Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri


ULAK

MİNEKUŞ

'' Bir kuş yarası var burada

Gelip ,ipleri kessin içten kanatlılar ''

Kadim bir kitabede okudum

Bulut sağınca gözyaşlarını

Toprak eşecek sırlarını

Şimdi diz kırın , dil hünkârları

Kâinat fısıldayacak !

El ayak çekilince

Kurt kuş uyuyunca

Bilip susana

Susup yutana

Başlasın kıyam

Seslendi gizlendiği yerden rüzgâr

Dil sussa da, kalbin yüz dili konuşacak.

Günler ,günleri sürdü

Yangın yeri köylerden geçtim

Mühürlü kozalara döktüm içimi

İhaneti uladım uçlarına

Karıştı birbirine sular

Eskimiş , ekşimiş, içilmeyince kuyular

Yerin kulağı yok ,dilin kemiği fesat

Geçtim yedi kapısından cehennemin

Neden ?

Meryem'in rahmine çıktı hesap.

Azrail'in unuttuklarından

Sır çaldım

Alnı dövmeli bir kadın seslendi ardımdan

Unutma

Kavminden kalma bıçak sırtında

Ateşin izi , suyu nefesi sensin

Dudakların sunak

Masumiyetin mabedindeki ,kadim aşkla işaretlediler seni

Bak alnına

Biat etmeyenleri ,gözlerinin karası efsunlayacak

İyi belle

Leyl'in , hükümranı puhu

Seherin ,gelini kuğu

Kadınlar ve kuşlar başlarını çevirmeden görebilirler

Hiss-i kable'l vuku !

Şahidim ol, ey leyl

Zaman denilen söz kime aitti

Dil iğneli beşikte, ölümcül yaralar bırakacak

Nar'ın kalbini inciten kabuğu idi

Kırıldığım yerin inkârını devirdiğimde

Sesim köz kokacak

Ten değiştirecek dağlar

Doruklara süreceğim dört nala

Bir gece gözlü ulak

Aşkın masalını anlatacak

Asa bende

Gözleriniz açık uyuyun artık kuşlar

Şairlerin kulağına aşk fısıldanacak !

SÖZ GÜNEŞİ

MEHMET OSMANOĞLU

o geldiğinden beri açmayan kara gökler

sonsuz bir karanlığa döndü soğuk yüzünü

bildi ya neden sonra bir yaralı şairin

çağları aşıp gelen mücella kıymetini

heyhat ki gün devrildi, kızıllaştı ufuklar

ve kurudu ıssızda açan yalnız zambaklar

ne garip bir yolculuk, soğuk, taştan durakta

geyve'nin gül bahçesi kızıl kan damlatıyor

dudaklardan dökülen içli hicran ezgisi

şehzadebaşında bir söz güneşi batıyor

şiirlerin başına üşüşüyor siyah kar

ve katran solukluyor o bembeyaz yataklar

sessizce bir yaşayış ve usulca kayboluş

çehresine akseden yıldızların ışığı

o mefkure, asalet, o eğilmeyen duruş

içini alt üst edip göğsüne sığamayan

nesilleri büyüten o deli fırtınalar

ve söndü arkasından hafif sarı lambalar

şimdi artık boğazda düğümleniyor ateş

kıvrılıyor bir yılan umutların şehrine

son besteyi çalıyor hüzzam ile kemankeş

asra mührünü vuran o aziz şairine

hayal meyal geçiyor yüzü sisli hülyalar

ve hançerle bölünen ah! ah ki o rüyalar

matemini yüklenmiş her bir yağmur damlası

düştükçe harlanıyor yüreklerin yangını

yükseliyor enginde süzülen durgun sular

görse de alev alev göklerin yandığını

bir şekilde müjdeyi şair yine fısıldar

ve mezardan yükselen mülevven bir Nevbahar

AKREBİN GÖZLERİ KOYU KARANLIK

MİNE NALDEMİR

Gecenin esaretine asılır akrebin gözleri

Gülüşlerin kıvrımına hançer saplanır

Toprak yağmursuz ve çorak

Kahpe pusunun zehri

Karanlığın yakasına yapışır.

Yollar Bağdat Caddesi'nden iner çakıllı cılgalara

Issız vahalarda sürüklenir kirpiklerin karası

Çiçekli kızılcık dallarında  yakılır

Pişmanlıkların harlanmış çırası.

