AH ANNE!
NECLA ARPA GÜLAÇAR
Nasılda yanlızım şu çölün ortasında.
Yaşamak denen direncin
Kollarını kırıyorum her gece...
Nafile, nafile, Anne!
Boynuma asılı prangalar
Sevilmemişliğin hüznü ağlar...
Henüz giremediği harbi kaybeden komutanın
nedameti gibi içim sızlar...
Ah Anne!
Ne kötüymüş kader sarayım
Değersizleşen nesneler
Ahmaklığını yüzlere kusan insanlar
İşte yine ben zavallıyım.
Ah Anne!
Her gece uykumda ölmeye hazırlanırken
Usulca öpersin yanağımdan
Yaşlar süzülür gözlerimden
Unutulmuş diyarlarda
Açarım gözlerimi sabahlara
Dirilirim yeniden sabahlarda...
Ah Anne!
Kötüymüş kader sarayım
Hoyratça sarfedilmiş
İncinmiş her yanım
Yaşamak denen zulme
Katlanamaz oldu sabrım...
Ah Anne!
Artık bana bir hülya ver
Üşüyorum yaz sıcağında
Bana sıcak sözlü bir hırka ver
Ağlamayan gözlerimden nehirler taşıyor
Nedamet çığlıkları beni boğuyor
Tut elimden Anne!
Soğuk yüreklerin cehenneminden alıp
Serin cennetlerin gölgelerinde gezdir beni...
SERZENİŞ
İZZET IRMAK
Beklerim nicedir kendi hâlimde
Ne hatır soran var ne hal bilenim
Söylemekten yara çıktı dilimde
Gözyaşım sel oldu yoktur silenim
Silinmez maziden kalan hâtıra
Bilmem kaç yıl oldu akar bu yara
Kaçmak çare değil başka diyâra
Kalmak da hükümsüz mahpus ilânım
İlanlı ruhumun derin sızısı
Ezelden yazılmış alın yazısı
Hayallerim bağda erik tazesi
Çürümüş dal gibi geri kalanım
Kalan sürgünümün bekçisi benim
Dönüş pazarının kürkçüsü benim
Yârin gamzesinin okçusu benim
Ne gidenim belli ne de gelenim
Gel bakalım sonsuz maviliklere
Nasılsa bu hesap kalır mahşere
İzzet'im içimde hep yara bere
Daha bitmez artık girye nâlânım
OĞUL
HAŞİM KALENDER
Oğul boş dolaşırsın, başın havada gezer.
Yarı çıplak gelini, almam haberin olsun.
Ayağım uyar sanma, bizi bozar bu düzen.
Çağ vurgunu bir baba, olmam haberin olsun.
Evlendin mi ilk akşam, eve gelin oturun.
Delme takma arkadaş, varsa eğer bitirin.
Bir kuralı var işin, gelin gitmen getirin.
Bekâr kalsan iç güvey, salmam haberin olsun.
Gelin isterim senden, beni babası bilsin.
Ufak tefek hatayı, görmezden gelip silsin.
Somurtmasın yüzüme, ta yüreğinden gülsün.
Yoksa açsan evine, gelmem haberin olsun.
Kızım deyip seveyim. Saçlarını tarayım.
Sizin için döşensin, gönlümdeki sarayım.
Dizim tutmaz yorgunum, ben ki nasıl arayım.
Kolay kolay hatayı, silmem haberin olsun.
Yıllar yılı hayali, kovaladım olmadı.
Hangi kapıya varsam, kader tuttu salmadı.
Yetti gayri be oğul, tahammülüm kalmadı.
Ecel hangi gün gelir, bilmem haberin olsun.
Sen ki canımda cansın, evimdeki direğim.
Dili tatlı olsunda, kutnular giydireyim.
İnsan olsun yeterli, yemeyim yedireyim.
Hakkımı helal edip, ölmem haberin olsun.
Kalender’e çok görmen, gelin sizi öveyim.
Dövdüm diye şımartıp, dizlerimi döveyim.
Çok gördünüz sevmeyi, fidanları seveyim.
Torunsuz bu dünyada, gülmem haberin olsun.
Demiştim adamlar bekar kaldı
BU BENİM
BİNNUR DOĞAN
Sıradan bir hikayem yok benim. Sıradan bir insan da değilim.
Çok şükür kendimi cahilliğede kurban etmedim cahil kalıp.
Benim mücadelem hayatla değil insanlarlaydı kırkyedi yaşıma kadar
Çok uzatmayacağım; acıyorum hayatta bir amacı olmayan, bu hayata bir eser bırakmadan, sadece nefes almayı yaşamaktan sayan boş insanlara.
Çocuktum, o çocuğu yüreğimin derinlerinde saklayıp insan karekterlerini inceleyip, mimik okumaya, hareketlerinin ne anlattığını keşfetmeye çalıştığımda.
Kalemimi güçlendirmek için çalıştım
Resimde mükemmele ulaşmak için çabaladım
İnsan kalmak tek amacımdı
Örf adetlere hep önem verdim
Benden olmayanı ötelemedim
Herkesin bir fikri olduğunu bilecek kadar aklım başımdaydı
Herkesin bir sınırı vardır ve o sınırları asla aşmadım
Kimsenin işine karışmadım.
Yaptığıma sahip çıktım
Yapmadığımla yapmış gibi övünmedim
Kimseye karabulut gölge olmadım
Bir durum, olay karşısında önce kendimi hesaba çekip şahit olanları dinledim.
Hiç bir zaman senin benim olaylarına girmedim
Biz olabilmek tek amacımdı
Aynaya korkmadan bakabildim her zaman ve bu bana gurur veriyor.
Kendimi çok seviyorum
Geldiğim yol ne kadar dikenli olsada gideceğim yoldan vazgeçmedim geçmemde
Çünkü; boş insan değilim
Hayallerim var benim
Bu arada; ilk Fotoğraf otuz yıl öncesine ait ikinci fotoğraftaki tabloda benim hayatımı anlattığı için benim için çok kıymetli
Ve sorsalar bana ne istersin hayat hikayemi bir gün anlatabilmek
FERMAN
NURULLAH ÖZDEMİR
Dinlesin sözümü sözce bilenler,
Ateşin dumanı dıştan içedir.
Sevdâ halvetinde mahir olanlar,
Âşıkın canânı dıştan içedir.
Evelemek fani, hakikat kader.
Kim murat diledi, O' diler "Ol" der.
Boşadır âh u vah, dert, tasa, keder!
Gönülün dermanı dıştan içedir.
Marifet kelamda yoksa dîlde mi?
Kuduret dervişte yoksa külde mi?
Maharet bülbülde yoksa gülde mi?
Meczub'un amanı dıştan içedir.
Kıl nazar ya pirim kerametinden,
Yol göster zerre-i alâmetinden,
Rendele kibrimi azametinden.
Nâçarın gümanı dıştan içedir.
Kuş gördüm tırmanır, göğe kanatsız.
Cenk ettim gölgemle, kılıçsız, atsız.
Bal yedim çiçeksiz, arısız, tatsız.
Mananın beyanı dıştan içedir.
"Kün" dedi ervah-ı kalem bâbında
Can biçti siret-i insan tâbında
Narmânî ruhsatın aldı hâb'ında
Feleğin fermanı dıştan içedir...
TUTSAK
SEMA ERGÜL
Ellerim kelepçe hengamesinde kaçarken
Sensiz bir İstanbul'a kilitlediler
Gözlerim umuda güvercin ararken
Ahraz bir dilin göz hapsine düştüm
Buz tutmuş bir kalbin mültecisiyken
Sensiz bir geceyi örtüler üzerime.
Hayallerimi giyinmiş yol alırken
Genç ölümün soluk benzine düştüm
Pervasız sevdanın baş kahramanıyken
Repliksiz bir figüranmış senin sevdan
Kaldırım taşlarına sensizliği yazarken
Hadsiz bir şairin kalemine düştüm...
AZİZEM;
AHMED KARDOK
aza kanaat eder misin bilemem
ama ben az bakarım,
fazla kelam da bilmem,
devrik cümlelerle
gerektiği kadar konuşurum.
sonra yazıyı da Ali-okulundan öğrenmişim.
takvim yaprağı arkasında yazılan risaledir,
okuduğum ilk hikaye,
ve babamın bana okuttuğu ilaç prospektüsleri.
en çok da tok karnına alınan bölüm dikkatimi çekerdi
açlığın yaşamla kol-kola girdiği,
sefaletin insanla kardeş olduğu bir yerde..
ve anlamını bilmediğim;
beher tablet
endikasyonlar,
kontrendikasyonlar,
hoş hala da çözemedim ya...
kısaltılmış yazmaya alfabem yetmez
kısaltılmışların anlamını da bilmem
aşk içeren cümleler mekanıma uğramaz
tüm duygularım gözlerimde birikmiş,
birikmiş birikmesine de
ama ben yüzüne bakmaya utanırım,
büyük annemin utangaçlığı dır yüzüme yansıyan.
hele,o seni seviyorum var ya!
bana bin dereden su getirtir!
laf aramızda;
kendimi övmeyi de sevmem,
zaten istesem de övünülecek bir meziyetim yokki
ama bir bakarım,
pir bakarım...
çoğu kez,
utangaçlığın gamzeleri oluşur ,
ve ben içinde kaybolurum.
İçimde bir aşk volkanı,
ağlamaya dönüşür.
örselenmiş saflığın dışa vurumu der geçerim
içimde biriken öfkeler,
kendini iki damla göz yaşında bulur
sonra döner derdimi gölgeme anlatırım
hissiz bir mekanda...
nerede telef olmuş bir kuş,
nerede üşüyen bir kedi,
nerede ağlayan bir çocuk,
ve koynunda intiharı saklayan bir kadın görsem,
işte,
işte, bu benim der,
kaderime yorarım...
altını üstüne getiririm imgelerin
hani, bildiğimden değil,
zorla öğretilen bir dilden,
kendimce şiirler karalarım.
çok sevdiğim bir arkadaşım;
"yürekte kaybolmuş şiirilerin finali olmaz"derdi,
katlime sebep olanları ayıklar,
kıt-kanaat sözcükler ararım
sadece edebini bilirim, edebiyatın
hani Ali-okulundan mezunum ya!
maneviyat ta sarmaz beni,
kıyıya vuran ölü bebekler gördüğümden beri
hep günahlarıma sığınırım
artık okuduğum o eski risalelere de inanmıyorum
bundan dolayı kafir diyenlere de kızmıyorum
acısını nasıl unuturum
mülteciliğin kırbacı sırtımda şaklarken
karanlık köşelerde provasını yaparım yaşamın
çoğu kez,
sessizce,kendime ilan'ı aşk ederim.
Sonra anlarım ki,
aslında özgür olmayanın aşkı da olmaz
neyse azizem,
takılmayalım illegal sözcüklere
gel biz yine bakışalım ,
varsın az olsun.
mobeselerin olmadığı sokakta,
yasaklı dilimizin yetmediğini,
gözlerimizle yaşayalım
sınırsız,
sansürsüz...