Şiir'in ayrı bir dili var. Tüm ideolojilerden arınmış bir dil, bilhassa siyasetten arındırılmış bir dildir.
Peki şiir'in hiç mi ideolojisi olmaz? Olur tabii ki.
Şiir insanlığı, açlığı, sefaleti, haksızlığı, adaleti, yoksulluğu, siyasette ideolojileri kullanarak paye sahip olanları konu alabilir.
Şiir kötü gidişin önünde yol açacak tılsımlı değerli hazine gibidir. Bilinmez mekanlara misafir olur. Olmayan zamanları seçer. Padişaha karşı koyar. İsminin bir karşılığı vardır ki o da vicdandır, ahlaktır. Onun için şiirin ehemmiyetine vakıf şairler hep sürgün hayatı yaşamışlardır.
Padişahlar genellikle saraylarında şairleri ağırlamışlar ve konaklar tahsis etmişlerdir. Şüphesiz padişahları en çok eleştirende yine şairler olmuştur. Çünkü hakikati dile getirmenin yegane yolu şiirden ve şairin yüreğinden geçer.
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in yanında bulunan Şair Vehbî' de böyle bir şairdir.
"Yavuz Sultan Selim , bir gün nasıl olduysa gönül ehli olan Şâir Vehbî ile araları açılır. yanından uzaklaştırır bir nevi ders verip sürgün eder diye düşünür. Şâir Vehbî de, diyâr diyâr dolaşıp yerleşecek yer aradıktan sonra, nihâyet Van Müftüsü’nün yanında kâtip olarak çalışmaya başlamış. Aradan zaman geçtikten sonra, Sultan Selim Han şâiri tekrar bulmak istemiş. Fakat ara ki bulasın… Şâir sanki yer yarılmış da içine girmiş. Düşünmüş, taşınmış ve aklına bir fikir gelmiş. Demiş ki, ‘Ben bir mısrâ yazayım ve bir yarışma düzenlensin. Benim mısrâmı beyte tamamlayan en güzel mısrâyı yazana mükâfât vereceğimi îlân edeyim. Şüphesiz ki Şâir Vehbî de dayanamayıp, katılacaktır. O vakit, onu üslûbundan tanırım.’ Ardından şu mısrâyı yazmış:
‘Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?’
Hemen münâdîler çıkartılmış ve Devlet-i Âl-i Osmân’ın her köşesinde Sultan’ın başlattığı yarışma îlân edilmiş. Tabiî katılan çok olmuş. Her eli kalem tutan, Sultan’ın mısrâsına bir mısrâ katıp, saraya göndermiş. Fakat pâdişah hiçbirisini kabul etmiyormuş. Her gelene ‘Hayır’ diyormuş, ‘aradığım bu değil.’ Van Müftüsü bu hâli işitince, ‘Şansımı bir de ben deneyeyim, nasipse olur’ deyip, koyulmuş bir mısrâ yazmaya. Kendince bir şeyler yazdıktan sonra, bir de kâtibine göstermiş, ‘Nasıl olmuş?’ diye. Şâir Vehbî de, ‘Şurası şöyle olsa nasıl olur?’, ‘Şurasını da şöyle değiştirseniz güzel olmaz mı?’ derken ortaya aşağıdaki mısrâ çıkmış:
‘Ezelden gam turâbıyla yoğrulmuş bir bedendir bu.’
Pâdişah Van Müftüsü’nden gelen beyti okuyunca birden durmuş. ‘Tamam’ demiş, ‘işte aradığımı buldum. Hemen haber salın bu mısrânın şâirine, saraya gelsin.’ Müftü büyük bir heyecanla gelmiş saraya. Pâdişahla bizzat görüşmek üzere huzûra alınmış. Pâdişah aradığını bulmuş olmanın rahatlığıyla sormuş : ‘Bak müftü efendi. Bu mısrâ ile mükâfâtı hakettin. Lâkin… eğer ben üslûptan şu kadar anlıyorsam, bu mısrâın şâiri sen değilsin.’ Müftü efendi hiç uzun etmemiş. ‘Doğrudur hünkârım’ demiş. ‘Kimdir o halde?’ Söylemiş müftü, ‘Kâtibimdir’ demiş. ‘İsmi nedir kâtibinin?’ ‘Vehbî…’ ‘Doğru, Vehbî’dir. Elhamdülillâh, çağırın öyleyse gelsin.’ Çağırmışlar tabiî. Târihin kahramanlıkları ile yâd ettiği Yavuz’u şiirden, edebiyattan da böylesi anlarmış işte… Bize de aşağıdaki beyit, yâdigâr kalmış:
Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu
Çün ezelden gam turâbıyla yoğrulmuş bedendir bu"
Şiir insanlığı irdeleyen, açlığı sefaleti ve yokluğu bilen, haksızlığı kabul etmeyen ulvi bir değerdir. Çoğunlukla bulutlu havalarda sis bulutların arasında kalmıştır. Eskileri şiiri daha iyi bilirlerdi. Çünkü vicdan ahlak ve insani değerler vardı. Şimdilerde şiir köhneleşmiş ise bunun sebebi vicdanın ölmesi, ahlakın yok edilmesi ile ilgilidir. Emin olunuz ki şiir yalaklığı sevmez.
Şiir ideolojiden arınmış manaya anlam katan bir olgudur. Yoksa padişahın yanında herşey elin altında padişah seni ne diye sürgün etsin. Diye düşünürbi insan değil mi ? Ama hakikati haykıran en güzel nağme şiir ise taviz vermez insanlığın emaresini taşır çünkü.
Şiir ehli insanda kalmalı, her yazılan şiir olmadığı gibi modaya uyup şiir yazanlarda tarihi misyona zarar verildiğini bilmeli. Siz en iyisi şiiri anlayın ve okuyun.