ORDUNUN DERELERİ TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
Ümit Kayaçelebi yazdı...
Efendim yıl 1974 Kıbrıs’ta acı gelişmeler var Kıbrıs da Eokacılar ihtilal yaparak Makaryosu devirmiş ve Eokanın başına daha kanlı bir katil olan Grivas getirilmişti. Bu Kıbrıs’taki Türklerin sonlarının geldiği anlamında. Bunun üzerine o zamanki Rahmetli Ecevit ve Erbakan lı koalisyon Hükümeti tüm buluşmalar görüşmelere rağmen anlaşma mümkün olmayınca Kıbrıs’a çıkarma kararı aldılar.Ve Malumunuz o zamanki barış harekatı başlatıldı. İşte bu sırada benim tek erkek kardeşim olan Mehmet’te Ankara da askerdi. Haliyle o zamanlar şimdiki gibi muhaberat yapmak o kadar kolay değildi. Her şey PTT ve yazdığınız mektuplar veya Telgrafla hallediliyordu. Çünkü evimizde telefon yoktu. Bila mecburiye Postaneye gidiyor saatlerce bekliyor ve o zaman da ya görüşme oluyordu veya hiç konuşamadan gerisin geri geliyorduk. Koca Eski Banka Sokağında topu topu 4 hanede ev telefonu vardı. O da cesaret edipte komşuya gidemiyorduk. Harp başladığını duyunca herkes gibi biz de telaşa kapıldık. Mehmet nerede ne oldu Kıbrıs’a mı gitti yoksa kıtasında mı kaldı diye hepimiz rahatsız ve huzursuzuz.
Bir gün postaneye gidip askerlik yaptığı yerin komutanlığına telefon açtık ve karşımıza çıkan kişi Mehmet Kayaçelebinin de Barış harekatı dolayısıyla Kıbrıs’a gittiğini ama şu an nerede olduklarını ve kendilerinden haberdar olmadıklarını söyleyince anamı bir hüzün sardı ağlamaya başladı.
Kıbrıs’ta harp var çıkarma yapılmış şehitler var yaralılar var ama biz bir türlü haber alamıyoruz. Anamı susturmak çok zor illa memedime ne oldu memedim nerede diyor ve hüngür hüngür ağlıyor. Postanede yine gidip bir kez görüştüğümüzde yine nerede olduğunu bilmediklerini söylediler çaresiz oradan çıkıp dedik belki askerlik şubesi bilir. Askerlik şubesine gittik ana baba günü. Bir şey sormak cevap almak zor. Ama anam ağlarken orada Mehmet Kurtbeyoğlu diye bir Vanlı abimiz vardı. Annemi görünce dayanamadı yanına geldi. Ana niye ağlıyorsun? Anamda oğlum Kıbrısa gitmiş ne oldu öldü mü kaldı mı bilmiyorum deyince askeri memur Memet abi orada gitti bir deftere kayıtlara baktı ve geldi anamın yanına ana dedi senin oğlun sağ Girne’deki bir birlikte üzülme gönlün rahat olsun var git sen evine.
Anam sağ olduğunu duydu ama yinede radyo haberleri okundukça ağlıyordu. Annemi teskin etmek mümkün değil. Biz iki kardeştik ama Memet benim küçüğüm olduğu için anamın ona meyli daha fazlaydı. Ona da Memoşum derdi hep. Feryat figan gitti Memedim gitti Memoşum diyip ağlar gezer oldu.
Bir gün yine haberlerden yani ajanstan önce radyoyu açtık haberleri beklerken radyo da Ümit Tokcan < Ordunun dereleri aksa yukarı aksa> türküsünü söylerken anam türkünün içinde de oy Memedim Memedim teraneleri de geçince alabildiğine coştu ağladı. O günden sonra anam o türkü okunduğu her yerde Ordunun derelerini söyleyip ağlar gezer oldu. Bu tabi beni de o zaman o annemin hali söylediği türkü ben
de de iz bıraktı. Hem de çok derin bir iz bıraktı ki ben de rahmetli annem gibi ezberledim. Çünkü Vanlı olduğum halde Van türkülerinden ziyade annemle hatırası olan televizyon radyo programlarında meşk gecelerinde okumaya başladım. Ve ben o türküyü okurken hep ağlamaklı olurum.
Bana sordular niye ordunun dereleri dediklerinde ben de bu annemin yaşadıklarını anlattım hep.
Bir gün Kıbrıs’tan kardeşim telefon açtı harekatın bittiğini ve kıtasında sapa sağlam olduğunu söyleyince annem ağlamayı sızlamayı bıraktı ama ordunun derelerini ömür boyu söyleyip durdu.
İşte bu bizim ailenin Ordunun derelerinin bizdeki öyküsü böyle.
Gelelim Ordunun derelerinin asıl öyküsüne;
Yıllar yıllar önce Ordu’nun uzak köylerinden birinde iki genç yaşarmış . Maddi durumu iyi olan Mehmet, maddi durumu onun kadar iyi olmayan genç kıza yani Hacer’e aşık olmuş. Genç kız o kadar güzelmiş ki, Mehmet’in aklını başından almış . Bu arada Mehmet de çok yakışıklıymış . Genç kızları mezara dek peşinden sürüklermiş.Mehmet’le, güzelliği ile çevresini kırıp geçiren Hacer ‘in aşkı geçmişte yaşanan büyük aşklara benzermiş.
Haftanın belli günlerinde zerdali ağacının dibinde buluşurlarmış. Göz göze, diz dize akıp giden saatlerin farkına bile varmazlarmış. Fakat bu güzel beraberliği kıskananlar çokmuş. Köyün haset dolu diğer kızları çevirdikleri türlü entrikalarla bu tatlı beraberliği yıkıp atmışlar. Genç kızın aleyhine inanılmaz dedikodular üretmişler ve nihayet Mehmet’in sevdiğini ve de köyünü terk etmesine neden olmuşlar . Böyle derin bir üzüntüyle gurbete çıkan Mehmet , geride gözleri yaşlı bir kız ,dertli,yerinden kalkamayan yatalak bir ana bırakmıştır . Büyük bir acı içinde yüreği yanık kalan Hacer kız, her gün evinin yakınında akan dere kenarına gidermiş . Yıkadığı kar gibi beyaz çamaşırları çitlere asarken dudaklarından eksik etmediği bir türküyle bütün köyü inletip dururmuş . Ne yazık ki, Hacer kızın bu feryadını ,ne Mehmet duyarmış ne de araya giren iyi niyetli komşular bu işe bir çare bulurmuş . Tüm komşuların gidip geldiği ev yas evine dönmüş. O günden sonra aylar böyle gelip geçmiş . Ne Mehmet dönmüş ne de Hacer gitmiş sevdiğinin yanına; ama Hacer’in yüreği yanık,hep dertli dertli söylermiş bu türküyü .
Oy Mehmet’im Mehmet’im,
Sana küstüm demedim.
Beni sana geçmişler,
Vallahi ben demedim.
Hacer’in bu sözlerinde gerçeğin ta kendisi varmış . Ne çare ki, içli kız , dertli kız, türküsüne vurduğu gamını derdini sevdiğine ulaştıramamış . Araya girenler de işin üstesinden gelememiş. Böylece yıllar geçmiş aradan. Mehmet gurbette kalmış , Hacer kız da dere kenarında... Hem ağlamış hem söylemiş ORDU’NUN DERELERİ türküsünü ölünceye dek . O günden bu güne kadar bu türkü, günümüze kadar gelebilmiştir.