KAR'A DÜŞTÜ..!
SELMA ÇANAKÇIOĞLU
Dördüncü cemreydi bu, düşüveren toprağa,
Tam baharı beklerken apansız kar/a düştü.
Oysa can yürümüştü köke, dala, yaprağa
Kara kışın son çığı ansızın yar/a düştü
Çiçekteydi ağaçlar kimisi tomurcukta
Tatlı bir telaş vardı ruhumda ki çocukta
Onca karlı dağları tırmandı tek solukta
Uyanmıştı tabiat, bir anda dar/a düştü
Özlüyorken baharı geri geldi zemheri,
Kazma kürek yaktırdı üşütürken beşeri
Yüreğinde yar varsa parlar gözünün feri
Güneşin saçlarıyla savrulup har/a düştü
Varsın yağsın bereket kar görsün dağlar taşlar
Gülümser elbet güneş bahar, nevruzla başlar
Yürekler kanatlanır havalanırken kuşlar
Gönül mabedinde aşk , çoklukta bir /e düştü
KALBİMİZDE IŞIKLA
NURAY ÖNGEÇ
Boş hesaplar uğruna ne yürekler yaktınız
Acımasız hislerle kalpleri kanattınız
Yaşama sevincini hepimizden çaldınız
Şefkat nedir bilmeden dünyayı ağlattınız
Bu kaçıncı hiyanet söyle insanlık mıdır?
Bu tam zehir zemberek hayat yaşamak mıdır?
Bıktık usandık artık acı dolu günlerden
Yaralar kabuk tutmaz vicdanınız var mıdır?
Unuttun mu insandın topraktan yaratıldın
Sevgi vicdan şefkati sen nereye sakladın
Hatırla benliğini aç kalbini yeniden
Bilmem neden dünyada hiç huzur bırakmadın
Baharla gelsin umut sevgi atın menzile
İnsanlık kurtulacak yoktur içimde şüphe
Gülsün artık dünyamız barış olsun meşale
Savaşları gömelim hep birlikte tarihe
İçimizde sevgi var her bendi biz yıkarız
Seversek sevilirsek yeni dünya kurarız
Barışa mutluluğa kuşlar gibi uçarız
Kalbimizde ışıkla aydınlığa çıkarız
İNCE SIZIM
AZİZ SAYDUT
Tüm pişmanlığıma, adını koyuyorum…
Uzun bekleyişin sabahında, kıymet bilmeyişim…
Yürek sızım, yanağımın sıcaklığı
Mananın kendisi, yaşamın anlamı
Tüm sözcükler içinde, en mukaddesi
İsmin, yüreğimde sızı olması
Renklerde arıyorum…
Hatırlatan ne varsa, kutsiyetim
Yürek sızım, yanağımın sıcaklığı
Bir gecenin seherinde, ince sızım
Af kapım, son durağım
Büyük pişmanlığım
İnce sızım
Kelimelerin yetersizliği
Tükenmişliğimin, umut kapısı
Bir seherde, isminle başladı davetin
Ne anladım, ne yaşadım
İnce sızın kaldı, derinde…
Yanağımda, sıcak nemin
Kırık dökük kelimelerim…
İnce sızım, mihrabım…
Seni çizdim, hayalîme
Renklerde aradım…
Ufukta, sözcükte aradım
Kaybetmenin pişmanlığını
İnce sızım kaldı, derinde
Yanağımda, ılık nemin
Son pişmanlığım…
Son kapım, son durağım
Kurtuluş kapım…
İnce sızım
Yazılanın kutsiyeti kaldı
Seherde aldığım davetin
Yazgısı kaldı defterde…
İnce sızı kaldı bedenimde
Derin iz açtı ruhumda
İnce sızım
GÜZEL YÜREKLİ ADAM
ELVAN SATILMIŞ
Her şey dolanıyor ayaklarıma, bu şehir.
Saçlarım dalgalanıyor rüzgarda ıssız ve sessiz.
Kelimeler bile ağzıma dolanıyor çıkamıyor. Her ne kadar istese de.
Kolay değil anlatamam, bu böyle kolay bişey değil.
Ve sen güzel yürekli adam.
Bilmiyorum sen nasıl bişeydin garipti.
Yani hislerim bunu anlatıyordu.
Evet başıma gelen iyi bişeydin ama hissetiklerim olağanüstüydü.
Ve sen öylesine kibar, içtenlikle,samimi ve bitmesini hiç istemediğim bir şekilde davrandın ki bana o an hiç bitmesin istedim. Hiç ama hiç bitmesin.
Çocuklar gibi zamanı unutturdun bana.
Zaman nedir bilemedim.
Hepsinin içinde yalnızca sen.
Sen vardın ilk hisleri sende yaşadım.
Sende yaşadım heyecanı
Sende tattım sevinci.
Zaman geri gitseydi.
Senle tekrar yaşasaydım her şeyi.
Yine tutsaydın elimi hiç ama hiç bırakmayacak misali.
Bende kendimi unutmuştum. Yüzüne baktım ve bakışların iki kelime istiyordu benden. Sadece iki kelime.
Ama ağzımda boğuluyordu kelimeler çıkamıyordu. Çünkü zordu, sen kolay sansan da zordu.
Belki sen söyleseydin kelimeleri
Benden de dökülseydi cümleleri.
YAZMAK
HACI ABDULLAH KOZAN
Gençliğimde para kazanmak, şöhret olmak için yazmayı düşünürdüm. Büyük şairlere öykünerek şiirler yazmaya çalışırdım. Bir ara öyküye merak sardım Şevket Yücel hocamın sayesinde. Roman benim için bir karlı dağ gibiydi. Yazdım ancak sonunu getiremedim. Hep yarım kaldı sayfalarda. Ne zaman bitiririm bilemiyorum. Galiba roman yazmak bana göre değil diye düşünüyorum. Uzun soluklu olduklarından nefesim bir türlü yetmiyor.
Yazmak, bana göre bir ihtiyaç, bir tutkudur. Ekmek gibi zaruridir, yazmadan duramıyorum. Yazmazsam kendimi aç hissediyorum. Yazmak rahatlatıyor beni, ruhum doyuyor sanki. Duygu ve düşünceleri başkalarıyla paylaşmak bana tatlı bir haz veriyor. İçime sevinç şarkıları doluyor çocuklar gibi.
Ardarda sıralanan kelimeler, çiçekten çiçeğe konan kelebekler misali baharı yaşatıyor duygularıma. Cümlelerle dans ediyorsun güzelim paragraf bahçelerinde. Duygularla fikirlerin sarmaş dolaş oluşu, renk cümbüşünü yaşatıyor insana.
Şiirlerle renk renk çiçekler âleminde dolaşmak, kuş cıvıltılarını dinlemek kalbin derinliklerine cennet bahçelerinin kokularını salıyor sanki. Rüyalar âlemine dalıyorsun bunları yazarken.
Yazmak benim için yaşamın gayesi, rahatlama vesilesi oluyor. Hür, sessiz ve sakin bir şekilde kendi bahçenin bahçıvanı oluyorsun. İstediğin çiçeği, dalı, yaprağı istediğin yere koyabiliyorsun. Serbest yaşamanın tadını iliklerine kadar yaşıyorsun. Ne karışan var, ne de hareket alanını kısıtlayan. Aklına ne gelirse istediğin gibi yazmak, kelimeler, cümleler dans ediyor kalemin ucunda. Sözcüklere öpücük kondurmak, sonra salıvermek gönül bahçelerine bir kelebek misali. Seyrine doyum olmuyor bu ilham perilerinin.
Bir başka âlem yaşatıyor insana yazmak.
Yazmak… Hep yazmak…
Sevgiyi aşka dönüştürünceye kadar yazmak…
SEVDANIN TADI
NAZLICAN NAZLI
İki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki...
Mesela bir insana malını verebilirsin ya da bedenini. Mühim olan nedir?
Mühim olan bütün bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin bedenin içindeki kalbi verebilmektir. Hayatını ona adaya bilmektir. Öptükçe doyamamak, sarıldıkça bırakamamak ve baktıkça doyamamak...
Aşk sadece üç harfi barındıran bir kelime olmamalı. Aşk; tüm hislerin bir araya geldiği, anka kuşu gibi yeniden küllerinden doğduğu, tutkunun, sevginin, acının, özlemin bir araya gelerek oluşturduğu ve insanı insan yapan bir duygudur. Delice ve sebepsizce sevmektir oysaki aşk. Aşkı her insan kaldıramaz, her insan aynı duyguyu kaldıramaz doğrusu. Kimine çok ağır bir yük olarak gelir aşk.
Gerçekten yüreği olan, gerçekten sevebilen, aşkı sevdayı birbirinde tadabilen velhasıl yükü çok ağır olan bir duygudur aşk. Sadece iki kelimeden ibaret olan “ Seni Seviyorum “ dur aşk. Dile kolay kalbe değil...
Sadece hayatını birbirine adayanlar anlayabilir, aşkın altında yatan onca şeyi.
Ben aşkımı Anka kuşuna benzetiyorum. Yıllardır hayatımdaki o Anka kuşunu aramıştım. Ve aradığım Anka kuşu tüm asaleti ile beni ansızın yakalayıvermişti. Lakin ben zifiri karanlıkta göremedim. Ama İbrahim’in olduğunu hissetmiştim. Hayal edebilmiştim. O karanlıkta hiç görmediğim birine aşık olmuştum. Belki de gerçekten İbrahim’di. O kokuyu, evet o kokuyu hatırlıyorum! Aşk acı verir miydi insana? Vermemeliydi. Aşk tüm hücrelerinde onu hissedip sevmek olmalıydı. Sadece sevmek...
Ama hiçbir şey benim hayal ettiğim gibi olmadı. Hemde hiçbirşey. Benim için hayat daha da zorlaşmıştı aslında. Çünkü yanlış yerde, yanlış zamanda yanlış, kişiye aşık olmuştum. Geçecek olan zaman diliminde ya aşkımla savaşıcam, ya aşkıma sahip çıkıp onunla olucam yada en kötü ihtimalle sonsuza kadar ondan uzak kalıcam.
Lakin ben o gece o kişiyi gördükten sonra kalbimin çırpınışını hiç olamadığı kadar hissetmiştim.
İbrahim’le ilk tanıştığımda da aynı duygular içerisindeydim. 2 yıl önce bıraktığım İbrahim ile o gece gördüğüm adam aynı kişiler miydi? Kokusu, sıcaklığı, içtenliği...
Emin olamıyordum. İbrahim beni terk ettiğinden beri aklımı kemiren tek soru var o gece gerçekten İbrahim haklı mıydı?
Saçlarının dalgasında vurulsaydım, gözlerinin sahiline. Sessizliğimin kıyametine bir nefes verseydi soluğun, bende öylece otursaydım yanan kirpiklerinin aydınlattığı kaldırıma.
Yeryüzünde ki acılarım gökyüzünü karartması kuşların özgürlüklerine bir sebepti sanki. Şimdiler de dert, gam denilince ilk akla gelen kadın oluyorum. Acıların kadını gibi. Kim acıklı bir türkü Aşduysa Arzu diye söyleniyor. Bende şaşıp kalıyorum ama hemen diyorum ki Arzu kendine gel, sen bu değilsin güçlü, metanetli, sabırlı olacaksın diyorum.
Benimle tanıştığından beri bensiz hiçbir şey yapmak istemiyordu İbrahim. Bir gün bir rıhtım kenarında İbrahim’e ona güvenmediği mi söylemiştim. Oda hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey düşünmeden öylece çekip gitmişti. Neden ama?
Sebepsizce çekip giden İbrahim’di. Suçluydu. Bunu bilmeme rağmen neden ben hala kendimi suçluyorum? Belki de tek hatalı o değildi.
Resmen tüten ateşlerin dumanı benim can evim olmuş. Amanın...
Olsun...ya İbrahim için değer.
Benim gökyüzüm gecelerin karanlığına özgürlük kurban eden kuşlar kadar anlamlı. İbrahim benim için eskisi gibi değildi. Terk edip gittiğinden beri eski İbrahim yoktu. Beni kıskandığı için kuruntu yapıyordu eskiden, sürekli bana aşık olan kişilerle dalaşma peşindeydi.
Son raddede bunu yaptı ama Ali’nin hayatına mal olacak bir hamlede bulunduğu için onu artık affedemezdim. Haksız da değildim. Evlenseydik belki bana da aynı zorbalığı yapacaktı.
Masum olan birine zarar verebilen bir insan bana neden zarar vermesin ki?
İbrahim’i geçmişinden dolayı eskisi gibi sevemiyordum, yada bunu hissedemiyordum...
Affedemiyorum İbrahim’i. Ali’nin hayatını mahvetmişti. Tamam, Ali, iyileşebilirdi peki ya ölseydi?
Bu sefer İbrahim yine benden uzak kalacaktı, Ali ölseydi eğer onu demir parmaklıkların arasından kurtaramazdım. O günden sonra hayatımda çok ciddi kararlar aldım. Tertemiz bir sayfa açtım. Bu anlattıklarım 2 yıl önceydi. Peki ya o gece, acaba artık emin olabilir miyim kokusunu ve hayalini karşımda hissettiğim adamın İbrahim olduğundan. Taşlar yerine oturuyor yavaş yavaş.
O benim ondan gittiğimi sanıyor ama aslında o gitti. İbrahim’den sonraki son bir yılı anlattım romanımda. İstanbul’a gitme fırsatını kaçırmış olsam da dahi şuan bulunduğum konum düşündüğümden daha iyi oldu. Okulu bıraktım o zamanlar maddi durumumuz okumaya elverişli değildi. Üstüne üslük ablalarım evlenince annem evde yalnız kaldı. Okula gidince de evin küçüğü olduğum için e haliyle aklım annemde kalıyordu bütün yük annemin omuzlarındaydı. Kaderimde ne yazılmışsa onu gördüm işte. Pişman mıyım? Değilim. Nasibimde okumak yokmuş, hayırlısı da buymuş.
Ünlü biri olamasam da, meslek sahibi olamasam da, şan ve şöhret sahibi olamasam da gönüllerin şampiyonu idim. En azından yaptığım her işte annem ve babam benimle gurur duyuyordu. Oturup kalkmamla, saygım ve terbiyemle ben zaten 1/0 öndeydim. Annemin ve babamın gözünde doğrusu ailemin gözünde hayal ettiğimin de ötesinde olmak beni ayakta tutan şeydi, taaki evlenene kadar...
Kafamı kurcalayan onca şeye rağmen sağlıklı düşünerek yazmaya ve mutlu olmaya devam ettim.
Kim bilir belki de bu yazdıklarımı okuyanlar sayesinde seçkin bir yazar olacaktım. Amanın benimki de hayal işte. Düşünsenize her yerde ACILARIN KADINI “ ARZU” ROMAN YAZIYOR diye yazıyor. Dikkat çekiyor falan.
Hatta İstanbul’a ablamlara gidip orda kendime çok güzel bir hayat kurmak istiyordum. Meğerse ben kendi planlarımı yaparken çoktan kaderim benimle oyun oynamıştı. Orada belki yıllar sonra İbrahimi bulup muhteşem bir hayat kuracaktım. Üstelik ailemden başka kimseden destek almama gerek yok bunları yapmam için .
Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrendim artık. Lif ve yemeni yapmayı öğretmişti Nurcan ve Gülcan ablam. Yaptığım lif ve yemenileri satarak para kazanmaya başlamıştım. Hatta kazandığım ilk para ile anneme sürpriz yapmıştım. Sehpa takımı almıştım sevgili annem Hasret’e. Tabi bizim zamanımızda verilebilecek olan en güzel hediyelerden biri oydu.
Zaman geçtikçe daha da güçlü bir kadın olacağım!.. Aşkın dilimde vird-i zeban, Gitmiyor bezdim de, hengâme-i gam, Kanadım kırıldı, daha uçamam, Aşka uçmaya kanat mı dayanır...
KALBİM AĞIR YARALI!
Bir rıhtım kenarında sonsuzluğa bakarım. Uçun göçmen kuşlar uçun. Hasretlerdeyim, sevdalardayım benim kalbim ağır yaralı ...
İbrahim’i gördüğüm an onu sadece kelimelere sığdırdığımdan daha fazla özlediğimi farkettim. Onu öylesine sevdim ki yüreğime, kalbime kadar işledi. Ama o bilmez ki mutsuzluğu, yalnızlığı...
Geçen senelerde gittiğimiz rıhtım kenarına tek başıma gitmekte varmış. Yalnızlığımla başbaşayken düşünme fırsatı elde etmiştim aslında. Aşkımı önüme koydum ve yüzleştim kendimle. İbrahim’e inanmıyor oluşum belli ki onu epeyce kırmıştı, ama her şeye rağmen, yanımda olmasa bile onu seviyordum.
İbrahim’i düşünüyordum.
İbrahim’in kokusunu, gülüşünü, dokunuşunu, İbrahim’in gözlerini...
Onu öpüp kocaman sarılmak istiyordum. Sonsuza kadar onun ellerinden tutmak istiyordum. Ama... Ama İbrahim yoktu!
O çok değişmişti. Bana olan bakışı değişmişti. Benim sevdiğim adam değildi o.
Ne olursa olsun bana inanan, yanımda olacağını söyleyen, hissettiren İbrahim değil di.
Canımı en çok da yakan buydu zaten. Ah İbrahim ah...
Son olacağını bilseydim daha sıkı sarılırdım İbrahim’e . Daha çok çekerdim kokusunu içime. Bu kadar süre onsuz kalacağımı bilsem onunla geçirdiğim her saniyenin değerini bilirdim. Anka kuşuma kavuşmak için tüm engelleri aşmaya çalıştım. Ama ben ona inanmayarak aramızda ki bağın, bir ilişkiden daha fazlası olan şeyin bitmesine neden oldu. Belki ileride pişman olucam, onun gibi...
Bilmiyorum... Hiçbir şey bilmiyorum. Kaldığım şu İstanbul dar geliyor bana..
Aldığım her nefes, bana yaşam vermesi gerekirken ciğerimde sıkışıp kalıyor. Kalbim, bir gün İbrahim’e ulaşacağıma vaat ederek her saniye pompalıyor kanımı. Onu kısacık bir an bile olsa gördüm ya, başka bir şey istemem. Belki bir süre sonra daha fazlasını isteyeceğim, ne yazık ki gözüme kestiremiyorum.
O gece kolum koluna değdiğinde elektrik çarpmış gibi hissetmiştim. Ya sarılsaydım? Sarılsaydım kessin daha fazlasını hissedecektim, hissedecektik. Bazen umudumu kesiyorum “ Beni bitirmiştir kalbinde “, diye. Canımı yaksa bile düşünüyorum. Aklımdan çıkmıyor, ya ailesi ile güzel bir hayat kurmuşsa, benden bu yüzden uzak duruyorsa, ya bu yüzden beni istemiyorsa diye düşünmüyor değilim. Herkesin olduğu lakin benim olmadığım bir hayat...
Belki de onun için en iyi buydu. Eğer o mutlu olacaksa bensiz kurduğu hayattı kabullenirim. Ne olursa olsun onun mutlu olmasını istiyorum. Onun mutlu olduğundaki o çocuksu hallerini seviyorum. Eğer o gerçekten mutlu olacaksa ben kabullenirim onsuz bir hayat kurmayı. O kendine ait bir hayat kurmuş.
Zümrüdüanka gibi kendine bir yuva yapmış, küllerinden yeniden doğmuştu...
“Aşk değil midir ?
Sevdiğinin uğruna her şeyi göze almak .“
İbrâhim varken de onu görüyorum, yokken de. Dışarıya çıkıyorum İbrahim. Gökyüzüne bakıyorum İbrahim, yıldızlara bakıyorum İbrahim... Yanımda yokken bile onun varlığını hissediyorum.
Kelimelerim tükeniyor...
YANİ ÖZLEMEK EKSİLMEKTİR ASLINDA...
Onu görüşümün üstünden 3 gün geçmişti 72 saat, dile kolay kalbe değil...
Onsuz geçen 1 yıldan daha uzundu sanki. Kendimi o 3 günün ardından dışarıya zorlukla attım. Sahil kenarında yürüyüş yapmak, zihnimi boşaltmak istiyordum. İstemsizce yüzüme gelen tebessüme engel olamadım. Son kez İstanbul’un caddelerinde tek başıma yürüdüm. Ertesi gün Van’a döndüm geri. 2 saatlik yolculuğun ardından, tekrardan Bakımlı Mahallesinin bildiğim ama hiç gitmediğim patikalarında yürümeye başladım. Yeni yerler keşfettim. Bana çok iyi geldi. Boş gözlerle çevreme bakınıp duruyordum. Başımı çevirdiğim an kitlendim. Oydu, oradaydı. Unutmamış beni. Gözlerimiz birbiriyle kesiştiği an kitlenmiştik birbirimize. Gidecek miydim? Kalacak mıydım? O an verilecek en zor karar, buydu benim için. Ya gözlerimi ondan ayıracaktım ya da olanları unutup koşup İbrahim’e sarılacaktım. Saniyeler boyu birbirimize değen gözlerimiz bir an olsun ayrılmadı birbirinden. Ben ona yaklaşmaktan korktukça o bana geliyor gibiydi. Hayır, gibi değildi. Bana geliyordu. Her adımında kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Yanıma ulaştığında güçlükle, ayırdım gözlerimi. O ise bunu kabullenmek yerine elimi tuttu. Şu an... Tam şuan... Zaman dursa bunu asla yadırgamazdım. Mutlu değildim, ama bunca zamandır bulamadığım huzuru bulmuş gibiydim. Gözümden firar eden o tek damla yaşı yakalayıp avucuna hapsettiği an anladım; ne olursa olsun benden vazgeçmeyecekdi! O her zaman eşine sadık bir Anka kuşu olarak kalacaktı. Peki, ya ben? Ona sadık kalabilen bir Anka olabilecek miydim? Yoksa ölümünü hissettiği her an küllerinden doğan bir Anka olarak mı kalacaktı?
Gözyaşları içinde elini bırakıp arkama bakmadan koştum. Eve gidip gözyaşları içinde uyudum.
Gözyaşları içinde uyuduğum zaman keşke bir düş olsaydı dedim. Uyandığım andan itibaren sabaha kadar gözüme uyku girmeyecek biliyorum. Ama rüya olmasını istediğim bir gerçekti. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra bir hırka giyip dışarıya çıktım. Hava güzeldi. Hafif bir rüzgar esintisi ile güneş muhteşem bir ahenk içinde baharı getirmişti. Kulaklığımı takıp babamın özenerek emek vererek yaptığı o kocaman bahçede sanki sahil kenarındaymış gibi şarkı dinleyerek mırıldanmaya başladım.
Bahçedeki en büyük ağacın altında oturarak deniz misali kanala taş atmaya başladım. Bir an gözlerim daldı. Acaba hayal mi görüyorum dedim. Kendi kendimi mıncıklamaya başladım. Lakin hayal görmüyordum yine İbrahim ordaydı evimin nerde olduğunu unutmamış. Karşımda durmuş beni izliyordu. Son bir kez hasret kaldığım çehresine bakıp arkamı döndüm. Ama tuhaf olan bir şey vardı.
Ve yine bana yaklaşıyor gibiydi. Köprüden yavaş ve sakin adımlarla bana doğru geliyordu. Neden ama neden... Bu sefer gerçekten nefesi enseme vuruyordu. Nefesinin sıcaklığını hissediyordum. Bu kadar yakınlık bana oldukça fazlaydı. Özlediğim hisler depreşiyordu ve bu durum beni gerçekten yaralıyor du. Benim yine gitmem gerekiyordu. Gitmeyip kalırsam eğer, ona sımsıkı sarılacaktım ve o beni bırakana kadar ondan ayrılmayacaktım. İleriye doğru bir kaç adım attım. Attığım her adım aramıza kilometrelerce mesafe koyuyor gibiydi, ama buna mecburdum. Ben uzaklaştıkça kalbim isyan ediyordu, kal diyordu. Tam o an arkamdan bir ses yükseldi. “ Onun sevgisi kadar sonsuz, onun bakışları kadar derin, onun dokunuşu kadar etkili hiçbir şey yok üzerimde. Ya o ya hiç. Yeterki sevsin beni. Birtek o baksın, bir tek o sevsin, bir tek o dokunsun”... Tanıdık gelen bu cümlelerin sahibi benim. Ayırılmadan önce ona bu mektubu yazmıştım. Okumadığını düşündüm, hatta bu yüzden ona içten içe kırılmış ve kızmıştım. Meğerse o bu anı bekliyormuş. Saniyeler içinde arkamı döndüğümde onun bakışlarıyla karşılaşmıştım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu. Madem okumuştu, neden o gün ondan tek bir cümle söylemesini istediğimde bana susmuştu? Neden benimle konuşmak istememişti? Ona güvenmediği mi düşündüğü için miydi?