Dili lâl yıldız, saklanır deniz diplerinde

Sinsi tanrıçalar hapseder mercandan düşleri

Işıldayan güneş

Parıldayan ay

Oynaşan yaprak hışırtısı tutsaktır bir menfezde.

Kaleme ulanan el yargılar merhametsiz gözleri

Her dava dosyasına eklenir

Güruh bir cehennem bileti.

Dudakların kenarına inen her damlada

Acıyla karılan harçda anılar boğulur ki,kimse bilmez

Kafesinden özgürlüğüne uçurulan kuş

Akreplerin yuvalandığı balçığa

İnmek istemez.

Gönül tezenesinden duyulan

Bir atın toynak sesleri gibidir sevdalı sevişmeler

Engereklere gamdır o çocuksu gülüşler

Tortulaşan yürek dağılır dağ eteklerinde

Kaygılı bir yüz portresinde

Ak yeleli yalkılar kişner obalarda

Sevdalı bir yosmanın halhalı kopar

Yapışır metruk mezarlara.

Ruhu saran kırkayaklı günah

Tezekten duvar çatlağında saklanmaz

Gözü açık bir ölünün

bakışındaki sorgusundan

Sahte ahvalle uzaklaşılmaz

Baldırı çıplak gölgelerin ikliminde

Üşür kum

Üşür yakamoz

Ve kayar yıldızlar tek tek.

Celladım  dahi kaybolmuş

Cılgalar tenha

Arsızlıklarsa diz boyu

Vaveylasında kalabalık kof

Bendir sesine saklanır ölümün kokusu.

Doğurgan kadınların zılgıt çığlığı

Artık bir sürgün umutsuzluğunda.

Tutkulu aşkların öpüşlerine utanır ay yalpalayarak

Meğer çarparmış dalga kendini kayanın avuçlarına

Asfaltlarda ziftlenir o vefasız kalabalık

Ölüler toplanır kurak ağustos zamanlarında

Mor alınlarında ter ılık ılık

Şimdi AkReBiN GöZLeRi KoYu KaRaNLıK!..

(Büyük üstad şair Sezai Karakoç'un anısına saygıyla..)

TAHA’YA

E. HALİT YILDIRIM

Yine akşam oldu Taha

Gözlerimi bürüdü yine ayrılık

Bu defa korkmuyorum mesafelerden

Açın balkonların kapısını ferahlasın mekân

Zaman neden donuklaşmış durduk yere

Demek ki bitmiş artık bu hüzünlü roman

Galiba başa gelmişim Taha

Evet, evet Taha

Aslında ben daha ilk başta kazanmışım,

Kaybeden insanlıkmış şimdi anladım

Bir kalabalık toplandı pencereme Taha

Sonra sen gelip deli köşemde durdun

Bulutlar indi gözlerine

Yüzünü yıkadı sessiz bir yağmur

Sonra düştü kaldırımlara damlalar

O kaldırımlar gecelerden korkularımı saklar

Halin garipti Taha, sesin garip

İçimi burktu hıçkırıkların

Eritti saçlarıma yağan karı

Taha, oldu mu ya şimdi

Böyle mi sözleştik seninle

Dağıt başından bu efkârı

Şehrin aynasından geçtim Taha

Sana baktım bu dönüşü olmayan trenin penceresinden

El sallıyordun bana dua dua

Ve açıldı gökyüzü aniden

Hayat bir ölüm, aşk bir uçurum diyordum ya

Açıldı yeni hayata gözlerim, sanki dirildim yeniden

Sonra küçüldü evlerin damları gözlerimde

Çatıları köreldi gökdelenlerin

Gökyüzüne uzanan minareler vardı secdeye

Bir avuç kadar kaldı dünya

Bir avuç ateş

Bir avuç duman

Melekleri gördüm Taha

Oturmuşlar semaya

Parmak uçlarındaki billur taneleri

Bırakıyorlardı yeryüzüne bir bir

Yağmur yağıyordu yine bizim ahşap evin üstüne

Gökyüzüne açmıştın ellerini sen

Annen bağırıyordu pencereden:

Islanırsın içeri gir!

Annem ölünce yaşamıştım bu duyguları Taha

Bahçenin en yalnız köşesinde ellerimde bir çubuk

Herkes üzerime titriyordu, ben kaçarken herkesten

Diyorlardı birbirlerine:

“Aman ağlamasın çocuk!”

