Renkli Televizyon
Elektriğin şehrimize henüz geldiği günlerdi. Komşularımızdan hali vakti yerinde olanlar, aldıkları siyah beyaz televizyonları salonun başköşesine oturturken evin kızları da sevdiklerine mendil işler gibi en güzel işlemeli örtülerle bu bir eşi daha olmayan aygıtı süslüyorlardı. O günler biz çocuklar için dünyanın tek harikası hükmünde olan televizyonu görebilmek, izleyemesek bile yanında oturabilmek ne büyük bir saadet idi yaşamayan bilmez aziz okuyucularım.
Elektriğin şehrimize henüz geldiği günlerdi. Komşularımızdan hali vakti yerinde olanlar, aldıkları siyah beyaz televizyonları salonun başköşesine oturturken evin kızları da sevdiklerine mendil işler gibi en güzel işlemeli örtülerle bu bir eşi daha olmayan aygıtı süslüyorlardı. O günler biz çocuklar için dünyanın tek harikası hükmünde olan televizyonu görebilmek, izleyemesek bile yanında oturabilmek ne büyük bir saadet idi; yaşamayan bilmez aziz okuyucularım.
O günler biraz maddi sıkıntılardan biraz da televizyonun haram olduğuna dair etrafta dolaşan şayialar yüzünden babam bir türlü televizyon almaya yanaşmazdı. Ben ve kardeşlerim, neredeyse her akşam babamızı televizyon almaya ikna etmeye çalışır, bir netice alamayınca da soluğu komşu evde alırdık. Ancak evin sevdiğine varamamış hırçın kızı, bütün hıncını bizden çıkarmak istercesine o dakikada eline geçirdiği her ne varsa çelimsiz bedenlerimize fırlatır ancak bizler avına kilitlenen yabani hayvanlar gibi birkaç adım uzaklaştıktan sonra yeniden durur ve bin bir umutla içeri buyur edilmeyi beklerdik. Elbette bu beklediğimiz teklif, Kafdağı kadar uzak ve bir o kadar da hayalden ibaret olduğundan istisnalar hariç hiçbir zaman gerçekleşmezdi.
Ancak pes etmez ve evin tam penceresine nazır bir küllükten televizyona bakmaya devam ederdik. Bu bakma esnasında gördüklerimiz, siyah beyaz cisimlerin sağa sola hareketlerinden başka bir şey olmazdı ama biz yine de televizyon izlemiş olmanın hazzını doya doya yaşardık. Hele çöplerin de boca edildiği küllükte, kabaca doğranıp atılmış bir karpuz kabuğu da bulduk mu artık keyfimize diyecek olmazdı. Şairin birinin(herhalde bu şairin kim olduğunu tahmin etmişsinizdir)
'Gülme be sevgili
İnan ki çok mutluyduk.
Aynı kaba giren kaşıklarımız
Karpuz kabuğuna sevinen yüreklerimiz vardı.'
dediği gibi bizim nesil bu kadarlık şeyle bile mutlu olabiliyordu.
Televizyon aşkımız küllüklere düşecek kadar küllenip hatta alevlenince ve yine bu hali pür melalimiz babama ziyadesiyle dokununca bütçesini zorlayarak hem de renklisinden bir televizyon almaya karar verdi. Tabi benim babam okumuş yazmış adamdı. Bir zaman sonra çocuklarının 'Renkli Televizyon' diye tutturacağını bildiğinden işi kökünden halletmişti. Televizyonun getirileceğini öğrendiğim gün, vakit bir türlü geçmek bilmemişti. Zamanı tüketmek adına resim yapışımı ve üç tekerlekli bir el arabasının televizyon getirişini resmedişimi, hafızamda birçok şeyin silikleştiği bugün bile en canlı ve de en renkli haliyle hatırlıyorum.
Televizyona sahip olduğumuz o tarihi günlerde, evimiz meraklı ziyaretçilerle dolup taşmıştı adeta. Çünkü renkli televizyon, komşularımızın ekserisi için güzelliği dillere destan ancak bu güzelliği temaşa edebilme şerefine henüz hiç kimsenin eremediği efsanevi masal kahramanı 'Şahmeran' hükmündeydi. Tabi bu yoğunluğa rağmen televizyonsuzluğun ne demek olduğunu iliklerimize kadar yaşayan bir aile olarak gelenlere çok iyi davranıyor, hürmette kusur etmiyorduk. İlk kez televizyon gören komşularımızı, keşke bir iki satırla da olsa ifade edebilseydim. Sadece şu kadarını söyleyeyim; televizyona bakarken önlerindeki çayı döktüklerinden hatta kendilerini yaktıklarından bile bihaberlerdi. Belki abartı gibi gelecek ama Yusuf'u gören Züleyha'nın arkadaşlarının ellerini kesmesinden pek farkı yoktu bu manzaranın.
İşte böyle sevgili okurlar;
Bu fasıl uzun ancak yerimiz sınırlı olduğundan şu ilaveyle nihayet verelim. Bahsini ettiğim o günlerde, tüplü ve manüel olarak kullandığımız tek bir televizyonumuz ve günün belli vakitlerinde yayını olan tek bir kanalımız vardı fakat bizim nesil, yani bizler ekseriyetimiz itibariyle mutluyduk. Çünkü o günler, ticari kaygıların olmadığı, değerlerin reyting uğruna değersizleştirilmediği ve neredeyse bütün programların ailecek izlendiği çok güzel ve de neşeli günlerdi. Kara Şimşek heyecanlandırır, Hababam sınıfı güldürür, Adile Teyze ise masal anlatarak uyuturdu.
Hatırladığım kadarıyla o tatlı günlerde, kayda değer tek kaygımız, ikinci kanalın yurt sathına yayılmaya başladığı haberleri üzerine yaşadığımız kaygı olmuştu. Çünkü biz çocuklara göre, ikinci kanal demek ikinci bir televizyon demekti ve babamız kesinlikle ikinci bir televizyon almaya yanaşmazdı. Gerçi bu kaygı üzerinde de çok durmamıştık. Muhtemelen maddi durumu daha iyi olan komşumuz ikinci bir televizyon alacak ve bize de yine küllük yolu gözükecekti…