İnsanın kendi ülkesinde ve kendi topraklarında tutsak alınıp başka topraklara götürülüp rehine tutulması anlaşılır ve anlatılır gibi değil!
Tek bir tutsak yurttaşını bile deniz aşırı ülkeleri aşarak ülkesine burnu kanamadan geri getiren ülke olmadığınız zaman anlaşılırlık ve anlatırlık elbette zorlaşır.
Düşüncelerimiz rehin...
Özgürlüğümüz rehin...
Geleceğe dönük umutlarımız rehin alınmış gibi!
Taviz dedikleri bu olmalı!
Olan bitene eyvallah etmek, yapılanları sineye çekmek ne kadar zordur... Tıpkı bir atışta tuz buz edilen camlara dönüşür onur dediğimiz değer. Devlet denen görünmez gücün iradesi kırılır ve yerle yeksan olur...
Barış için hep birlikte paralanıyoruz. Yüreklerimiz bir kuş yüreği gibi çarpıyor. Ancak barış adına insanların var olan değerlerini ayaklar altına almak da bir savaş biçimidir. Savaşların kategorize edilmesindeki bugünkü sürecin adı da şüphesiz ki soğuk savaştır!
Bugün rehineler...
Kim bilir yarın canlı kalkanlar... Giderek yüreklerde hızla büyüyen uçurumların derinliğini sizce de büyütmüyor mu?
Elbette sen güçlü, ben güçlü çelişkisi yok edilmeli... Ama ulusal onurlar yaralanmadan. Var olan değerler ayaklar altına alınmadan.
Ülke topraklarımızdan kaçırılan ve rehine tutulanların, sonrada barış açılımı kapsamında serbest bırakılanların hiç vakit geciktirmeden yaralı ve kırılmış ruhları için harekete geçilmeli. Mutlaka psikolojik destek verilmelidir.
Bir an olsun onların yerine kendinizi koyarsanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Barış için adım atmak insan onuruyla çelik çomak oynamak değildir. Akil adamların olmadığı bir ülkede barış ansızın ateş topuna dönüşebilir ve herkesi yakabilir. Düne kadar akil adam çağrısı yapanlar arasında yer alan bu satırların yazarı da artık inanıyor ki onlar yoklar. Varsalar da yürekleri yok! Çünkü hem korkak, hem de günü kurtarmanın dayanılmaz ihaneti içindeler. Sizce bu saptamayı yaparken çok mu duygusallaşıyorum?