Islan be Taha bu defa benim için

Ağla doyasıya Taha

Kırmızı kiremitler akıtıyor suları saçaklarından

Yağan rahmet bizim için

Sen de dök sicim sicim yanaklarından

Bırak siyah güller, ak güller solsun

Kanadı kırık incir kuşlarına acı sen Taha

Kana bulanmasın kanatları

Peygamber çiçeğinden ellerimi sor

Vefakâr balıklardan sırlarımı

Biliyorsun Taha yalnız onlar tutacak yerimi bir de sen

Bilirsin sığmadı benim aşkım her saza

En güzel şarkıyı bir kurşundan dinledim ben

Ve sen Taha!

Kulağına mırıldandığım diriliş türkümü söyleyeceksin

Sen de bir gün benim gibi

Yeni Tahalar bekleyeceksin

SELİKÂ

ŞÜKRULLAH YAVUZER

Sen susunca;

Bir üveyik kanatlanırdı,

Alaca karanlıkta.

Zambaklar açardı tenhada,

Ateş böcekleri aydınlatırdı geceyi,

Karanfil kokan bir meltem eserdi

Gün batımından...

Göz kırpardı Çoban Yıldızı,

Güller menekşeler dökülürdü

Eteklerinden.

Erken çiçek açardı kiraz ağacı,

Bir cennet bahçesine dönüşürdü

Çorak yüreğim…

Sen susunca;

Bir kelebeğin kanadı kadar hassas,

Bir ceylan bakışı  kadar ürkek

Yüreğinden utanırdım…

Sen susunca;

Ellerin konuşurdu Selika!

Gözlerin konuşurdu,

En edebi dilden.

Şiirlerin şahı olurdu,

Rüzgârda uçuşan saçların.

Dudaklarını ıslatan dilin,

Konuşmadan bülbül kesilirdi.

Pabucu dama atılırdı,

En edebi eserlerin…

Sen susunca;

Kuşlar haya ederdi ötmekten.

Sessizliğe bürünürdü kâinat.

Ta Maveradan duyulurdu

Suskunluğun…

Sen susunca;

Zaman dururdu.

Bir çivi gibi mıhlanırdı,

Akrep ile yelkovan.

Yerinde sayardı,

Kum taneleri.

Kıpırdamazdı dalında yaprak.

Kuşlar susardı.

Gök susardı.

Sağır dilsiz olurdu taş toprak...

Sen susunca;

Duyulmazdı kalp atışları

Kimseciklerin,

Nefes almaktan bile sakınırdım...

Sen susunca;

Dinlerdim seni suskun,

Bir mucize izlercesine.

Dinledikçe seni bir daha

Bir daha sevesim gelirdi

Yeni baştan…

Seni sevmek;

Dünyayı bir kişiden ibaret sanmaktı.

Seni sevmek;

Gök yüzünde kanatsız uçmaktı.

Seni sevmek;

Ölmeden cenneti yaşamaktı…

Sen susunca;

Gözlerin konuşurdu en edebi dilden.

Sen susunca;

Gözlerin konuşurdu Selika!

Ben izlerdim

Bir mucize izlercesine…

ŞAİRLERİN ŞAİRİ SEVGİLİ SEZAİ KARAKOÇ BEY!

İBRAHİM HALİL DEMİR

Sen bu yalancı cennet ülkemin fikri güzel, gönlü güzel insanlarına bir örneksin.

Sen, gelinlik genç kızların aşk ve sevdaları ilmek ilmek, desen desen işlediği bembeyaz gergefsin.

Sen, şair ruhlu gönlünde kemlik olmayan, asil insanların gönül kolyesinde zebercetsin.

Ve sen, yazın kavurucu sıcaklarında, birbirinden manidar şiirlerinle hararetleri dindirensin.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen kibarlığınla, beyefendiliğinle, mütevaziliğinle insanlık kitaplarının ana fikri olacaksın.

Sen, şiirlerinle bizlere kardeşçe yaşamayı ve gerçek sevdaların nasıl yaşanacağını öğretensin.

Sen, gül sevdalısı rengârenk bülbüllerin, sevda fidanlarında en dertli şakımalarısın.

Ve sen, tarih sayfalarına altın harflerle yazılacak ve dilden dile anlatılan sevdalıların sevdasısın.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, feleğin en okkalı sillesini yemiş, gün görmemiş, çarnaçar, garibanların en manidar tesellisisin.

Sen, edebiyat kitaplarının özeti ve okundukça okunan mukaddimesisin.

