Van Eyaleti
24 Ağustos 1548 tarihinde Van Kalesi ve çevresinin Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, Van merkezli bir Beylerbeyilik kurulmuş ve Vangölü çevresindeki sancaklar buraya bağlanmıştır. Van Kalesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın bizzat bulunduğu muhasara sonunda zapt edilmiştir.
Beylerbeyilik ve eyalet terimleri idari taksimat olarak aynı şeyi ifade etmektedirler. Ancak başında bulunan yöneticinin rütbesi bakımından farklılık gösterir. Sancaklardan müteşekkil idari ünitelerin beylerbeyi olarak anılan iki tuğlu paşalar tarafından yönetilmesi halinde o idari birimin adı Beylerbeyilik, şayet üç tuğlu bir paşa yani bir vezir tarafından yönetiliyorsa eyalet olarak anılmaktaydı. Dönemin büyük bir kısmında Van’ın Vezir rütbeli kişiler tarafında yönetildiği görülmüştür.
Van Eyaletine bağlı bazı sancakların sayısı 1558-1740 yılları arasında 13-35 arasında değişmiştir. Tebriz, Osmanlı hakimiyetinde olduğu dönemlerde bu sayı 50 küsurlara kadar çıkmıştır.
Bazıları şunlardır:
Adilcevaz, Bitlis, Erçiş, Muş, Bargiri, Hizan, Mameran, Hakkari, Müküs, Şirvi, Diyadin Belican, Şıtak, Berda’a, Siird, Malazgird, Tarun, Espayrid, Hoy’ı Küçük, Zeriki… diye devam edip gidiyor.
İsimler Türkçe, Kürtçe ve kısmen Farsçadır.
Van Lahanası
Lahanayı Birde Evliya’dan öğrenelim…
Evliya Çelebi’nin de lahana için söyleyecek birkaç sözü vardır elbette. İstanbul’da sebzeci esnafının dört yüz dükkânında, beş yüz neferden oluştuğu ve tahtı revanlar üzerinde salatalık, maydanoz, kereviz ve lahana gibi sebzeleri sattıklarını anlatır.
Evliya’ya göre lahanaların en irisi ve makbulü, fil göbeği kadar büyük olan Van lahanasıydı. Balkanlarda ve Macaristan’da gördüğü kapuska tabir edilen lahanalar ise Van’da ki kadar büyük olmasa da yinede mehteran takımındaki davul kadar vardı.
Bugün beyaz lahanadan yapılan yemek olarak bildiğimiz kapuska, Slav dillerinde beyaz lahana anlamında kullanılırdı.
Evliya Çelebi bu kapuska için;
” Kazan kadar kelle olup bütün yaprakları güllaç yaprakları gibi perdir.” der.
Boşnaklar kapuskayı çok seviyorlardı ve Boşnakçada lahana turşusu manasına da geliyordu. Anlaşılıyor ki kapuska, bize Balkanlar’dan miras kalan bir lezzet…(YEDİKITA Dergisi Mayıs 2021 /sayı 153)
Mimar Sinan ve Vangölü
Büyük bir deha ve sanatkâr olan Mimar Sinan, 16. Yüzyılda kendine itibar kazandıracak büyük bir işe imza attı.
Ama yaptığı ne cami, ne hamam, ne de medrese…
Osmanlı Devleti, İran ile savaş halindeydi. İran tarafına keşif yapılması gerekiyordu. Fakat önlerinde bir engin deniz gibi Vangölü vardı. Yeterince teçhizat da mevcut değildi. Sultan Süleyman Han, derhal bu işin çözüme kavuşması için Mimar Sinan’ı görevlendirdi. Mimar Sinan’ın vakti oldukça kısaydı, bunu biliyordu. İşin uzaması, savaşın aleyhe sonuçlanmasına sebep olabilirdi.
Ve… Mimarların piri, ekibiyle beraber iki haftalık kısa süre içinde üç kadırgayı yapıp donatarak suya indirdi…
(İnsan ve Hayat Dergisi, Şubat 2021)
Yavuz Sultan Selim Han ve Şair Vehbi
Yavuz Sultan Selim Han, bir gün şair Vehbi’yi üzüp yanından uzaklaştırır. Vehbi gönlü kırık bir şekilde diyar diyar dolaşarak önce Erzurum’a oradan da Van’a gider.
Nihayet Van Müftüsü’ne varıp vaziyeti izah eder, ondan yardım ister. Müftü bey şaire sahip çıkar ve kâtip olarak vazifeye başlatır.
Bir müddet sonra Padişahın aklına Vehbi gelir ve çağrılmasını emreder. Vezirler Vehbi’nin İstanbul’u terk etiğini söyleseler de Padişah dinlemez! Vezirler kara kara bir çözüm düşünürler. Nihayet vezirlerden biri Sultana şöyle bir teklifte bulunur:
“-Sultanım siz az bir mısra yazın. Ardından bir yarışma düzenleyelim. Sizin mısraınıza en uygun ikinci mısraı yazan şairi mükâfatlandıracağınızı ilan edelim. Şüphesiz ki, şairlerin eli dili ve kalemi durmaz! Vehbi’de dayanamayıp yarışmaya katılacaktır. O vakit onu buluruz.
Rivayete göre ödül bin altındır. Ödülün büyüklüğü şairleri cezb eder. Sultan bu teklifi beğenir ve sonrasında aşağıdaki mısraı yazar;
“Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?”
“ … “
Hemen münadiler çıkarılır ve Osmanlı Devleti’nin her köşesinde Sultan’ın başlattığı yarışma ilan edilir.
Eli kalem tutan herkes Sultan’ın mısrasına bir mısra ekleyip saraya gönderir.
Van Müftüsü de bu yarışmaya katılmaya karar verir. Kendince bir şeyler yazdıktan sonra temize çekmesi için kâtibi Şair Vehbi’ye verir. Vehbi, mısraya bakar fakat beğenmez. Müftü’nün yanına giderek;
“-Şurası şöyle olsa nasıl olur? Şurasını da şöyle değiştirsek güzel olmaz mı?” derken ortaya şu mısra çıkar:
“Ezelden gam türabıyla yoğrulmuş bedendir bu.”
Bu mısra saraya gönderilir. Padişah Van Müftüsü imzasıyla gelen mısrayı okuyunca mısranın Vehbi’ye ait olduğunu anlar. Van Müftüsü’ne cevaben yarışmayı kazandığını, mükâfatının yola çıkarıldığını buna mukabil Vehbi’nin de İstanbul’a gönderilmesini ferman buyurur.
Bu beyitte tarihe yadigâr kalır:
“Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?”
“Ezelden gam türabıyla yoğrulmuş bedendir bu…”
Allah’a emanet olunuz…
Hocam inan, yazılatındaki tasvirler ve betimlemeler, insanı okurken, okuduğu zamanın içine çekiyor Eline kalemine sağlık