Hani hep sorarız ya:
"Bu oylar nereye gidiyor?" Diye…
Bir- iki küçük anıyla anlatmaya çalışayım.
Doğduğum kentin Devlet Hastanesi caddesine sıralanan eczanelerden biri Hoşaplı sevgili arkadaşlarımdan Abidin Yıldız'ındı. Soyadını da cama ve tabelaya yazdırmıştı:
"Yıldız Eczanesi"
Geleni gideni sadece hastalar değildi Abidin'in. Biz arkadaşları, dostları da bir bardak kıtlama çay içimliği süresince takılır ve o süre içinde memleketi kurtarma düşünceleri paylaşılır, Abidin'de olaylara mizahi üslubuyla yaklaşırdı.
Yine o minik söyleşmeler sırasında kapısı açıldı, başına kasketi, hal ve davranışıyla köyden kente geldiği anlaşılan vatandaş nefes nefese:
"Eczacı bey çok iyi bir karasinek öldürücüsü istiyorum. Öyle ki sıktın mı, düştüğü yerden kalkmamalı."Dedi.
Abidin yanımızdan kalkıp, sinek öldürücü spreylerin olduğu bölümden birin alıp adama uzattı.
Adam verileni evirip, çevirdikten sonra:
"Demek en iyisi bu öyle mi?" Diye sordu.
Abidin ciddi bir sesle:
"Öyle!" Yanıtını verdi.
Adam sinek öldürücünün parasını ödeyip, tam çıkarken tekrar döndü:
"Öldürür değil mi?" Diye bir kez daha kuşkuyla sordu.
Abidin:
"Öldürür öldürür!" Dedi sonra da adamın elindeki sinek öldürücüyü alıp içeride uçuşan iki üç karasineğe sıktı. Sonrada adama:
"Halo (Dayı) otur da bir nefes al ve bak seyret nasıl düşecek sinekler." Dedi.
Adam oturdu. Abidin bir çay da ona ısmarladı.
Konuşmamıza devam ederken göz ucuyla adamı izledim. Çayından bir yudum alıyor sonra da Abidin'in sprey sıktığı sineklere bakıyordu. Sinekler nerede, adamın bakışları oradaydı. Abidin'e adamın sinekleri izlediğini fark ettirince her zamanki mizahi yaklaşımıyla adama seslendi:
"Sen bakma onlara, ölmüş ama farkında değiller." Dedi.
Adam oturduğu yerden irkilerek kalktı, bardağındaki kalan çayını yudumlayıp elinde sinek öldürücü ile:
"Hudeşte razı be." Deyip eczaneden ayrıldı. Bizler de söyleşimize kaldığımız yerden:
"Halkla nasıl inilir." Bölümünden konuşmaya devam ettik.
Küçük kentimizin Cumhuriyet Caddesi ticaretin ve resmi kurumların merkezidir. Tekel binasının yanından meydan denen alana dönüldüğünde sol taraftaki sokakta demirci ustalarından rahmetli Sıdık ve Sadık ağabeylerin atölye ve nalburiye dükkânları vardı. Sadık usta tam bir tarih bilginiydi. Onunla Van Kalesine geziye gittiğimiz bir sırada kitapların yazmadığı bilgileri de bize aktardığında ona olan saygım ikiye katlanmıştı. Kardeşi Necdet sınıf arkadaşımdı. En çok ziyaret ettiğim yerlerden birisi de orasıydı.
Kırsaldan kente gelen vatandaşlarla ilgili çok gözlemimim olmuştu.
Bir gün tarım aletlerinin satıldığı dükkânda oturduğumuzda dükkânın kapısı şangır şungur aşağıya geldi ve kırılan camlarla birlikte bir köylü vatandaş dükkânın içine kapaklandı.
Şaşırmış, paniklemiştik. Allah'tan adam kötü bir biçimde yaralanamamıştı. Adam yerden kaldırıldı, sandalyelerden birine oturtulup bir bardak su verildi. Kendine geldiğinde ne istediği sorulmuş:
"Aspirin ve ağrı kesici." Alacağını Kürtçe söylemişti.
Necdet Adama hemen eczanenin yönünü gösterip uğurlarken:
"Bu tür olaylarla sıkça karşılaşıyoruz." Derken hemen telefona sarılıp camcı çağırmıştı.
Necdet'le de o gün konuştuğumuz konu vatandaş üzerineydi. Vatandaş nasıl bilinçlendirilir, eğitim düzeyi nasıl yükseltilirdi.
Camcı gelmiş, kapının koca camını kırıklardan, parçalardan arındırıp değiştirmişti.
Necdet cam değiştirilirken kazanın nedenini de bulmuştu. Kapının koca camı dışarıdan kapıyı yokmuş gibi gösteriyordu. Çözümü de yine Necdet buldu ve kapının büyükçe camının birkaç noktasına minik resimler yapıştırarak kapıyı görünür kıldı.
Memleketimizden insan manzaralarına baktığımızda genel olarak eğitim durumumuzun pek de iç açıcı olmadığına tanık oluyoruz. Ve biz okuyan yazan, bir şeyler bilenler de veya bildiğini sananlar da; halkla bütünleşip, onların bilinçlendirilmesi için parmağını bile oynatmıyor. Varsa yoksa aydın, yarı aydın söyleşmelerinde kocaman laflar edip, teori çemberini kırarak pratiğe adım atamıyoruz. Durum böyle olunca da aklımıza; körler, sağırlar, birbirini ağırlar sözü geliyor.
Yani…
Halkla ciddi anlamda buluşamayan ve yüreğini ortaya koyarak güncel sorunları konuşamayan, memleket sorunlarını hep aklının içinde saklayan aydınlar olduktan sonra o özlenen aydınlıklar ülkesi gerçek anlamda yaratılamaz.
Kısacası…
Aydınlarımız; şişkin egolarını paramparça etmeli, geçmişten kazanılmış demokratik kazanımların mirasıyla yetinip kalmamalıdır.
Sonuç…
Yaşadığımız çağdaş hayatı hak etmek istiyorsak, toplumsal bilinçlendirme çalışmalarında aydın olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz.