Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

GELDİ / GELMEDİ

MÜŞTEHİR KARAKAYA

mektup geldi, onu kış getirdi

getirdi de götürmesi bir oldu

selam ederim o ağrıyan kalbine

kucaklarım o gri gökyüzünü

 

iyi bak amcaoğlu kendine

deniz, bir pîr gibi gözleriyle

kar, dost kılıcı elleriyle bakar

çok eskiden içinde ne sen vardın ne ben

yokuşların ayaklarını yıkayarak

abc’den en kalın lugat’a kadar

bütün kelimeleri üstüne yağdırdılar benim yerime

 

belki kaybolmak ana sütü gibi helâldi

ya şimdi en son aynada

titreşen beyaz saçların hiçbir teli

kendini yeniden dalgalandıramaz gurbet yerine

ne o köy benim köyümdü

ne erguvan bahçelerinde kaybolduğum mekan

içinde ırmak geçen bir yerdi

tam elli yıldır geçen zaman

 

mektup gitti onu kış götürdü

götürdü götürmesine de

selam eder iki mevsim baharını salarım

güz saçlarına yuva yapsın diye kuşları

 

01.01.2016

-iki gün iki gecedir durmadan

yoğun kar yağışı altındayız...

baktım olmuyor

mektuplara sığındım...

Mavi Şehrin Kalemleri

BENCİLLİK KURDELESİ

 ÖZLEM ÇALLI

bu hediyem sana sevgilim

evet, sunuyorum sana

ismi “bencillik kurdelesi”

 

sana kocaman bir şehir aldım sevgilim

sen güzel  yaşa diye

sen var oldukça hayat mükemmel

sen güldükçe ömür leyla tarlası

olsun diye- ve daha bir sürü şey

 

hediyemi verdim sana

herkese söyleyebilirsin “bu benim şehrim”

kıskançlık uzak, gıptalar yakın olsun sana

 

güzel yaşa şehrinde

dilediğini yaşa

 

duvarlarına resimler çiz

çarşılarının göğüne yıldızlar as

kadehini barışa güzelliğe kaldır

hem öznesi hem nesnesi ol sen

 

unutma sevgilim

şehirler suçsuz

suçlu benim

 

insan insan olduğunda kalır şehirler

adına Efes de, adına Antakya de, adına İstanbul de

adı ne olursa olsun enikonu bir şehir

sen de unutma, olur mu?

 

şehri sana zimmetledim

 

o gün başladı tüm felaketler

acı duygular işte bilirsin!

gözleri kör eden rantlar

özlemini insanların lime lime eden

 

görmeyi unutturup bakmakta donduran

sonrası tanıdık

anlamak çöpteki çay posası ile kör

dinlemek sadece kulaklıklarının göz bebeği

 

bu şehri sana aldım sevgilim

sana verdim tapusunu

en yüksek tepesinden bakıyorum şu an yıldızlara

sen neden yanımda değilsin sevgilim?

Mavi Şehrin Kalemleri

SORSAN ÜÇ OKA DER

GÖLGE SÜMER

Yarası dudaklarıma toplanmış

Dilimin ucuna ulaşamayan bir haykırış.

Ah dolu çıkınımı sırtıma vururken adımladım

Soğumayan kızgınlığımı.

Bir adı yok bunun

Ada gerek yok aslında.

Suya dökülen mürekkep,

Süte tutunan çamur,

Gökyüzünde kayıp mavi,

Kırılan kalbe doluşan gözyaşı.

Huzuru hüzne boğduran münasebetsiz,

Gereksiz oksijen sarfiyatı.

Neresinden tutsan elinde kalan çürük dal,

Duvar dibi sarmaşık.

Asırları devirirken insanoğlu,

Hep bir ayağı çukurda tökezlemiş,

Sorsan hep aynı,

Sorsan iki kelimeye aciz,

Sorsan dilin dişine değmez,

Sorsan insanlığı bilmez.

Safra kesesinde biriktirir hayallerini

Zira orası bile bol gelir,

Aklı yanına verilmemiş

Hep gözüyle düşünür.

Bir kuş yavrusu titrer sonra sokak ortasında

Yağmursuz ıslanır içi,

Gözü küçülür

Sesi çekilir

Yüzü sonbahardan kışa dönüşür,

Anlamı dökülür dünyanın

Yaprakları sökülür kökünden,

Şafak vakti kaybolur zaman

Gün doğumlarıyla sükuta bürünür.

Topuk izine ağır gelir cüssesi

Sesi boğazında düğümlenir,

Sorsan üç okka der

Tartsan grama denktir.

Gönlünde uçan renkleri taşlar bir çamur

Taşlar gökyüzünde saklanır

Güneş görünmez

Dil kelimeleri bilmez

Kurulur koca bir taş sonra göğse,

Yazılar alfabeyi yitirir,

Dile lal oturur

Gözde fer kaybolur

Çıban başı irin söker,

Bir fidan göğsünden yıkılır..

Mavi Şehrin Kalemleri

BİR EYLÜL, DAHA GEÇTİ!!!

ZEYNEP KILIÇ

Doğduğum günlerden biri daha bitti

Kaç doğum günü yaşadım saymadım..

Yaşadım mı yaşamadım mı, bunca geçen,yılları?

Ben pek bir şey anlayamadım.

**

Hep bir şeyler eksikti ya da yarımdı!

Bir türlü onları tamamlayamadım,

Hayat mı benimle oynadı,yoksa

Ben mi hayatla?

Anlamadım!!

Hiç güldümmü kahkahalarla??

**

Gülemedim, hiç.!!

Gözyaşı alabildiğine,boldu...

Bir yerlerden saklanan hüzün hep benim oldu..

Hüzünler arkadaşım, yoldaşım oldu...

Ne garip? Bir de,..

Doğum günüm oldu!

**

Kahretmek anlamsız kaldı yaşananlara..

Niye dedim? Neden bunca,kaybetttiğim yıllara?

İsyanım tavan yaptı,...

Yaşadıklarıma..

İçim yinede anlamsız ümitlerle doluydu..

Belki'de, saçma!

**

Beni öldürmedi acılar, çektiğim sıkıntılar, yalnızlıklar...

Çok garip..

**

Güçlendirdi beni bütün bunlar...

Her gecenin ardından, doğan bir güneş, bir umut geldi..

Yüreğimdeki yaşam sevgisi her şeyi yendi..

Bir doğum günüm yine geldi geçti...

Mavi Şehrin Kalemleri

GURBETTESİN

DERYA GÜLTEKİN

Bir kuş konmuşsa eğer

gönül dalına,

her rüzgar estiğinde

yâr yanından geçerken

belki sinmiştir diye kokusu

kanat çırpar yüreğin...

Sımsıkı tuttuğun

bir umuttur nefesin.

 

Sevdiğin varsa içinde

o yana giden arabalara

el sallar hep

gözlerinde yüreğin...

Rüzgârını

Suyunu

Susuzluğunu

delisini de seversin

o şehrin....

 

...varsa

en yabancı şehirde

kanat çırpar yüreğin

....yoksa

şehrinde  bile

             ............gurbettesin.

Mavi Şehrin Kalemleri                                

MERHABA BENİM CANIM ANA VATANIM! 

ESMA BOLAT

Canım ülkem ve Türkiye’min tüm güzel insanları. 

Maalesef mi desem, iyi ki mi bilmiyorum fakat ben ötekileştirilen, sizlerin tabiriyle GURBETÇİYİM?

 Adımız üstünde işte, vatanımızdan uzak topraklarda gurbeti yaşayanlarız iliklerine kadar. 

Sayfamdaki birçok kişi üslubumu az çok bilirler.  2016 yılından bu yana kullandığım sosyal medyadaki sayfalarımın asıl gayesi, edebiyata, şiire, hoşgörüye, hayatın gerçeklerine ve insanlara dairdir. Acizane düsturum “güzel yaşa, güzellikler yaşat ve asla adaletten taviz verme” şeklinde olduğu için de hep bu tarz yazmayı seçtim.

 Belki de ilk kez bugün, sizlerin hoşgörüsüne sığınarak gurbetçi diye dışlanmamızın acısını akıtacağım klavyemden.  Amacım özel hayatımı yazarak ajitasyon yapmak değil, ülkesine uzak yaşayan herkesin yaşadıklarına vurgu yapmak aslında.  Lakin gurbetçileri anlatabilmek ve anlaşılabilmek için kendi yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak hepimizi anlatmak istedim.

Rahmetli babam gurbete dört çocuğunu doyurmak için gelen ilk kuşak gurbetçilerdendi. Dokuz yaşında beni ve tüm ailemizi buraya getirişinin tek nedeni, boğazına kadar batmış olduğu borçlardı. Sene bilmem kaç!  Çoğu insan gibi tek derdi sıcacık ve huzurlu bir yuvaydı. Dört evladı ve cefakâr eşi için başını kendi yaptığı eve sokmaktı. Yüklü borcunun tek sebebi buydu zaten. 

Babam bizi Almanya’ya getirirken hiç birimizin fikrini sormadı. Çünkü buraya gelmek hepimizin istikbalinin kurtulması demekti o yıllarda. Okula gitme şansım bile çok istememe rağmen olamadı.  Çünkü burada hepimiz çalışmak zorundaydık. Özellikle kız çocuklarının okumasının önemsiz, olduğu yıllar sadece Türkiye’de yoktu. Ne kadar ülke değiştirirsen değiştir, zihniyet değişmemişti.

Yaşımı büyüterek okul yaşantım, çalışma zorunluluğu yüzünden çabucak bitiverdi. 

Yıl 1984 aklım okulda kala kala 14 yaşımda başladım çalışmaya. Okuma yazma bilmeyen annemin kaderi benim yakama da yapıştı ne yazık ki!

İşverenler, annemin eğitimini sorgulamadı. Fiziki gücümüzden yararlandılar hep. Irgatlık yaptık yıllar boyu el memleketine. Almanya’da insanlar çalışmak için yaşarlar. Almanlar disiplini. Çalışırken kimseye acımazlar. 

Dil bilmezsin, geleneğini göreneğini tanımazsın, burada sadece verilen işi yapar ve parasını alırsın. 

Annem çalıştığı için ablam annelik yaptı bize, sonra kardeşlerime ben annelik yapmak zorunda kaldım. Ne çocuk olduğumuzu bildik ne gençliğimizi. Burada ne anne anneliği doya doya yaşar, ne evlat evlatlığı. Yarı aç yarı tok yaşar, yalnızca borç ödemek için didinir durursun. Ucuz diye Almanların attıkları ikinci el eşyaları kullanırsın.

Babacığım burada ünlü bir otomobil fabrikasında çalışırken üç defa hastaneye kaldırıldı, zorlu iş şartlarından. Oysa malulen emekli olduğunda bile tek gayesi vatanına, kendi topraklarına dönmekti. Olmadı... Babamı çocukken gurbette olduğu için görmemiştim, 53 yaşında kanserden vefat edince tamamen babasız kaldık. Cenazesini uçakla getirdik yıllarca uğruna hasret gözyaşları döktüğü ülkesine. En güzel yılları sadece çalışarak heba olmuştu çoğumuz gibi. Mesela ben pazar günü bile pijama ile gezinemem evimde, çünkü çalışmak zorundayım. Vücut dinlenmeye fırsat bulamaz. Irgat gibi çalışıp bey gibi yiyemeden ölür gideriz en güzel yıllarımızda. 

Döviz bazında yaptığımız, birilerinin hayran kalarak izlediğiniz ve özendiğiniz tatiller kadardır bizim hayattan aldığımız tat. Robotlaşmış bir yaşamdır Avrupa hayatı. Her şeyin saati bellidir. Asker eder insanı gurbet. Genelimiz aynı kısır döngüyü yaşar dururuz. Ya markette raf düzenleriz ya bir Almanın yemeğini yapar, hastasına bakarız. Ama yine de şikâyet etmeden çalışırız. İş iştir, gelir helaldir diye yaklaşırız kazancımıza.

Bizden önce gelen kuşak en şanssız olanı, bizden sonra burada dünyaya gelen üçüncü nesil daha şanslı şükür. En azından okul hayatı yaşayıp makam mevki sahibi oldular. Onların diyetini ilk ve ikinci kuşaklar rahat etsinler diye ödedi çünkü! Yaşadıkları ülkenin diliyle geldiler dünyaya. Eskisi gibi değiliz, çoğu söz sahibi artık Avrupa’da.

Kendini ifade edememek hem gurbette hem vatanında dışlanmak, başka milletten olduğunuz için ötekileştirmenin acısı nedir bilir misiniz?

Aşk deyince ilk aklımıza gelen “VATAN AŞKIDIR” bizim. Uzakta olsak da biz HEPİMİZİZ, BİRİZ. O kırmızı nazıyla gök yüzünde biz “TÜRKİYE’NİN ÇOCUKLARIYIZ” diye salınan bayrak, kutsaldır. İbadet etmek, ezan sesi duymak, milli marşımız İstiklal marşının önünde saygıyla durmak çok şey ifade eder gurbetçiler için.

Biz bu manevi duygular ile yanarken, kendi öz vatanımızdan birilerinin bizlere saldırması canımızı yakıyor.

 Kendini bilmez bir gazeteci günlerdir sosyal medyada bizlerden nefret söylemleri ile bahsediyor.  Ne kadar acı! Bu bir insanlık suçu. Amaçları bizleri dışlamak. 

Bize yapılan “NEFRET SUÇUNA” susmaya niyetimiz yok. Biz ülkemize girerken 1000’er Euro verecekmişiz. Biz vatanımıza birileri istedi diye sahip çıkmıyoruz. Biz burada sadece yiyip, içip gezmiyoruz.

Lüks tatil yapan bazı gurbetçiler sizi yanıltmasın. İki milyon gurbetçi rahat yaşıyor tatil yapıyor ise, diğerleri tıpkı Türkiye'de olduğu gibi dar gelirli veya borç içinde kıvranmaktadır. Yıllarca geliri düşük olduğu için tatil yapamayan gurbetçilerin varlığından haberdarım. Birileri gösteriş yapıyor hava atıyor diye, herkesi aynı kefeye koymak doğru değil.

Hem şahsımıza hem ülkemize faydalı olabilmek için didinip duruyoruz.

 Biraz araştırma yaptım kendi çapımda, öteki olarak hedefe alınan gurbetçiler kime ne fayda veya zarar sağlamış diye. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum izninizle.

Yurtdışında yaşayanların oy kullanma serüveni 29 Kasım 1987 yılında başlamıştır. Bu hak yeni verilmemiş. 

Fakat 2014 yılından itibaren yapılan “Yurtdışı Seçmen Kütüğü” düzenlemesinden sonra daha çok rağbet görmeye başlamıştır. Herkes kendisine verilen yurttaşlık hakkını, istediği partiye oy vererek kullanmaktadır.

Ayrıca 50 Avrupa ülkesi farklı devletlerde vatandaşlarına oy kullandırtmaktadırlar, bu da gözden kaçan bir gerçek...

Gurbette yaşayan 9,5 milyon Türk’ten 3 milyonu tekrar geri dönüş yapmıştır ülkemize. Geriye 6,5 milyon nüfus Avrupa da hâlâ yaşıyor. 

Kazandık doğru. Ancak kaybettiklerimiz de var. Fakat ülkemize kazandırdığımız da az değil!

Öncelikle bizlerin vatanımıza kazandırdıklarından başlamak isterim.

-Bedelli askerlikten yararlananların sayısı 1.5 Milyon.

Yıl 1987: 18.433 kişi- toplam gelir: 52.534.05

Yıl 1992: 35.111 kişi- toplam gelir: 101.8219

Yıl 1999: 72.270 kişi -toplam gelir: 614.465

Yıl 2011: 69.073 kişi -toplam gelir: 1.146,6118

Yıl 2014: 203.528 kişi -toplam gelir: 1.648.576,8

Yıl 2018: 635.582 kişi- toplam gelir: 1.970,304.2

Yıl 2019-2023: 402.045 -kişi toplam gelir: 2.010.225

Devletimizin sadece bedelli askerlikten elde ettiği gelir; 7 milyar 755 milyon dolardır.

-TUİK rakamlarına göre, gurbetçilerin sadece 2021 yılında Turizm, gümüş, altın, hediyelik, restoran vs. olarak katkısı 13 milyar Türk lirasıdır. Bunu yıllara yaydığınızda bu ülke ekonomisine yadsınamayacak kadar büyük bir katkıdır.

- Hava yolları ile vatana gelen gurbetçinin beş kişilik maliyeti 3500 ila 4000 Euro’dur.  Karayolu ulaşımında tüketilen yakıt ise, akaryakıt bazında destektir ülkemize.

-Avrupa vatandaşlarının GSYH (Büyüme Hesaplamaları katkısı) 100 milyar Euro’dur.

-Almanya’ daki Türk girişimci sayısı 2002 yılında 56.800, toplam yatırım tutarı da 6,5 milyar Euro oldu.

Türk girişimciler bu yatırım tutarı ile yılda 26 milyar Euroluk ciro yapabiliyor. Almanya’daki Türk girişimci sayısı 2000 yılında 59 bin 500, 2001 yılında ise 58 bin olmuştur. 

Toplam yıllık cirolar ise 2000 yılında 28.5, 2001`de 27,1 milyar Euro olarak gerçekleşmiştir.

Yani Avrupa Türklerinin Türkiye’ye getirisi 45 milyar Euro olarak belirtilmiştir.  (Kaynak: Sonar Araştırma Hakan Bayrakçı)

GURBETÇİLERİN KAYIPLARI 

Elle tutulup gözle görülemeyen zararlarımız tahmin edilenden fazla.

Yaşantılarımız, dini ve milli bayramlarımız hep eksiktir. Ailesinden uzak olanlar, yuva kuramayanlar, gurbet yollarında canlarını bırakanlar. Son günlerde  özellikle çizilen arabalar. Hep beraber bir arada olamamak, cenazeden, düğünlerden, özel olan her faaliyetten geri kalmak gibi eksiklerimiz vardır. 

Devletin korumaya aldığı ve Hristiyan ailelere verilen çocuklarımız evlatlık verilir. Bu çocukların sayıları 4.000 denilse de, daha fazlası olduğunu tahmin ediyorum. Burada yaşadığımız zorlu hayatlarımızı dört satıra sığdırmaya çalıştım, sizleri yormamak adına.

 Ey benim yurdumun nadide insanları bizler yurtdışında yaşıyor olabiliriz fakat TÜRK OĞLU TÜRK’ÜZ Almancı değiliz.

Tüm bunlardan yola çıkarak bizlere haksızlık yapan, aşağılayan ve dışlayanlara hitap etmek istiyorum, 

Sizler ülkemize ne gibi destekler sağladınız, açıklar mısınız lütfen! 

Bizlerin kazancını hesaba çekenlere sesleniyorum bizleri eleştirdiğiniz kadar, kendinizi sorguluyor musunuz? 

Bizler sizin yaşadığınız coğrafyada çektiğiniz sıkıntıları anlıyoruz katkı yapıyoruz, ya sizler Avrupa ülkelerinin sıkıntılarını yaşıyor veya anlamaya çalışıyor musunuz?  Biraz daha empati lütfen!

Almanya’dan Cennet Vatanıma yürek dolusu sevgiler. 

Saygıyla Hoş Kal Ülkem. 

Bakmadan Geçme