre dönmeden uğultulu kalabalık

Bir lahza durup düşünmeliydik hayatın ucunda

Herkes bilir  Güneş  başını eğip acıyla batar Kasım akşamlarında ve yapraklar dalında üşür

Eksikliğiyle canımızı sıkmadan o ulu çınarın gölgesi

Uzanmalı...uzanmalı ve göğe bakmalı yüzlerimiz

Küçük şeylerin büyüklüğüne sığıp usulca artmalı

İllegal bir işgale teslim olup yitip gitmeli belki de o sıska zaman...

ÖĞRETMENLERE

TAHİRHAN UYSAL

´´Çocuklar size emanet ederken

Öğrenmesi çok önemli!!!

Bütün insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğretin ona,

Her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık, kendini ülkesine adamış bir lider de mutlaka vardır.

Her düşmana, karşılık:

Bir dost, olduğunu da öğretin ona!

Zaman alacak, eğer öğretebilirseniz ona kazanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğretin,

Kaybetmeyi öğrenmesini de öğretin ona, ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yöneltin onu.

Bırakın erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını.

Onlara kitapların üstündekilerini öğretin!

Fakat ona sessiz zamanlar da tanıyın, gökyüzündeki kuşların, Güneşin, arıların ve yemyeşil yamaçlardaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.

Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğretin ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğretin,

Herkes yanlış olduğunu söylese bile,

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını, öğretin ona.

Herkes birbirine takılmış bir yöne giderken,

Kitleleri izlemeyip kendi yolunda ilerleme gücünü verin.

Bütün insanları dinlemesini öğretin ona,

Fakat bütün dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirip sadece iyi olanlarını almasını öğretin ona.

Eğer yapabilirsen Üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğretin ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğretin ona.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini ve aşırı ilgiye dikkat etmesini öğretin ona.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğretin ona,

Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik ayakta dikilip savaşmasını öğretin ona.

Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş, çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesarete, sahip olsun.

Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun. Ona her zaman:

Kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğretin.

Böylece: İnsanlığa karşı derin bir inanç taşıyacaktır.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme