Saklı Hazine 3
Arabayla Rize, Artvin, Erzurum, Ağrı, Doğu Beyazıt, Çaldıran derken nihayet Van Gölü sahiline çıktılar. Muradiye Şelalesi'nin donmayan kısımlarından akıp Şeytan Köprüsü'nün altından geçen sular, turkuaz renkli göle kavuşurken göl, gümüş renkli bir etek giymiş, mavi gömlekli genç bir kız şeklini almıştı. Hayranlıkla seyrettikleri göl öyle büyük öyle engindi ki iki kardeş Akdeniz gibi bir denize ulaştıklarını sandılar. Yer yer kurumuş kavak ağaçlarının cılız gölgeleri arasında kalan eşsiz sahilleri geride bırakarak Van merkeze ulaştılar.
Arabayla Rize, Artvin, Erzurum, Ağrı, Doğu Beyazıt, Çaldıran derken nihayet Van Gölü sahiline çıktılar. Muradiye Şelalesi'nin donmayan kısımlarından akıp Şeytan Köprüsü'nün altından geçen sular, turkuaz renkli göle kavuşurken göl, gümüş renkli bir etek giymiş, mavi gömlekli genç bir kız şeklini almıştı. Hayranlıkla seyrettikleri göl öyle büyük öyle engindi ki iki kardeş Akdeniz gibi bir denize ulaştıklarını sandılar. Yer yer kurumuş kavak ağaçlarının cılız gölgeleri arasında kalan eşsiz sahilleri geride bırakarak Van merkeze ulaştılar.
Ramazan ayıydı. Diz boyu kar yağmıştı. Vakit kaybetmeden Gevaş ilçesine doğru hareket ettiler. Yolları üzerinde bulunan Edremit, güney ve batı sahillerindeki şehirleri aratmayacak güzellikte, küçücük bir sahil şehriydi. Gevaş'a ulaştıklarında hava muhalefetinden dolayı adaya seferlerin iptal edildiğini öğrendiler. Canları sıkılmıştı. Vıcık vıcık olmuş yollardan geçerek bir mahalleye vardılar ve rastgele bir evin önünde durdular.
Evin kapısında kocaman bir üzerlik asılıydı. Sıkıca giyinmiş kasketli bir adam ahırın üzerindeki karları kürüyor, avluya çıkarılan inekler alüminyum teştteki kaya tuzunu yalıyor, koyunlar teknedeki saman artıklarını yiyor, koçlar boynuz boynuza güreşiyor, gocuklu bir çocuk donmuş çeşmenin lülesinden damlayan suya ağzını dayamış, yarı su içiyor yarı oynuyordu. Arabadan iki yabancının indiğini gören köpekler sırayla havladılar. Örtmedeki tandırda pişen taze yufka ekmeği ve tereyağlı çörek kokusu, tüm avluyu doldurmuştu.
Meraklı bir kalabalık, koştura koştura arabanın başına toplandılar. İki davetsiz misafir, ev sakinlerini ve komşuları ziyadesiyle mutlu etmişti. İklim şartlarından olsa gerek taş gibi sert ve bu sertlikle yüzlerine sinek konsa bin parça olacak bu insanlar, misafir görmeye görsünler, mutluluktan bütün bedenleri gevşer ve böylece simalarındaki tüm adalelere yansıyan sevinç, bir gıdı gibi taştıkça taşardı. İki kardeş dertlerini anlatınca gülümseyen ev sahibi, seferler başlayıncaya kadar misafir kalabileceklerini söyledi ve bin bir temenna ile içeri buyur etti.
Ahmet ve Murat mahcupça içeri girdiler. Bol pencereli eyvanda koltuk yoktu. Büyük çini sobanın yanı başındaki kerevete oturdular. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor, dillerden ziyade gözler konuşuyordu. İki kardeş bir süre camlara vuran karların raksını izlediler. Tezeklerin tutuşurken çıkardığı gümbürtü, odanın kireç kokan, yarı çıplak duvarlarında usulca yankılanıyor, duvara asılı birkaç siyah beyaz fotoğraf kızıl bir renkle renkleniyordu. Sobanın üzerinde fokur fokur kaynayan çay, salına salına dağılan buharlar eşliğinde kristal bardaklara dökülürken iki kardeş kıtlama şeker ile ilk kez tanışıyordu.