Sen, “Sevgili, ey sevgili, en sevgili” şiirinle Allah’a ve Habibine âşık olanların en yanık gönül sesisin.

Ve sen, bu fani dünya var oldukça barış ve kardeşliğin içi dolu sevgi ve muhabbetin gerçek remzisin.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen sevdan uğruna son nefesine kadar düşürmedin elinden kalem ile kâğıdı.

Sen, en seçkin kelimelerle aşk ve sevdanı yazdın “Mona Rosa” başlıklı feryat dolu ağıdı.

Sen, yaşadıkça seni tanıyan herkes şahittir buna almadın hiç kimsenin vebal ile ahını.

Ve sen, içten gülmelere hasret kaldın zalim felek yaşatmadı sana talih ile bahtını.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, at sırtında yedi düvele meydan okuyan, abdestli atalarımın ziyasıydın.

Sen, fikri güzel, gönlü güzellerin en rahmani hülyasıydın.

Sen, yazdıklarını ve konuştuklarını içtimai hayatta bire bir yaşayandın.

Ve sen, yüzde yüz helal süt ile emzirilmiş insan gibi insanların en hasıydın.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, yazdığın her şiirinle insanların taşlaşan kalplerini yumuşatırdın.

Sen, bayramlar gelmeden, küs ve dargınları birbirleriyle barıştırırdın.

Sen, seni sevenleri ve sana gıpta edenleri asırlık çınar ağacı gölgesi misali serinletirdin.

Ve sen, gönlünde kemlik olmayan iyilik meleği insanları asil yüreğinde ağırlardın.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, birine sevdalandın ama olmayınca o sevda ile son nefesine kadar onunla yetindin.

Sen, sen yaşadıkça binicisini asla ve asla yarı yolda koymayan en rahvan atlara bindin.

Sen, sen oldun yaşam tarzınla ve olaylara bakış açınla, insanlıktan nasiplenenlere örnek oldun.

Ve sen, insanı cennetlik eden sevgi ve muhabbet sadakat ve ahde vefa yolundan ayrılmadın.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, samimiyet abidesiydin ve sen lisanı halin ile gönüllerde otağın kurardın.

Sen, karanlıklarda kalmışların, önünü aydınlatan ve hiç sönmeyen fenerdin.

Sen, ömür miadının son anına kadar hak ile batılın güzel ile çirkinin zaferiydin.

Ve sen, kendini bildin bile kötülüklerin ve çirkinliklerin her türlüsünden beriydin.

Sen, Medeniyetler beşiği Diyarbekir’de doğmakla biz Diyarbekirlilerin medarı iftiharısın.

Sen, yaşam tarzını bilenlerin nazarında en dertli türküleri çalan gönül sazısın.

Sen, onlarca doktora tezlerine konu olabilecek dillerden düşmeyen ve okundukça okunan şiirlersin.

Ve sen, onlarca dile çevrilecek, kıssadan hisseler dolu hayat felsefesinin iksirisin.

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, yapılması gerekenleri işin kolayına kaçmadan her daim aşk ve şevkle yapardın.

Sen, bazen kabına sığmaz bendini yıkmadan taştıkça taşardın.

Sen, sağına, soluna, önüne arkana en rahmani en manidar ziyaları saçardın.

Ve sen, gönül tarlalarında en keskin bilenmiş orak ile dikenleri mahirce biçerdin

Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, öylesine içten sevdalandın ki o sevda uğruna tek yaşadın ve dünya nimetlerini attın bir kenara.

Sen, gül sevdalısı bülbüller misali sevdan uğruna düştün hep zara.

Sen, insanlığa, iyiliğe, güzelliğe giden yollarda oldun aşk ve şevkle atılan nara.

Ve sen, “Aşık isen bir gül yeter koklamaya” misali bir güzele meftun gönlünü soktun hardan hara.

 Şairlerin şairi Sevgili Sezai Karakoç Bey!

Sen, yazılmakla anlatılmakla kolay kolay bitirilemezsin zira sen yolda kalmışlara kılavuzdun.

Sen, yerin göğün sahibi olan Allah’ın rızasını kazanmak isteyenlere her daim öğüt oldun.

Sen, gerçek sevdayı konuk eden kemlik bilmeyen yufka gönlünü sevgilerle doldurdun.

Ve sen, vefatınla bizleri ve seni sevenleri analı babalı yetim koydun.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme