Nuh Palas Otelinden: Van'da Ramazan ve İftar Yemekleri

Van'da Ramazan'lar ne güzel geçerdi bizim çocukluğumuzda ve öncesi. Ramazan öncesi Recep ve Şaban ayları olduğundan ve ard arda kandiller gelip kutlandıklarından zaten cümle halk ramazan'a madden ve manen hazır bir vaziyette başlardı. Ramazan ayına girer girmez tereyağı ile yapılmış mis kokulu çörekler ve susamlı ekmekler fırınların vitrinlerinde boy gösterirdi.

Van'da Ramazan'lar ne güzel geçerdi bizim çocukluğumuzda ve öncesi. Ramazan öncesi Recep ve Şaban ayları olduğundan ve ard arda kandiller gelip kutlandıklarından zaten cümle halk ramazan'a madden ve manen hazır bir vaziyette başlardı. Ramazan ayına girer girmez tereyağı ile yapılmış mis kokulu çörekler ve susamlı ekmekler fırınların vitrinlerinde boy gösterirdi.

"O zamanlar yani 1950 den önce Van küçük bir kasaba gibiydi. Gerçi ismi büyüktü, tarihi büyüktü ama şu Birinci Dünya Savaşı yok mu, şu seferberlik yok mu ? Binlerce, yüzbinlerce vatan evladını toprağa gömmüş nice haneyi viran eylemiş, nice kadını dul , nice yavruyu yetim bırakmıştı.. İşte o savaş, o seferberlik yılları bir zamanların cennet şehri, büyük şehri olan Van'ı viraneye çevirmiş küçük bir kasaba mesabesine indirmişti.

1940'lar seferberlik yıllarından çok uzak bir tarih değildi. Van 1918 tarihinde kurtarılmış gurbet illerde hasta ve yoksul düşen ve yakınlarını kaybeden Vanlı 1920 den sonra yavaş yavaş öz yurduna dönmüş ve öz yuvasına kavuşmuştu. Ama tüm bu felaketlere, tüm bu acılara rağmen hayat devam etmiş, Vanlı kısa zamanda toparlanmış ve tarihi ile, kültürü ile, dini ile ve o şirin dili ile yaşamını sürdürmeye devam etmişti.

Bizim çocukluğumuzda Van'ın bizim Büyük Cami dediğimiz bilmem nedense bazı akli evvellerin ( sanki adı ulu olmakla cami ulu olur, adı ulu olmazsa cami ululuktan çıkar gibi kafalarını isme takanlar) Ulu Cami adını taktıkları Şerefiye caddesindeki cami vardı oda ikinci dünya savaşı yıllarında askeri kışlaya dönüştürülmüştü. Bilahare Hacı Osman cami inşa edildi ve ardından Hacı Hidayet Cami, Boyalar Camii, Akköprü cami falan filan.

O zamanlar yukarıda da belirlediğim gibi şehir küçük ve toplu halde olduğundan erkekler akşam namazlarını camilerde cemaatle kılar sonra evlerine iftar yemeği için giderlerdi. Zaten genç nüfus çok azdı. Gençler o büyük savaşla birlikte cephelerde şehit düşmüşler, Ermeniler tarafından topluca kurşuna dizilmişler kalanlar da hastalık ve yoksullukla birlikte gurbet illerde Hakkın rahmetine kavuşarak geri dönmemişlerdi. Çocuklarsa hakeza. Çok sayıda az orta yaşlı ve genç nüfus Van'a dönebilmişti.

Cami'de akşam namazını kılıp çıkanlar behemehal köylerden gelen akrabalarını veya biraz eli dar olan komşularını iftar için evlerine davet ederlerdi. Rahmetli babam Yüce Peygamber'in bir hadisi kutsi'nin önce Arapçasını okur, ardından, " Yoksulların bulunmadığı ziyafet sofraları ne çirkin sofralardır" meailini Türkçe'sini naklederdi. Bizim evde ev halkı olarak babamızla birlikte aynı sofrada akşam yemeği ramazanlarda ise iftar yemeği yediğimizi hatırlamıyorum. Çünkü her akşam muhakkak babamın birkaç konuğu vardı. Konuğu olmadığı akşamlar ise ne yapıp yapar birkaç yoksulu veya komşuyu eve iftara veya akşam yemeğine getirirdi. Bu yalnızca bize has bir durum değildi. Bu aşağı yukarı tüm Vanlıların adetiydi.

Bunun yanında akşamları mahalledeki yoksul ailelere eli biraz geniş olanlarca yani halı vakti biraz daha iyi olanlarca muhakkak evde pişen yemeklerden tatlıya varıncaya kadar tepsilerle gönderilirdi. Böylece hiç kimse Ramazan'da yemekten mahrum kalmazdı. Diğer zaylarda da bilhassa kış aylarının başlaması ile hayır sahipleri yoksul evleri tesbit ederek yakacak ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlardı.Benim gençliğimde bu şekilde davranan, yani yoksullara yardım için adeta yarışan bir çok aile vardı. Örneğin, Rahmetli Cevdet Yörük Bey, Hacı Davut Ezberci, Seyyit Mustafa Saydan bu hayır sahiplerinden bir kaçıydı.

İFTAR YEMEKLERİ

Eskiden Van'da bazı hayır sahipleri tarafından iftar yemekleri verilirdi. 200 bazen 300 yoksulun iştirak ettiği bu yemekleri veren hayır sahibi kişilerden biri de , aslen Siirt'li olup yıllar önce Van'a yerleşen tüccardan Hacı Osman Bekiroğlu idi. Onun verdiği iftar yemeği malum olduğu üzere ramazan ayının tümünü kaplardı ve bu yıllarca devam etti.

Hacı Osman Bekiroğlu'nun küçük oğlu Nebih benim arkadaşım ve dostumdu. Bir akşam üzeri bana; Gel bu akşam bizim eve iftar a gidelim dedi. Bundan 55 yıl önceydi. O yıl Ramazan ayı Temmuz ayının yirmisinden Ağustos ayının onsekizinci günü akşamına kadar sürüyordu. Günler çok uzun,havalar çok sıcaktı. Buna rağmen o yıllarda tüccarından tutun memuruna, esnafından tutun amelesini, işçisine, ustasına, ot biçenin, buğday biçeni ne, bağ bahçe sulayanına ve möhre duvar örenine kadar herkes oruç tutardı. Oruca ve namaza karşı şimdilerdeki gibi lakaytlık yoktu.

İftara birkaç dakika kala birlikte evlerine gittik ve bahçeye çıktık. Genişçe bir bahçeleri vardı.Bahçe meyve ağaçları ile doluydu, ağaçlardan elma,armut ve erik aşağı doğru sallanıyordu. Ağaçların altına saymadım ama 50 den fazla masa kurulmuş ve masaların etrafına sandalyeler dizilmişti. Masalarda 300 ü aşkın yoksul vatandaş yerlerini almışlardı. Rahmetli Nebih Bekiroğlu'nun annesi, yani Hacı Osman Bekiroğlu'nun hanımı bizzat kollarını sıvamış yoksullara yemek dağıtıyordu. O akşamki iftar yemeği mercimek çorbası, etli kuru fasulye ve pilavdı. Ayrıca dilim karpuz da tatlı yerine veriliyordu.

Hacı Osman Bekiroğlu'nun evinde verilen bu iftar yemekleri her yıl ramazan ayı boyunca devam ederdi Yoksullara ve yolda kalmışlara verilen bu iftar yemeklerine Van'da oldukları zamanlarda Hacı Osman efendi, oğlu Mehmet, Bekir ve Mithat efendiler bizzat iştirak ederler ve ayrı masalarda değil bizzat konukların arasına dağılarak yemeklerini yerlerdi. Tabii Nebi bir masaya,bende başka bir masaya oturduk ve iftarımızı açıp yemeğimizi yedikten sonra teravih namazına birlikte gittik. Teravih namazını kıldığımız cami ise çarşı içinde ve kapalı sebze hali civarındaki Hacı Osman Cami idi. Caminin bir hocası vardı ki namazda fatiha süresini ve ardından zemi süreleri okur iken insanın içinde yaralar akar ve insan tir tir titrerdi. .

Tabii Ramazanlarda iftar yemeği veren başkaları da vardı ama tek gayeleri Allah'ın rızasını kazanmaktı.Yüce Yaratıcı'nın : " Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et." (Kassas 77) Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, (yedirip içirmedikçe) gerçek iman a ulaşamazsınız.Ne infak ederseniz Allah onu bilir. ( Ali İmran 92 ) "Hayir olarak ne infak ederseniz sevabı kendinizedir. Zaten siz sadece Allah'ın rızasını kazanmak için infak edersiniz. Hayir olarak ne infak ederseniz karşılığı tam olarak verilir, zülme uğratılmazsınız.( Bakara 272) .

Rahmetli Hacı Osman Bekiroğlu, Hacı Cevdet Yörük, Haci Davut Ezberci, Kazım Ezberci ve daha nice hayır ve hesenat sahipleri arkalarında kendilerini hayırla yad ettirecek işler, eserler bırakarak bu dünyadan ebedi aleme geçtiler. Büyük İslam Alimi ve Asrın Müceddidi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin: " Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadıktan sonra dünyada bıraktığın eserlere ehemmiyet verme" ifadesini rehber edinerekten bu dünyadan göçüp gittiler ve Rabbilalemin'in huzuruna vardılar. Ne mutlu o hayır ve hasenat sahiplerine ve onlar gibi olanlara. Onları ve Onlar gibileri rahmetle anarken geliniz, her şeyi, O Yüce Yaratıcı'ya havale edelim. O, Adil'dir, O, Rahim dir, O, Hakim dir. O, Kerimdir..

Bakmadan Geçme