Mendil
Güneş ne çabuk doğuyordu. Oysa gideceğim yer hala karanlıktaydı. Boşuna dememişlerdi:
“Güneş doğudan yükselir.”Sözünü.
Van Şişli Öğretmen evinin lobisine sabahın köründe indiğimde tesisin emekçileri çoktan iş başındaydı.
—Veda zamanı. Diye uzattım 318 nolu odamın anahtarını.
—Lütfen bir kontrol edin odayı.
Resepsiyon (ön büro) çalışanı gülümsedi:
“Öyle şey olur mu hocam. Yine bekleriz.” Dedi el sıkıştık teşekkür ettim.
Öğretmen evinde konukların sabah kahvaltısı açık büfe… Bavulumu ve Veysel Talay ile Rıdvan Can kardeşlerimin akşamdan getirdikleri Van çörekleri ile otlu peynir kolileri ve bavulumu bir köşeye çekip restorana yürüdüm.
Son sabah ve son kahvaltımdı. Açık büfede Van’a özgü kahvaltılıklardan kavuttan, murtuğadan, otlu peynirden tabağıma koyup henüz hiç kimsenin olmadığı salonda bir masa seçtim kendime. Cep telefonumun saatine baktım, içimden:
—Nihat şimdi gelmek üzere… Diye mırıldandım.
Ve Nihat da gelince kahvaltımızı yaptık.
“Öğretmen evi anlattığın gibi güzel…” Dedi Nihat.
Dönüş zamanları acıklı Türk filminin finaline benzer. İnsanın içi acır. Ayakları birbirine dolanır. Ve hatta ağzından çıkan sözcükler bile pelteleşir.
Nihat Işık’la Van Havaalanında ağabey, kardeş gibi sarıldık. O benim bundan böyle sekizinci kardeşimdi. Helalleştik.
İşlemleri yapılmış biletimle uçuşa açılan kapıdan geçtim.
Ne kalabalıktı. Son yılların en güzel hizmetlerinden biriydi uzak diyarlara uçak seyahatleri.
Yolcuları gözledim. Heyecan ve kaygı hüzünle sarmaş dolaş olmuştu. Ve bir grup genç de vardı yolcular arasında. Mihmandarları öğretmen onlarla tek tek ilgileniyordu:
—Nereye gidiyorsunuz gençler? Diye sordum.
“Çanakkale!” Yanıtını verdiler.
Bir ülkenin ve halkın:
“Bizi asla teslim alamazsınız. Biz istersek yurdumuza ayak basamazsınız.” Dediği kutsal yer Çanakkale!
Ya Zeve?
Van’ın o kutsal mabedi? Acaba bu gençler orayı ziyaret etmişler miydi?
Sordum:
-Zeve’yi ziyaret ettiniz mi?
Zeve’yi ziyaret etmek bir tarafa, adının anlamını bile bilmiyorlardı. Söz aldım onlardan:
—Dönüşte mutlaka ziyaret etmelisiniz. Diye
Ve yeniden düşündüm… Soykırım şamatası ile dünyayı ayağa kaldıranlara rağmen bizim çocuklarımıza Zeve kin kışkırtması yapmaması ne garip çelişkiydi. Ve doğru olan da buydu...Biz Vanlılar kin tohumu ekmeyi sevmiyorduk. Farkımız, geçmişteki düşmanlıklarla yaşamanın kimseye bir faydasının olmadığı bilinicinde olmamızdı Doğru olan da buydu. Tarihimizi bilmek ama içinde ders çıkarırken intikamcı duygulardan uzak durmaktı.
Uçağa zeminden yükseltilen merdivenlerle geçip, koltuklarımızı bulduk. Uçak full doluydu. Ne güzel rastlantı ki aşağıda konuştuğum üç genç de oturduğum koltuğun sağ yanındaydı. Şakalaştık. Tuttuğumuz takımlarımızla ilgili geyik yaptık. Biri Beşiktaşlı, ikisi Fenerbahçeliydi.
Yanımda oturan biri ben yaşlarda diğeri çok yaşlı yolcuyla selamlaştık. İstanbul oradan da Bursa’ya gidecekler. Yaşlı adam hemen yanımda oturanın misafiri… Depremden sonra memlekette ne var ne yok satıp gidenlerden.
Uçağımız pistte ağır ağır ilerlemeye başlamıştı ki arsız gözlerim o ayrılık zamanlarının hüznüne bir kez daha yenildi. Yanaklarıma patır patır damlayan gözyaşlarını elimin tersiyle silerken yanımdaki yolcu:
“Çîma?” Diye Kürtçe sordu.
Biraz mahçup:
—Şobe (nezle) oldum galiba. Dedim.
İçim kıyılıyor ve resmen sessizce ağlıyorum.
Dörde katlamış tertemiz mendilini uzattı yaşlı adam. Alıp yanaklarımın ıslaklığını sildim. Mendili geri uzattım, almadı. Elimi kalbimin üzerine bırakarak teşekkür ettim.
Uçağın tüm motorları birden son gürültüsüyle etrafı sarsarken, uçağımız yerden kesilip çoktan göğün derinliklerine yükselmeye başlamıştı.
----------------------
çîma: niye,neden