Gazoz deyip yine daldık zaman tüneline ve buz gibi gazoz dedik de acaba daha buzdolabının Van’da arzı endam eylemediği zamanlar nasıl oluyor da buz gibi gazoz içebiliyorduk?
Doğrudur efendim 1950 ve 1960’lı yıllara kadar her iş yerinde her meskende buzdolabı yoktu. Çamaşır makinesi de yoktu, bulaşık makinesi de yoktu, akıllı fırınlar da yoktu
Beyaz eşya, çeşit çeşit mobilyalarla dolu dolu evlerimiz yoktu ama mutluyduk huzurluyduk. O şimdiki torunların beğenmediği hor gördüğü göz göre, göre yıkılmasına göz yumdukları kerpiç toprak evler bizim içimizi ısıtıyordu.
Dedelerimiz, babalarımız hatta bizler de o toprak damlı evlerde çocukluğumuzu yaşadık, gençliğimizi geçirdik. Ne gördük ne yaşadıysak orada oldu hatıralarımızda hep o toprak evlerde yaşadıklarımız var.
Bir zamanlar derken taş devrinden, milattan önceden değil 1950 li yıllardan 1960 lı yıllardan bahsediyorum. Bu yıllar Van’ın en güzel yıllarıydı .İşte çocuktuk beslenme çantamız, bol bol harçlıklarımız, kılık kıyafetimiz de yoktu. 2,5 kuruşu, beş kuruşu, on kuruşu görsek havada kapardık. Çünkü bir şey alabiliyorduk. Hele o sarı yirmi beş kuruşu görünce adeta bayram ederdik. Yirmi beş kuruş büyük paraydı.
Yaz günleri annemden veya babamdan yirmi beş kuruşu kopardığım zaman ver elini “Uludağ Gazoz Fabrikası”. Nerde derseniz? eski Çarşı karakolunun tam karşısında. Sokağın üst başında Niyazi’nin kahvesi, altında peynirci İsmail Yaprak onun altında Ali Rıza Atacan ve hemen onun yanında da tahta çerçeveli bir basit sac levhaya da aynen şöyle yazılmış. “Uludağ gazoz fabrikası…Yakup Sandıkçı” .
İlk buzdolabını ben orda gördüm. Gittiğimizde rahmetli Yakup Amca o sıcakta insanların sıcaktan yandığı zaman da çocuğuz diye hor görüp ortadan sıcak gazoz vermezdi.
Buzdolabını açar ve açacakla açtıktan sonra buyur derdi. Bende alırdım bele içime sindirerek yavaş yavaş içerdim hiç bitmesin derdim. Sıcak havada gazoz içmenin keyfini yaşar ve içtikten sonra şişeyi bırakır ve oğğeş ne ğoştu der çıkardım. Yirmi beş kuruşa buzdolabından gazozu içmek de o zamanlar bizim için çocuk havsalasıyla çok farklı bir şeydi.
Yakup Sandıkçının kızı da benim ilkokul da aynı sınıftan arkadaşımdı. Aynı hizada otururduk. O zamanlar kızlar önde biz de arka sıralar da otururduk. Onunla mühendisin kızı Nermin aynı sırada otururlardı. Zaman geçti her birimiz bir yana savrulduk.
Ğılafım yoğ ben o yıllarda Yakup Sandıkçının Gazoz Fabrikasının dışında başka bir yerde de buz dolabı görmedim. Benim evime bile 1976 yılında buz dolabı girdi ve o yıl buz dolabı ile tanıştık. Buz dolabı lükstü belki de çok az yerde vardı biz bilmiyorduk.
İşte efendim o yıllarda bahar derken ardı sıra yaz ayları geldiğinde Van’da yazlık sinemalar da faaliyete geçerdi. 1968 yılında yazlık Yıldız sinemasının açılışına kadar topu topu 3 tane yazlık Sinemamız vardı. Emek, Şehir ve Yeni sinema yazlık sinemalardı.
Yaz aylarında sinemaların olduğu sokak ta satıcıdan geçilmezdi çekirdek satan, nohut satan vs. Bütün bunların yanı sıra üç sinemanın hoparlörlerinden çıkan şarkı sesleri de birbirine karışırdı. Gez dolan bedava müzik dinle!. Birinde Ahmet Sezgin der, diğerinde Zeki Müren bir diğerinde Şükran Ay. Hangisine kulak verirsen ver. Genç kızlar genç erkekler anneler babalar hepsi iki dirhem bir çekirdek giyinmişiler ve hepsi de beğendikleri bir film seçip bir sinemaya gidecekler.
Sinema tahtalarına asılı bütün afişlere bakar bakar dururlar bir türlü karar veremezler. Tahta bir camekanın içine yerleştirilen iki farklı afiş ve filmin lobileri, fotolarına bakıp fikir sahibi oluyorsunuz. Oğlan şuna gidelim der, kız buna gidelim derken bir ortak kararla sinemalardan birine dalarlar.
Eğer babanız da sizinle gelmişse baba, babalığını yapar ve bir farkındalık yaratarak bir loca bileti alır. Sinema beheri bir lira ise dört kişilik locaya beş lira veriyorsunuz ama müstakil olarak rahat rahat yayılıp oturuyorsunuz.
Birde evden minder getirmişseniz koyun tahta sandalyenin üzerine babanızın ve annenizin altına rahat rahat otursunlar. Film seyretmenin keyfini çıkarsınlar. Onlar ne de olsa büyük siz tahta sandalyede de otursanız bir şey olmaz.
Oturduktan sonra babam al der şu parayı git biraz çekirdek al deyince koşarım büfeye çekirdek istiyorum deyince mini terazide tartar ve kağıt külaha koyar ve dönerim yerime ve çıt çıt faslı başlar. Çocuklar çok mutlu çünkü sinemaya gelmişler locada yer tutmuşlar çekirdekleri var daha ne olsun ki?
İşte tam o esnada sinemada vazifeli birisi elinde tahta kasanın içerisinde gazoz şişeleri ile “buz gibi gazoz” deyip orta yerde dolaşıyor. Her şey iyi güzel bir de babamıza gazoz aldırırsak değmeyin keyfimize. Neyse annemizi dürter anne babamıza söyle bize gazoz alsın. derdik O da babamıza der baba da biraz naz nuz ederse de annemizin hatırına binaen gazoz satan çocuğu çağırır ve ver dört tane gazoz deyince gazozcu çocuk çat çut ardı ardına gazoz şişelerini açar parasını alıp gittikten sonra gazozları hemen içmezdik. Hava atmak için locanın duvarlarına bırakır sonra gazozlar ısınmadan iştahla içerdik. Ağustos ayında buz gibi gazozu içmenin saadetine vasıl olurduk sinemada. İçtiğimiz gazoz şişelerini de locanın duvarlarına bırakır bakın biz gazoz içtik der gibi bir görüntü verirdik.
Derken filme dalar giderdik.
Şimdi diyacağsız sinemada buzdolabı varmıy dı? Elbette ki Yoktu! Ama içtiğimiz gazozlar satıcının da dediği gibi buz gibi gazozdu.
Peki nasıl olmuş da bele buz gibi olmuş bu gazozlar? Çok basit efendim o zamanlar Van merkezinden denize doğru akıp giden onlarca kehriz vardı. Onlardan biride şimdiki sinemalar sokağının altından akıp giderdi. Çok temiz el ayak değmeyen hatta bazen suyunun bile içildiği hatta kahvelere bile bu kerhiz suyunun götürüldüğünü ve ondan kallavi çayları içenler çok iyi bilirler.
Büfeci Yakup Sandıkçıdan aldığı gazozları kasa içerisinde sinema başlamadan birkaç saat evvel su kanalına bırakır ve film başlamaya yakın alır sinemaya getirirdi. Su o kadar soğuk olurdiki Uludağ gazozu buz gibi olurdu. Tabi bu buz gibi gazoz sadece Emek sinemasına hastı diğer sinemaların yanında ve yakınından kerhiz geçmediği için buz gibi gazoz deseler de gazozları buz gibi değildi.
İşte o oğğğeş deyip içtiğimiz buz gibi gazozun sırrı da o buz gibi suların gelip geçtiği kehrizlerdi.
Ve o yıllarda Van’da Uludağ Gazozundan başka içecek meşrubatta yoktu. Tek içeceğimiz Yakup Sandıkçının “Uludağ Gazozu” idi.
İşte buz gibi gazozun hikayesi de böyle sevgili hemşolar.
Bu arada bize buz gibi gazozu içmenin tadını yıllar boyu yaşatan Yakup Sandıkçı’ya ve tüm Sandıkçı ailesine ölenlerini de rahmetle anarken kalanlara da sağlık ve selamlarımı iletiyorum.
Gel de deme nerde buz gibi gazoz!...