Mendilimde gül oya
Hepimiz merak ederiz annemiz ve babamızın nasıl tanışık olduğunu, evlenme nedenini. Ve en küçük fırsatta sorarız:
Hepimiz merak ederiz annemiz ve babamızın nasıl tanışık olduğunu, evlenme nedenini. Ve en küçük fırsatta sorarız:
"Nasıl oldu da bir araya geldiniz?" Diye.
Bende merak edenlerdendim.
Yakışıklı, fiziki yapısı Ayhan Işık gibi olan rahmetli babam nasıl tanımıştı annemizi?
Bizimle hayli mesafeli olan, buna rağmen çok okuyan ve sinemayı hayatının bir parçası gibi gören ince bıyıklı babama böyle bir soru sormak bir yana mahremi konuşmak çok zordu.
Günün birinde, hem de yazdan kalma güzel bir güneşli günde anacığım teştin (leğenin)başında dağ gibi yığılan çamaşırlarla boğuşurken yanına iskemle çekip oturdum.
"Gız ana anlat bi... Seni nasıl buldu babam?"Diye pat sordum.
Dalga geçtiğimi sandı. Saçlarına dolanan leçeğini çekiştirip dik dik baktı gözlerime:
"Ödev mi verdiler sana? Ananla, baban nasıl evlendi diye yaz mı dediler?" Dedi sesini yükselterek.
Başımı önüme eğdim:
"Öyle gibi." Dedim.
"Get başımdan, men ne haldayam, sen ne sorisen." Dedi sinirlenerek.
Elindeki sabun kalıbını kafama yer miyim, yemem mi korkusuyla fırlayıp kalktım yanından.
Artık o muzur soru kafamın içinde dolanıp duruyordu. Güzel bir anını kollayıp soracaktım yine.
Öyle ya bundan kırk elli sene önce sosyal medya mı, cep telefonlarından mesajlaşmak mı vardı? Ya da Güzün abla köşeleri mi vardı ki yol yordam gösteren… Birileri görmüştü anamı ve babama da anlatarak:
"De hade gidelim ağabeylerine de; ay yüzlü, sırma saçlı güzel mi güzel kızdır. Allah'ın emri, peygamberin kavli diyelim, isteyelim mi."Demişlerdi.
Sonunda karlı bir kış günü, çıtır çıtır yanan sobanın yanında oturan ve elindeki şişler arasında çorap örerken sordum o soruyu.
Pembeleşti yanakları, gözlerinin içi parladı, titreyen mahcup bir sesle anlattı.
"On dört bile değildi yaşım. Büyük anam hani şu bahçesinde leylak ağacına çıktığın Zehra nenen evindeyim. Bir ara Siirtli komşu kızlar çağırdı. Evin önüne çizilmiş halkalar üzerinde taş oynuyoruz. Adamın biri gelip geçiyor yanımızdan. Ve her geçişinde bembeyaz bir mendili tam da menim yanı başıma atıyor. Men alıp, atıyorum mendili o tekrar alıyor, bir tur sonra dönüp yine atıyor. Hani bir mana veremiyorum. Alıp burnumu mu silsem, üstüne ayak mı bassam… Sonunda usanıp geçip gidiyor."