Pehlivan hat... Pehlivan çu...

                                  
Otomotiv sanayinde çok renklilik olunca ve ardından da banka kredili cazip ödeme fiyatları reklâmlarla pompalanınca karayolları şenlendi.
Eskiden birkaç marka ve model motorlu taşıt hâkimdi yollara.
Birincisi insanımıza gurbet eli olarak kapılarını açan Alman'ın yıldız forslu Mercedes'i, diğeri Amerika'nın Ford ve Cehverolet'i...
Şavrole, Ford ve Mersedes dışında resmi kurum araçları arasına; Volvo, Scana Vabis derken İtalyanların Fiat'ı, Fransızların Renault'u katıldı.
Şimdilerde say sayabildiğin kadar araba model ve markaları var. Piyasa çoktan Amerika, Almanya, Fransız, İtalyan otomotiv sektörünün tekelinden çıktı. Japon, Güney Kore, Çin, Hindistan arabaları da bu pazarda sonuna kadar gaza bastı.
"Türkler toplu iğne bile üretemez." Diyenlere inat bizde yolların çeşnisi olsun diye önce yerli malı Devrim sonrada montaj sanayi Anadolu ve Murat marka otomobilleri ürettik. Tofaş alt yapılı bu iki araç küçük burjuva dediğimiz orta ve üstü yurttaşlarımızın aracı oldu. Murat marka dört haydi bir kişi daha eklersek beş kişilik binek otomobilini o kadar çok sevdik ki hemen adının önüne "Hacı" lakabı koyarak "Hacı Murat" yaptık. Biraz daha gayret deyince Murat marka otomobil hacım olarak azıcık büyütülüp Serçe'ye dönüştürdük. Montaj sanayi ürünü olsa da bu iki marka arabanın ardından yenileri geldi. İsimlerini Şahin, Doğan, Kartal, Toros koymayı unutmadık. Partilerimizin amblemleri; at, bozkurt, horoz, koç olur da arabalarımızın markası Kartal, Şahin, Serçe olmaz mı?
Bir ara piyasalara bomba gibi düşen Jet Fadıl Türkiye'de en kral otomobil İmza'yı üreteceğim diye bizleri heyecanlandırdı. Sinemamızın ağır abisi Kadir İnanır bile İmza adlı arabanın reklâmlarında oynamaktan çekinmedi. Sonraları ne oldu bilinmez Jet Fadıl heyecanı bir balon gibi sönüp gitti. Boş kubbede bir hoş seda olarak yalnızca; Devrim, Anadolu ve Hacı Murat adları kaldı. Yanılmıyorsam kırsal bir yerleşim merkezinde Anadolu'n karton plaktan üretilmiş gövdesini inekler ısırınca mizahçılarımızın malzeme çeşnisi çoğaldı.
Çocukluğumda şirin mahallemizin bir otobüsü, bir de kamyonu vardı. Enver ve Hüseyin amcaların bu araçlarıyla benzin kokusunu, motor yağını, levyeyi, krikoyu öğrendik.
Yaz aylarında günlerden Pazar ve Pehlivan lakabıyla tanınan Enver ağabeyin keyfi yerindeyse tüm komşulara seslenir:
"Hadi Van denizine bir iki!" Davetinde bulunur, bütün mahalleliyi seferber ederdi.
Bir çırpıda çullar dürülür, sepetlere unla kavrulmuş murtuğalar, kaynatılmış yumurtalar, bardak, çanaklar, kırtlama şekerler istiflenir, sacdan semaverler hazırlanarak yola çıkılırdı.
Enver ağabeyin otobüsü kontak anahtarıyla çalışmazdı. Hani bizim karda kaydığımız kızakları kıran sonra da en iyisini yapan oğlu Necati var ya. O otobüsün önünden uzunca levyeyi motoru açan hazneye ittirir sonrada Pehlivan Enver ağabeyin işareti ile çevirir, boğuk bir sesin ardından otobüsün motoru çalışır ve yola revan olurduk.
Bir keresinde Enver ağabey anlatmıştı.
Henüz motorlu taşıtların girmediği Van'ın Özalp köylerinden birine gittiğinde şaşkına dönen köylü böğüren otobüsünü koca bir hayvan sanarak önüne ot ve su koymuşmuş. Pehlivan Enver ağabey bütün bunların gereksiz olduğunu anlatsa da köy halkı uzun bir süre bu alışkanlığını sürdürmüş. Önden motorlu otobüsün önüne her geliş gidişinde ot ve su konulmuş. Zamanla alışınca da köyün askerde okuma- yazma öğrenmiş gençleri soba boyasıyla otobüsün önüne Kürtçe:
"Pehlivan hat!"
Arkasına da:
"Pehlivan çu!" Yazmışlar.
Yani... Pehlivan geldi... Pehlivan gitti.
Enver ağabeyin kardeşi Hüseyin ağabey de jestini kamyonuyla yapardı. Bütün mahalle cümbür cemaat kamyonun karoserine(kasasına) doluşur; şarkılarla, türkülerle Van Gölü'nün doyumsuz güzelliklerinin yer aldığı Molla Kasım ve Amik Köylerine pikniğe, yüzmeye giderdik. Bazen annelerimizin ve yengelerimizin başlarındaki yazma ile başörtüler uçuşur, Erciş yolunun göle açılan düzlüklerine doğru kaybolup giderdi. Hüseyin ağabey gideceğimiz yere vardığımızda gülerek:
"Bu sefer kaç yazma, kaç başörtü kaybınız var?"Diye sorardı. En fazla başörtü kaybı yengemiz Talat Hanımın olurdu. Hızla giden kamyonun üzerinde etrafı seyredeceğim diye doğrulunca başörtüsünü rüzgâra kaptırıp çığlık çığlığa:
"Hüseyin ağabey dur! Yazmam uçtu!" Bağırırdı.
Kaybın ardından da:
"Vışşş! İran'dan hediyeydi. İpektendi kız!" Diye kamyon kasasında gülmemek için direnen bizlere hayıflanır sonrada:
"Sırtarmayın!" Diye fırçasını atardı.
Şimdi zaman gibi araba marka ve modelleri de rüzgâr gibi gelip geçiyor. Geride kalanlar ise şu yalan dünyada gülümseten bir kaç anımız...

Bakmadan Geçme