Nazife Ilıkçı ve Kırmızı Pabuçlar

Sadece öğrencilerin değil, Anne ve Babaların da Ders Alması Gereken Gerçek Hayat Hikayesi:

RÖPORTAJ: NALAN ŞAFAK TENGİZ

Eğitim, öğretim hayatını sürdüren Nalan Şafak Tengiz gazetemiz yazarlarından şair yazar Nazife Nazan Ilıkçı ile yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz. 

Nalan Şafak Tengiz: "Kırmızı Pabuçlarım" kitabınızda kaybetme, ayrılık duyguları ve bu duyguların yanında mücadeleci bir ruh vardı. Bu kaybetme duygusuyla ilk ne zaman tanıştınız ve size neler hissettirdi?

Nazife Ilıkçı: Kaybetme duygusunu ilk kez, ilk bebeğimi kaybettiğimde tattım. Çok zorlu bir süreçti benim için. Dokuz ay anne karnında heyecanla beklediğim evladımı, doğurduktan on gün sonra kaybetmek gerçekten acı vericiydi. İlk bebeğimi kaybettiğimde çok korktum. Belki de bir daha anne olamayacağım, dedim kendime, o endişe vardı içimde. İlk bebeğim erkekti ve oğlumu kaybettikten üç gün sonra karşı komşum doğum yaptı, ikiz bebekleri oldu. Orada, o an da daha çok üzüldüm, daha çok ağladım. "Ey Allahım," dedim. "Sen bana bir tane verdin, geri aldın. Bak, isteyince herkese iki tane veriyorsun. Ben senden iki tane bebek istiyorum. Bir tane aldın, yerine iki tane ver. Kız ya da erkek, hiç fark etmez ama bana iki tane evlat ver." dedim ve ikinci hamileliğimde ikiz bebeklere hamile olduğumu öğrendim. Birbirinden sağlıklı ikiz kızlara hamileyim ve onun heyecanı içinde kıyafetler alıyoruz, alışveriş yapıyoruz. Aradan geçen birkaç ayın sonununda annemin kaza yaptığının ve hayatını kaybettiğinin  haberini alıyorum. Evden çıkmış ve henüz on metre bile gitmeden düşüp bayılıyorum sokak ortasında. O düşme anında ikizlerimden biri darbe alıyor, bense üç gün sonra gözlerimi yoğun bakımda açıyorum. Uyanınca doktorlara ilk sorduğum şey, "Annem nasıl?" olmuş. Annemi kaybettiğimi düşünüyorum ben, bana öldüğünü söyledikleri için. Doktor bana, "Annen iyi, yoğun bakımda. Kendin çocuklarını düşün, onları merak etmiyor musun?" diye sordu. Ben o an hiç bebeklerimi düşünmüyorum, çünkü sağlıklı bebeklere hamile olduğumu biliyorum. O gün, o acı haberi öğreniyorum, ikinci bebeğimin engelli doğma ihtimalini öğreniyorum. İlk bebeğimden dolayı onu da kaybetme korkusu sarıyor beni. Onu da kaybedeceğim, diye düşünüyorum. En sonunda doktorlar, "Hamileliği sonlandıralım." dedi. Kabul etmedim, çünkü zaten bir tane evladımı kaybetmiştim. Göz göre göre, darbe aldı diye nasıl hamileliğimi sonlandırırdım ki? Ne olursa olsun bu bebek benim evladım, benim imtihanım. Ondan sonraki altı ayım çok zor geçti. Acaba nasıl bir engeli olacak, acaba konuşamayacak mı, acaba göremeyecek mi, diye diye geçti altı ayım. Her kontrole gittiğimde daha ağır düşüncelerle çıktım doktorun yanından. Çünkü beni nasıl bir şeyin beklediğini bilmiyordum. Sadece çocuklarımdan birinin sağlıklı, diğerinin engelli olduğunu söylüyorlardı. Nihayet ki doğum esnasında ilk dünyaya gelen engelli bebeğim olan Bilge kızım oldu. Doğdu ve ağlamadı. Neden ağlamadığını soruyordum etrafımdakilere, kızımın ölmüş olabileceği, onu kaybetme korkusu vardı içimde. Sonra ikinci kızım dünyaya geldi beş dakika sonra, Betül hemen ağladı ama Bilge hâlâ ağlamıyordu. O esnada Bilge'nin de ağlama sesini duydum. 

Nalan Şafak Tengiz: İlk konuşmaya başladığımızda komşunuzun ikiz bebekleri olduğunu ve bunun üzerine ikiz bebekler istediğinizi söylemiştiniz. Peki, ikiz bebeklerinizden birinin engelli doğacağını öğrendikten sonra bu durum size ne hissettirdi? 

Nazife Ilıkçı: Kızımın engelli olduğunu öğrendiğimde doktor, "Kendinizi her şeye hazırlayın. Kör de doğabilir, sağır da doğabilir, şu anda bunu kestirmek mümkün değil ancak doğduğunda öğreneceğiz." demişti. Ben de doktora, "Ben ilk bebeğimi kaybettim. Sağlıklı ikiz bebek bekliyordum, şu anda ikizlerimden bir tanesi engelli. Demek ki ben bu dünyada evlatlarımla imtihan olacağım." dedim. Onlar benim en güzel imtihanım, ne olursa olsun ben mücadeleyi hiçbir zaman bırakmayacağım.
Nalan Şafak Tengiz: Kızınız Bilge doğduktan sonra o kaybetme duygusunu hissetmeye devam ettiniz mi?
Nazife Ilıkçı: Evet, kaybetme duygusu hâlâ vardı. Çünkü doktolar kızımın sadece bir ay yaşayacağını söylüyorlardı. Bir arayış içindeydim. Bilge uyumuyordu, sürekli ağlıyordu, uyutamıyordum ve ben de sürekli kaybetme duygusu vardı. Acaba uyandığımda kızımı bulamayacak mıyım, nefes aldığını hissetmeyecek miyim, korkusu vardı sürekli. Bu korkuyu zaten hiçbir anne atlatamaz, o korkuyu muhakkak ki yaşarlar. 

Nalan Şafak Tengiz: Sizinle ilk karşılaştığımda bana, "Doktoların söndürmeye çalıştığı umutları, bir annenin diri tutuşu..." demiştiniz kızınız için. Bu sözleri söylemenizin sebebi nedir?

Nazife Ilıkçı: "Umut yok, boşa mücadele etmeyin." diyordu doktorlar. "Konuşamayacak, zeka geriliği var, yaşarsa eğer gelişimi çok geriden gelecek, yaşaması bile mucize." denilen bir hastaydı benim kızım. Pes etmedim. Bir ay oldu, iki ay oldu, üç ay oldu... O umut hep vardı, kızım yaşadığı sürece umut hep vardı. Umudumu hiç kaybetmedim ama o kaybetme duygusu hiç eksilmedi. Kızım şu an 27 yaşında, çok zorlu süreçler atlattık birlikte. 5 yaşına kadar hiçbir şekilde hareket edemiyordu, mamayla besliyordum. İkizi Betül konuşurken, yürürken Bilge sadece onu uzaktan, yataktan izliyordu. Bizim bir çabamız vardı, evde yaptığım terapilerle ölü sinirlerin zamanla uyanmasını sağladım ve buna ben yine mucize diyorum. Çünkü, yine kafamın bulandığı bir zaman da Bilge'yi alıp dışarıya çıktım, yürüyüş yaparken yıllar önce tanıştığım bir doktorla karşılaştım. Ayaküstü konuşurken bebek arabasında boylu boyunca yatan kızımı gördü. Bilge'nin durumunu anlattım, "Sus," dedi bana. "Hiçbir şey söyleme, sil gözyaşlarını, muayenehaneye geliyorsun hemen." dedi ve orada bana yapmam gereken hareketleri söyledi. "Kızının doktoru da sensin, hocası da sensin, öğretmeni de sensin. Gösterdiğim hareketlerle sen kızını ayağa kaldıracaksın, sen iyi bir annesin." demişti bana ve gerçekten de söylediği gibi oldu. Doktorumun söylediği hareketleri senelerce uyguladım. Ağlıyordu, susmuyordu. Onu sakinleştirmek için dışarıya çıkarıyorduk sürekli. Sonunda ise ikiziyle değilse bile kardeşiyle birlikte sürünmeye, yürümeye başladı. 

Nazife Ilıkçı ve Kırmızı Pabuçlar

Nalan Şafak Tengiz: Terapiler esnasında Bilge'nin ağladığını söylediniz, bu size neler hissettirdi?

Nazife Ilıkçı: Çok fazla acı çekiyordum, kızımla birlikte ben de ağlıyordum ama yılmadım. Doktorum bana, "Ağlasın, sakın pes etme. Ağladıkça damarları açılacak, sinirleri uyanacak, bırak ağlasın." diyordu. Ben artık kızımın ağlamasına dayanamıyordum, gözyaşlarına boğuluyordum. Ben bırakıyordum, eşim devam ediyordu; ben diğer odaya gidip kulaklarımı kapatıyordum kızımın ağladığını duymamak için. İkizi oyuncaklarla oynarken Bilge uzaktan izlerdi, bunu görmeye dayanamazdım. Yine diğer odaya gider, ağlardım ve daha sonra Bilge'nin yanına gidip ona oyuncakları gösterirdim. "Bu bebek, bu kırmızı renk, bunlar hayvanlar..." derdim, çünkü onun da oyun oynamak istediğini, ikizi gibi olmak istediğini bilirdim. Beni algılayabiliyordu, bunu biliyordum. Ona sürekli yürümeye başladığında kırmızı ayakkabılar alacağımı söylerdim. Bilge artık hareketlenmeye başladığında, bir ayakkabı dükkanının önünden geçerken elini zorlayarak bana kırmızı ayakkabıları gösterdiğinde, o an hissettiğim duyguyu asla unutmuyorum. Kızım beni algılayabiliyordu, söylediklerimi duyabiliyordu. 

Nalan Şafak Tengiz: Annenizin kaza ve ölüm haberini aldıktan sonra başınıza gelenler, kızınız Bilge'nin engelli doğmasına sebep olmuş. Anneniz bu kaza sonrasında size karşı neler hissetti?

Nazife Ilıkçı: Annem hep kendini suçladı. Benim yüzümden kızın bu hâle geldi, benim yüzümden bu kaza yaşandı, dedi sürekli  ama ben hep, "Anne, üzülme. Bu benim imtihanım." dedim. Her insan bir şeyle, bir şekilde imtihan oluyor hayatta. Kimi eşleriyle, kimi yoklukla, kimi evladıyla... "Ben de evladımla imtihan oluyorum." dedim anneme. Annem yine de vicdan azabı çekiyordu ve Betül'ün, diğer kızımın bakımını üstlenmek istedi. İçim rahat etmedi. Betül'ün ileride ne düşüneceği düşündüm hep ve en sonunda anneme taşındım. Geceleri Betül'e o bakıyordu ve ben de Bilge'yle ilgileniyordum. Sonrasında Bilge'yi bir rehabilitasyon merkezine gönderdim ama yine duramadım, ben de kızımla gidip geldim. Oradaki doktorların kendi aralarındaki konuşmalarını dinliyordum, içimi acıtsa da kulak misafiri oluyordum. "Umutsuz bir hasta," diyorlardı Bilge için fakat ben kızıma her zaman güvendim. "Kızım ayağa kalkacak, kızım benim mucizem olacak." dedim ve oldu da. Uzun uğraşlar sonucunda kızım yüreyebiliyor, konuşabiliyor. Konuşmak istediğini bana, 16 yaşında söyledi ve ben o zamana kadar kızımın sesini ağlayışları dışında hiç duymamıştım. Bu bir anne için çok acı verici bir şey. Kalabalık ortamlarda bulunmazdım, herkes konuşurdu ama Bilge konuşamazdı. "Ben konuşamıyorum, canım yanıyor" derdi Bilge. Zamanla her şeyi anne-kız aştık. Okula gitmek istediğini söyledi, geç de olsa okula yazdırdım, kendim götürüp getirdim. Gözleriyle okumayı çözdü, dengesinden dolayı yazı yazamazdı ama şimdi onu da aştık, yazabiliyor, okuyabiliyor. Okulda belki tahtaya kalkıp iki kere ikinin kaç olduğunu sesli bir şekilde söyleyemedi ama benim kızım okula gitti ve nihayet Bilge'nin konuşmasını ilk kez 18 yaşında söylediği "anne" kelimesiyle duydum. 

Nazife Ilıkçı ve Kırmızı Pabuçlar

Nalan Şafak Tengiz: Kızınız Bilge, yazdığınız "Kırmızı Pabuçlarım" hakkında ne düşünüyor ve size neler söylüyor bu konuda? 

