Sinemalarda gösterime girdiği andan itibaren adeta kapalı gişe oynayan bir yerli yapım filmdi Çınar Ağacı. O filmin sonunda gözlerimden yaş gelmedi, hiç etkilenmedim diyen yalan söyler ve gerçekten de dediği doğruysa ve etkilenmemişse onun etten kemikten olmadığını söyleyebilirim. Hani arada bir sözünü ettiğim öykü kitaplarımdan birisi olan Eylülsüz Sonbahar'da Gri adlı öyküm vardı. Bir aile büyüğünün dramın öykülemiştim. Alın o öyküyü, koyun Çınar Ağacı filimin yanına nasıl benzerlikler taşıdığını şaşırıp kalırsınız. Gri öykümü kaleme alırken Antalya Öğretmen evi ekibi içinde çalışanlardan biriydim. Yaşlı ama çok yaşlı emekli bir hanımefendiyi konuk ediyorduk. Bilinç kayıpları vardı. Arada bir resepsiyonun olduğu lobiye koşturup gelir: "Eşyam kayıp, kattakiler çalmış!"Diye feryadı figan ederdi. O'na hiç gücenmez, sabırla dinler, sonra odasına çıkar etrafa bakardık. Ve mutlaka bir köşeye koyduğu, ancak unuttuğu kayıp eşyası ortaya çıktığında, yatağının üzerine ilişir; sessiz gözyaşı dökerdi. Onun özrü gözyaşlarıydı. Yaşlılık, çocukluğun yeniden başlama evresi midir? Bence öyle. Şeker hastası olan anacığım da bazen kendini sevenlere eziyet eder, sesini yükseltir, gerginlik yaratır. Elinde büyüttüğü yeğenim Tuba'ya Van ziyaretim sırasında: "Tubiş, anneannen artık bir çocuk. Bakma sen kırlaşan saçlarına, bükülen beline. O artık kocaman ve yaşlı bir çocuk. Sakın onun söylediklerine alınma kızım. Dedim. Anacığıma da: -Şeker kadın, üstüne varma Tuba'nın. O artık genç bir kız. Üzerine gidersen, yüzüne kalkar, kırılırsın. Demeyi de ihmal etmedim. Antalya Öğretmen evindeki sıkça bilinç kaybı yaşayan konuk emekli hanımefendiyle ilgili gözlemlerimi ve ömrüm sonbaharı yaşadığında kendi yaşlılığımı da düşünerek Gri adlı öykümü kurup, yazmıştım. Bütün bunları niye yazdım biliyor musunuz? Sizi genç bir arkadaşımla tanıştırmak için. Nasıl kocaman yüreği var onun anlatamam... Adı da yazımın başlığı oldu. Özcan Özcan! Özcan hayata sıkı sarılan bir genç... Aldığı her görevi başarıyla sonuçlandırmış. Bulunduğu mevkie, en altlardan tırmanarak gelmiş. Kim yardım isterse bana mısın dememiş, sorgusuz sualsiz yardımına koşmuş. El vermiş, gönüller kazanmış, yaptıklarının karşılığını beklememiş. Onunla ne zaman oturup konuşsak iyimserlikle doluyor yüreğim. Geçenlerde dedesinden söz etti. Gözleri nemlenerek ve hafifçe başını öne eğerek, sanki suçluymuşçasına titreyen sesiyle dedi ki: "Dedem huzurevinde hocam... Her hafta mutlaka ziyaretine gidiyorum. Oysa onca evladı, torunu var. Çok koyuyor bu durum bana. Kahroluyorum!" Özcan Özcan'ın hatırı sayılır amcaları var, halaları var. Ama kimsecikler yaşlı dedeye sahip çıkmamış. Yaşlılık ya... Çekinmiş, korkmuşlar... Ve de o baksın, bu baksın ikilemiyle sorumluluklarını üzerlerinde atmışlar. "Çok yalnız. Giderek bilinç kaybı da yaşamaya başladı. Geçen gün ne dedi bana biliyor musunuz Hocam?" -Ne dedi Özcan? "Son bir kez köyüme görmek istiyorum dedi. Dikkat ettim gözlerinde tek bir damla gözyaşı yoktu ama sözcükleri sanki ağlıyordu." -Peki, ne düşünüyorsun? Köye götürmeyi mi? Ona bakmaktan çekinenler sana tepki gösterirler mi? "Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağım. O zaman götüreceğim. Halalarımı arayıp, dedemin bu isteğinin son bir vasiyet olarak algılanılması gerektiğini anlatacağım. O da olmazsa; günü birlik gider, döneriz. Hiç olmazsa kim bilir son günlerini yaşayan dedem köyünün hasretiyle gözlerini yummaz." Özcan'la konuşmamızın ardından bir hafta geçti. Özcan izine ayrıldı. Gazipaşa'nın dağ köylerinden birinde doğup büyüyen dedesi için huzurevinden izin aldı. Halalarını, amcalarını aradı. Sadece birkaç günlüğüne dedesini konuk etmelerini rica etti. Mübarek Ramazan ayının da yumuşattığı kalplerden olumsuz bir yanıt çıkmayınca, bastı arabasının gazına, soluğu Gazipaşa'nın o uzak köyünde aldı ve dedesini doğup büyüdüğü topraklarla buluşturdu. Hani Özcan2ın bu yüreklere sığmayan öyküsü bir belgesel olsa müziğinin: "Beni köyümün yağmurlarında yıkayın." Türküsü olsun isterdim. Özcan Özcan gibiler, sevimsizleşen dünyamızın; karda, boranda boy veren kardelenleri gibi. Onların, o güzel çabalarının ışığında hayata daha bir iyimser bakıyoruz. İki hafta önce Açık Lise sınavlarına katılmıştı Özcan... Aramış: -Nasıl geçti sınav? Diye sormuştum. "Pek kolay değildi Hocam! Yine de asıldım sorulara doğru yanıtlar vermek için." Demişti. Özcan liseyi bitirmek için uğraşıyor. Ve inanıyorum ki liseyi bitirecek ve de üniversiteyi bile kazanıp okuyacak. Hem Özcan'ın; lise, üniversite diplomasına gereksinimi yok ki! O hayattan öylesine çok yıldızlı bir diploma almış ki; bence, taşıdığı cesur ve sevecen yüreğiyle açamayacağı hiçbir kapalı kapı yok! Fakültesinin adı mı? İnsanlık fakültesi!