Medeniyetler İttifakı, Türkiye'nin ve İspanya'nın girişimleriyle hayata geçirilen, 21 Ekim 2004'te İspanyol Başbakanı Zapatero'nun BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmayla ilk tohumları atılan, Türkiye'nin de dahil olması ve BM'nin de desteğiyle yaklaşık 6 seneden beri zaman zaman gündeme gelen sözde medeniyetlerin birlikteliği, bir barış projesi ve birarada yaşamanın gerçekleşmesine katkı sunacak, bir diyer söylemi "dinlerarası diyalog" olan, projeye verilen addır. Bu girişimin nihai taslağının kamuoyuna açıklandığı İstanbul Toplantısı'ndaki şu ifadeler dikkat çekmektedir: İslam dünyası ile Batı arasındaki gerilim sebebi dini değil politik kaynaklıdır! Bu sebeple, hem kamuoyu desteği hem de kurumsal yapılanması tam olan bir medeniyetler ittifakı düşüncesi ile yeni bir dünya düzeni oluşturulmaya çalışılmakta ve Müslüman dünyasının aklını çelerek, inançlarından taviz verdirmeye ve İslami değerlerin içini boşaltarak inanan bir topluluğun kutsal değerlerini yozlaştırmaya; kişilerin inançlarına göre değil reel hayattaki yaşamına göre bir inanç modeli ortaya koymalarına sebep olacak; hiçte iyi niyet beslemeyen bir birliktelik ve bir ittifaktır. Bu ifadeler Türkiye kamuoyunda ne kadar biliniyor, tartışılır. Ancak bizim bildiğimiz ve bu yazımızda da anlatmaya çalıştığımız medeniyetler ittifakının gerçek yüzünü ortaya koymaya, insanımızı her konuda olduğu gibi bu konuda da bilinçlendirmeye ve bu noktada şuurlu bir Müslüman olarak hareket etmeye sebep olmaktır gayemiz.
Sözde medeniyet dediğimiz batı medeniyetine baktığımızda, aslolan ve bizlerin de temsil ettiği İslam Medeniyeti ile küçük bir karşılaştırma yaptığımız vakit; bu medeniyetin iflas ettiğini ve çaresiz kaldığını göreceğiz. Batı medeniyetinde, dünyaya gelen çocuk günahkar olarak doğar ve "vaftiz" dediğimiz olayla güya temizlenir. İslam medeniyetine baktığımızda ise doğan bütün çocuklar, anne-baba yahudi ve hristiyan dahi olsa; İslam fıtratı üzerine ve günahsız olarak dünyaya gelir. İşte en büyük farkımız sözde bir medeniyetin, insanı doğar doğmaz aşağılayarak günahkar sayması; İslam'ın ise onu yücelterek, hemen bir eğitime tabi tutmasıdır. Batı medeniyeti beşeri sistemlere dayandığı için ben merkezli ve sömürü sistemi üzerine inşa edilmiştir. İslam medeniyeti ise vahiy kaynaklı ve insan merkezlidir. Bu yüzden sömürü yerine insana hakkettiği değeri veren hem bu dünyayı ve hemde öteki ebedi hayata dair kurtuluş reçetesi sunan bir yaşam nizamıdır. Mevlamız Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz (c.c): "Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." (Bakara/120). Bir diğer ayette "Allah katında din İslam'dır" (Al-i İmran/19) buyurmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerin örneklerini çoğaltmamız mümkündür.
Ünlü akademisyen Samuel P. Huntington"un Medeniyetler Çatışması tezinde; medeniyetleri birbirinden ayıran temel unsurun "din" olduğunu ifade etmektedir. Huntington, Batı medeniyetinin karşısında ve Batı medeniyetiyle çatışacak güç olarak İslam medeniyetini adres göstermektedir. Bu medeniyeti oluşturan Müslüman niteliğine haiz ülkelerin refah düzeyleri ve askeri güçleri genel olarak değerlendirildiğinde, münferit birkaç istisna hariç, hemen hemen hiçbirinin Batı medeniyetine ait bir ülkeyle yarışamayacağı izahtan varestedir. Ayrıca ülkelerin tamamına yakını siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın pençesine düşmüş kendi iç meseleleriyle uğraşmaktadır. Bütün bu olumsuz faktörler ve bu ülkelerde batı medeniyetinin yerine geçecek yeni bir medeniyet arayışını çabalayan entelektüel hareketlerin varlık gösterememesi, kendi medeniyetimize ait bir ekonomik, askeri ve siyasi birlikteliğimizin olmayışı ve bu düşünce üzerine bir birlikteliğin sürekli engellenmesi değerlendirildiğinde; "Müslüman" sıfatını taşıyan ve "İslam Medeniyeti"nin bir parçası olan bütün ülkelerin birlik olup, aynı "ülkü" etrafında toplanıp, var olan bu düşmanlara ve batı medeniyetine karşı ortak tavır ve strateji belirlemesinin günümüzde çok önemli ve elzem olduğu bir hakikattir. Ancak Türkiye şimdi, çaresizlik içinde Avrupa Birliği'ne girmek için çabalıyor. AB'nin idealleri İslam'ın idealleri ile örtüşmemektedir. Örtüşmediğine göre Türkiye bu idealleri etkileyebilecek, insanlığın hayrına yöneltebilecek mi? Yoksa kendisi de bu idealleri sorgulamadan benimseyecek ve "ötekilere" zulmederek kendini "kurtarmanın" yoluna mı koyulacak? Her aklı, imanı ve vicdanı olanın düşünüp cevap bulması gereken sorulardır bunlar.
Vesselam...
Yorumlar 1