Nazife Ilıkçı: Kızımın hayali üniversite okumaktı. "Üniversite okuyacağım anne, öğretmen olacağım, benim gibi engelli çocuklara yardım etmek istiyorum." diyordu Bilge. Bu hayalini hiçbir zaman gerçekleştiremeyecek, hiçbir zaman öğretmen olamayacak engelli durumundan. Bu yüzden Bilge bu kitabı çıkarmamı çok istedi. "Anne, madem ben öğretmen olamıyorum, madem ben engelli çocuklara bir fayda sağlayamıyorum, o zaman hayat hikâyemizi yazalım, birçok insana faydamız olsun. Mücadele etmeyi öğrensinler, pes etmemeyi öğrensinler." dedi ve biz Kırmızı Pabuçlarım'ı çıkarmaya karar verdik. Bilge'nin bana sürekli söylediği bir şey vardır. "Bütün anneler güçlüdür, benim annem daha güçlüdür." Onun bu sözleri beni hayata daha da bağladı. Bilge her defasında, "Anne, sen çok güçlü bir kadınsın. Lütfen pes etme, benim sana daha çok ihtiyacım var." der ve bu sözleri beni her zaman ayakta tutmuştur. Yazdığım şiir kitaplarından birinde, Bilge'nin bu sözleri üzerine kendime yazdığım bir şiir var. Onu da okumak isterim. 

BEN ÇOK GÜÇLÜ BİR KADINIM

Çok şey öğrendim bu hayattan.
Bazen ağladım, bazen güldüm.
Hayat çok yük yüklese de sırtıma
Ben o yükü sırtlamayı da öğrendim.
Ben çok güçlü bir kadınım.
Çok şey öğrendim bu hayattan.
Çok kalabalık olsa da bu hayat
Mücadele etmeyi öğrendim.
Hiç yılmadım pes etmedim.
İnanmakta başarmanın yarısı derler ya hani.
İnsan isteyince yapamyacağı
başaramayacağı bir şey yokmuş.
Ben çok güçlü bir kadınım.
Çok şey öğrendim bu hayattan.
Hani insanın bir inişi bir çıkışı olur ya,
Benimki hep iniş noktasıydı.
Hayata tutunmayı öğrendim.
Ben tırnaklarımla tutunarak,
O yokuşu çıkmayı öğrendim.
Çünkü ben çok güçlü bir kadınım.

Nalan Şafak Tengiz: Yaşadığınız, yaşanılan onca zorluğun ardından Bilge için, "İyi ki," diyor musunuz? Onun için, "İyi ki," dediğiniz neler var?

Nazife Ilıkçı: Bu konuda, "Bir kere daha kız çocuğu dünyaya getirsen, nasıl olmasını istersin?"diye soranlar çok oluyor. Ben yine Bilge'yi isterdim, benim tek cevabım bu. Bilge'ye hiçbir zaman, "Sen özelsin, sen engellisin, sen otur burada," demedim. Hep kendine güvensin diye sağlıklı biriymiş gibi hissetmesini sağladım. 

Nalan Şafak Tengiz: Diğer engelli bireylerin ailelerine ne söylemek istersiniz?

Nazife Ilıkçı: Pes etmesinler, kesinlikle karamsarlığa kapılmasınlar. Yaşıyorsak, nefes alıyorsak illa ki mucizeler önümüze çıkacaktır. Asla pes etmesinler, sabretsinler, isyan etmesinler. Ben çok sabrettim. Hiçbir zaman bu yirmi yedi yıl içinde, "Yeter artık." demedim. Deseydim eğer onca seneyi mahvetmiş olacaktım. Hep, "Biz başaracağız." dedim. 

Nalan Şafak Tengiz: "Bilge Kız" şu anda burada olsaydı bize ne söylerdi? 

Nazife Ilıkçı: Şu anda burada olsaydı, "Benim annem çok güçlü." derdi. Bu cümleyi çok kullanır ve bu tarz konuşmalar olduğunda hep, "Benim örnek aldığım kişi annem, ben annemi örnek alıyorum ve benim annem çok güçlü bir kadın." der. 

Nalan Şafak Tengiz: Bu ropörtajın yayınlanacağı gazeteyi, dergiyi okuyanlara, okuyacak olanlara ne söylemek istersiniz?

Nazife Ilıkçı: Hayatta nefes aldığımız sürece ne okumaktan ne de yaşamaktan asla vazgeçmesinler. Sadece öğrencilerin değil, anne-babaların da ders alması gereken bir hayat hikâyesi bu. Vazgeçmiş anne-babalar tanıyorum. Siz anne-babasınız, vazgeçemezsiniz. Evlatlarınız için mücadele etmek zorundasınız.

Bakmadan Geçme