Toplumumuzda saltanatın kaldırılması konusu geçince, muhafazakâr kesimin geçmişe dayalı hassasiyetlerinden dolayı saltanat kaldırılmasaydı iyi olurdu gibi serzenişlerini duyarız.
Bu serzenişler saltanat fanatikleri tarafından bazen ölçü kaçırılarak milli mücadele kahramanlarına hakarete kadar varabilmektedir.
Oysa, tarihi konulara hakim olan, objektif gözle bakan tarihçilerin çıkarımlarına baktığımızda; babadan oğula geçen Osmanlı Hanedanı'nın artık eski gücünden eser kalmadığını, sürekli toprak kaybettiğini, sultan ve şürekasının etraftaki tehlikeleri iyi süzemediği; hatta öyle ki son yüzyılda sarayda görevli paşaların çoğunun gayrimüslim politikalar güttüğü görülmekteydi.
En son yurdun her taraftan işgaliyle başlayan bu süreç, başkent İstanbul'a düşman postallarının basmasıyla, Sultan Vahdettin Han'ın çaresizce seyredişi, üstelik bu işgale karşı koyan Kuvayı Milliye Hareketine karşı çıkışıyla birlikte iş kabul edilemez bir boyuta ulaştı.
...
Kuvayı Milliye hareketini kuran Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının mücadelesi devam ederken, İstanbul hükümeti 1920'de Divan-ı Harp mahkemesinde aldığı kararla Mustafa Kemal ve arkadaşları askerlikten çıkarılarak idamlarının gerçekleşmesi için ferman yayımladı. Bu emri uygulamak için de Harbiye nazırı görevlendirilmişti.
...
Mustafa Kemal'in önderliğinde zafere inanmış Anadolu'nun vatanperver halkı, o yokluk içersinde, silah yerine geçebilecek elinde avucunda ne varsa onunla birlikte Kuvayı Milliye Hareketine akın akın katılıyordu. İşte bu inançla, düşmanın yurttan atılması gerçekleşiyor ve Kurtuluş Savaşı kazanılmış oluyordu.
Savaşın kazanılmasından sonra, barış anlaşmasına hem İstanbul hükümeti, hem de Ankara hükümeti birlikte çağrılınca, Saltanatın pek hükmünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılışı ile birlikte demokratik adımların atılmasıyla Saltanat kavramı çelişmeye başlamıştı. İkisinin bir arada yürümesi imkansız hale gelmişti.
Bir ülkede çift başlı yönetim olamayacağı ortadaydı. Kısacası Milli Egemenliğe aykırı bir durum sözkonusuydu.
Barış konferansındaki ikiliği ortadan kaldırmak için Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ve Kazım Karabekir Paşa'yla görüşüp mecliste saltanatın kaldırılması ile ilgili beyanatta bulunmalarını istemişti. Bu beyanatın mecliste itirazssız şekilde kabul edimesi sonrasında, 1 Kasım 1922 tarihinde 308 numaralı "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, hukuku hâkimiyet ve hükümranının mümessili hakikisi olduğuna dair" adlı kararnamesi ile saltanatın kaldırılması gerçekleşmiştir.
Böylece Osmanlı Devleti'nin siyasi varlığı son bulmuştur.
Hükümsüz kalan Tevfik Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti'de 4 Kasım 1922'de istifa etmek zorunda kalmıştır.
Artık TBMM Hükümeti tek hükümet olarak "egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir" düsturunu gerçekleştirmiş oluyordu.
Son söz olarak şu denilebilir: Günün şartlarına uygun olarak gelişen babadan oğula geçen monarşik bir sistemin ne dini ne de evrensel hukukta yeri olabilir. Ecdadımızın uygulamış olduğu yönetim tarzı sürekli savaşla varlığını ayakta tutmak için o zamanın gereği olabilir.
Kaldı ki zamanın imparatorluklarına göre kıyas kabul etmeyecek derecede adaletle yönettiği dönemler elbette ki olmuştur.
Lakin, sonuçta koskoca ülke bir ailenin malı olarak sayılmaktaydı.
Bütün padişahlar Fatih olamazdı elbette.. Çocuk yaşta sultan olan hanedan üyeleri; liyakat ilkesine ters olsa da sonuçta "devlet benim babamın malı, ben ne dersem o olur" zihniyeti İslami de sayılamazdı herhalde.
...
Saltanatın kaldırılmasının 99.Yılı kutlu olsun. Türk Milleti'nin yapısına ve milli egemenliğe en uygun sistem olan Cumhuriyet sonsuza kadar var olsun.