Neler Oluyor Bize?

Son yıllarda aklı başında birçok insan yolda, kahvede, parkta, evde en çok bu soruyu soruyor, neler oluyor bize?

Gerçekten, neler oluyor bize?

Önceleri birbirinin aynı insanlar olarak bir beyin önderliğinde otlaktan otlağa hayvanlarını götüren, ürettiği ile öteki ihtiyaçlarını takas eden insanlardık. Sonra bir gün zalim mi zalim birisi, (Zalim Haccac) çıkıp kılıç zoruyla, sizi Allah yarattı ona uygun kulluk yapar, gönderdiği peygamberin yolundan giderseniz sizi ölümden sonra cennetiyle mükafatlandıracak dedi. Direndik, savaştık. Bu arada aldığı kölelerle, cariyelerle, soyup soğana çevirdiği kentlerle öncelikle kendisini ve efendisi Halifeyi mükafatlandırdı. Sonra zoraki inandık. Peki ne oldu?

Savaşlarda biz öldük, zaferler kazandırdık. Köprüler, saraylar, kaleler yaptık alın teri akıtarak.Şan, şöhret, gönenç onların oldu. Sonra bir sultanın kulusunuz dendi, o sultan ki asıl kulu olduğumuz Allah'ın yeryüzündeki temsilcisiymiş. Onun için de öldük, zafer kazandık, İstanbul'u, Tebriz'i, Bağdat'ı aldık, unutulduk sonra Anadolu'da. "Etrak-ı bi idrak" dediler. Biz Türk idik ya, "kaba", "dağlı", "Eşek Türk" derdi efendimiz, söz hakkımız yoktu. Gene iş başa düştü Büyük devrimci komutan Mustafa Kemal'in önderliğinde yok olmanın eşiğinden kendi küllerinden yeniden doğdu. Kimsenin kulu değildi artık, yasaların önünde eşit birer yurttaştık.

Şikayetçi, yurttaş olmaktan hoşlanmayan, itildiğini, horlandığını hisseden bir kesim, kendi değerleriyle ortaya çıktı. Ahlaklı olmayı, kamu malına sahip olmayı, fakiri, fukarayı gözetmeyi savunurdu, İslami değerleri öncelliyordu.  Geniş kesim kuşkuyla bakıyordu, bu kesim ise, biz değiştik diyerek 2002'de seçimleri kazanıp iktidar oldu.  kendinden öncekilerle farkı olduğunu göstermek için hızlı başladı. Yasaklar kalkacak, özgürlük alanları genişleyecek. Yoksulluk bitecek herkesin işi, aşı,sıcak yuvası olacak. Yolsuzluklar önlenecek, yolsuzluklarla başka alanlara akan para garip gurebaya akacaktı artık.

2007 seçimlerinden daha da güçlenerek çıkış, 2010 Anayasa referandumunun etkisi, güç kirlenmesine yol açtı. Artık kimse tutamaz bizi, havası hakimdi. En büyük korku ve engel, Orduydu. Orduyu Cemaatin yardımıyla kurulan kumpasla dize getirince bir anda sanki cila döküldü, alttan artık her türlü kötülüğü, yanlışlığı, çirkinliği, inkarı, yalanı ölesiye savunan, yücelten yeni İslamcılar AKP ve iktidar çıktı. Artık devran onlarındı. Yılların öcü alınmalıydı. Sınır tanımadılar, kentlerde yeşil alan, park, vatandaşın 3-5 katlı evi ranta açılarak onlarca kat elde edildi, vergiden muaf. Dereler, ormanlar, meralar hepsi elden gitti.

Cemaatle araları açılınca, "turbun büyüğünün heybede olduğunu" gördük. Aklın bile şaştığı her alanda foyalar birer birer ortaya saçıldı.

Öyle ki; İslamcı kesimin önde gelen kanaat önderi ve yazarlarından Abdurrahman Dilipak, İslami kimlikli siyasilerin ve bürokratların yolsuzluk, hırsızlık gibi işlere bulaştıkları hatta bunların Ankara'da, İstanbul'da "gizli günah evleri" olduğunu ve bunları herkesin bildiğini, bir röportajında dile getirdi. Dilipak, " bizde yılların açlığı vardı. Para, kadın, makam bir anda başını döndürdü birilerinin. Bir de bizimkiler acemi bu işlerde, yerken üstlerine başlarına döküyorlar. Daha yeni öğreniyorlar." diyerek çürümeyi iyi özetliyor.

Levent Gültekin ise, "zıtlaşma, had bildirme AKP'lilerin gözlerini kör etti. Akıllarını iflasa sürükledi, ruhlarını köreltti".

"Kötülüğü övüyor, ahlakı, insan haysiyetini göz ardı ediyorlar. Kabalığı, tehdidi, şantajı, kavgayı alkışlıyorlar" diyerek adeta AKP'lileri, Başbakanı, bakanları, Cumhurbaşkanını ülkeyi uçuruma sürüklememeleri için uyararak yalvarıyordu, yazılarında.

Tesadüf olsa gerek, geçen Cuma hutbesinde Diyanet, "dün harama karşı edeple eğilen başlar, hürmetle çevrilen gözler bu gün sınır tanımaz bir biçimde harama yönelebilmektedir",

"Bütün bunların temelinde erdem ve ahlak üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu aşikardır, edep ve haya yoksunluğu, insanın değer bakımından yozlaşmasının bir ifadesidir " diyor.

Bu Cuma hutbesinde ise "Söz ahlakı" başlığıyla okunan hutbe sanki Cumhurbaşkanının Çarşamba günü "Muhtarlar Toplantısı"nda ettiği ağır sözler için söylenmiş gibiydi. Cumaya gittiğine göre Cumhurbaşkanı da dinlemiştir.

İslamcılar, AKP'liler, halk sizi ülkenin sorunlarını çözesiniz diye iradesini ortaya koyup o Meclise gönderdi, bir kişinin kişisel hırs ve arzularının peşinden koşasınız diye değil. Ülkenin Doğu ve Güney Doğu'sunda  bir iç savaş yaşanıyor adeta. Kendi çocuklarımızın kanını döküyor, canını alıyoruz.

Analar ağlamasın diye geçmişte 1920'lere kadar uzanıp iki ayyaş diye değerlere saldıranlar bu gün "kökünü kazımadan" bu iş bitmez diyor. AKP'nin Dersim'ini yaratıyor, 6 milyon oyun temsilcisini görmezden geliyor. Barış diyen, görüşme diyen, bu iş ancak Meclis'te çözülür diyen herkesi hain, karanlık, çukur olarak suçluyor.

Geçmişte Suriye'yi Beşar Esat'ı demokrasiye geçmeye, insan haklarına saygıya, düşünce ve ifade özgürlüğüne önem vermeye davet eden Türkiye'yi, şimdilerde demokrasiye, insan haklarına, düşünce ve ifade özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne ABD, ABD Başkan yardımcısı, Avrupa Birliği, yerli yabancı binlerce akademisyen davet ediyor.

Bu ironiye bakar mısınız? Ne yaman çelişki.

Herkesi aklıselime davet etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Ey akıl geldiysen üç sefer vur.

Bakmadan Geçme