Şefika Ğale İle Sabri Dayı
Yunus Türkoğlu yazdı...
Hanikoğlu Sokak’ta yürüyorum; bazıları gidiyor, bazıları geliyor. Tanıdıklarımda var, tanımadıklarımda, sohbet ettiklerimde var etmediklerimde. Duvarlardan yola sarkan meyve ağaçları iştahımızı kabartırken muhteşem manzaralar oluşturuyor. Elma ve armutların olgunlaştığı, ayva ile iğdelerin yeşil olduğu bir vakitteyiz. Önünden geçtiğim Tunca Uras İlkokulu sükûnet ve hüzün içinde duruyor! Yaz tatillerinde öğrenciler ve onların cıvıltıları olmayınca okullar sanki hüzne gark oluyor! Bilmem, belki de ben öyle hissediyorum… Okulu geçince yine sol tarafımda Şeref Okuldaş’ın iki katlı kerpiç yapılı tarihi Van evi duruyor. Yolun karşısında kodun altında kalan tek katlı kerpiç yapılı bir ev var. Karşıya geçince su kanalı ve boylu boyunca uzanan mühre duvarlar bizi karşılıyor. Kanal üzerine sal taştan yapılmış köprüden geçip bahçeye giriyorum…
Burası Sabri Dayı ile Şefika Ğale’nin evidir. Evin bir tarafında Celal Davran, diğer tarafında Mehmet Toprak ve hanımı “sütçü teyze” dediğimiz Cemile teyzeler oturmaktalar. Evin arka tarafında küçük bir bahçe var. Bu bahçe duvarını aşarsak göz alabildiğine uzanan meyve bahçeleri Erek’e kadar devam edip gider. Bir yanda Çeşminaz teyzenin, bir yanda Kadir Ödemiş’in, bir yanda Sipahioğulların bahçeleri durur yeşillikler içinde…
Anlatacaklarım Bitlis coğrafyasında başlayıp sonrasında uzun yıllar Van’da devam eden ve yine Bitlis’te sona eren bir sevda masalı, bir sevgi hikâyesi, zamanın durduğu yerde açan iki goncanın umuda tutunma hayallerinden bir kesittir…
Bitlis’te mevsim bahardır. Kokusu cennetten gelen çiçekler açmıştır. Şehrin ortasındaki dere coşkun akmaktadır. Ruhlara gizlerin düştüğü zamandır, güzelliklerin gergef gergef örüldüğü zamandır! Sabri, askerlik görevini bitirmiş memleketine dönmüştür. Kimi kimsesi yoktur, yalnız başınadır. Hamallık yapmakta ve babadan kalma küçük bir evde yaşamaktadır.
Öte yandan Şefika çıkan bir yangında beyi ve oğlunu kaybetmiştir. Üç kızıyla beraber gönlü kırık “sabır şifadır her derde kedere” deyip, Rabbinin rızasına ram olmuş halde hayatına devam etmektedir!
Ne sevinçler daimidir, nede kederler sonsuz olarak kalıcıdır bizimle…
Bir zaman sonra büyükler ikisini uygun görüp baş-göz ederler. Bir süre Bitlis’te otururlar. Aralarındaki yaş farkı konuşulmaya başlanmıştır. Hoş olmayan sözleri duyan Şefika ile Sabri çok müteessir olur, üzülürler. Bitlis’te Sabri’nin iş imkânlarının kısıtlı olduğunu da göz önünde bulundururlar. Uzaktan tanıdıkları Methiye abla Van’da oturmaktadır. Ondan Van ile ilgili hep olumlu şeyler duymuşlardır…
Van’a taşınmaya karar verirler, hazırlıklar başlamıştır!
Van’a gelirler fakat pek tanıdıkları yoktur. Cevdet Paşa Mahallesi’nde Şevket Hoca’nın iki oda bir salon, küçük bahçesi olan evi kiralayıp otururlar. Kısa bir sürede Şefika mahalleye alışmıştır. Ayrıca Bitlisli birkaç komşusu olduğunu görünce mutluluğu daha da artmıştır. Özellikle Şevket hoca’nın hanımı Naile’yi kardeşi gibi sevmiştir. Ve bu dostluk ölünceye kadar devam edecektir! Bu arada Sabri’de bir hamal arabası satın alıp çalışmaya başlamıştır.
İşte o zamanlar, iyilik bahçelerinin gülleri daha solmamıştı, sevgi, saygı ve merhamet henüz kaybedilmemişti! Gönül kapıları her daim açık ve bu gönüllere paslı kilitler daha vurulmamıştı!...
Şefika, kendine has konuşmasıyla, Bitlis’e ait başta köfteler, çörekler olmak üzere yemek kültürünü mahalleliye tanıtmıştır. Zamanla Van’a ait zengin gelenek-görenekleri de öğrenmiştir. Bu mahalleyi, insanlarını sevmiş ve ayrılmak istememiştir. Hanikoğlu Sokak’ta ev satın almış taşınmışlardır. Kızları büyümüş, evlenip ikisi Bitlis’e, biri Diyarbakır’a yerleşmiştir. Şefika artık “Ğale” Sabri ise “Dayı” olmuş yaşları kemale ermiştir…
1970’li yıllardayız devreye artık biz giriyoruz!
Sabri dayı’nın başında külahı, badem bıyıkları ve sert bakışları vardı. Sırtında yeleği, kalın kaşe pantolonu, kışları giydiği meşin gocuğunu unutamam. Ağırbaşlı, çok konuşmazdı. Kış geceleri çay içmeye gelirlerdi. Babamın anlattığı “Peygamber Kıssaları” ile “Hadis-i Şerifleri” ilgiyle dinlerdi.
Şefika ğale, hemen hemen her gün ikindi namazını kılar bize gelirdi. Annemle pencerenin önünde oturur çay içerlerken gözü üç yol ağzında olurdu. Sabri dayı Küçük Camii’de namazını kılar yola çıkardı. Üç tekerlekli arabasıyla köşeden çıkınca “Sebrom geldi” diye kalkar tarladan eve gider onu kapıda karşılardı…
Şefika ğale’nin torunu Ayten Van’a gelince kız kardeşimle onlara giderdik. Evin salonunda şöminemsi ocakta çömlekte yahni yapar küle gömerdi. Akşama yakın bakır tavada tereyağlı pirinç pilavı yapardı. “Ne lezzetli olurdu anlatamam, mis gibi kokar yiyenler tadına doyamazdı…”
Vakit su gibi akıp gitmiştir. Şefika ğale yaşlanmıştır, hastadır ve ameliyat olması gereklidir. Sabri dayı bakmakta zorlanır. Kızları Fazilet ile Refika Bitlis’e götürürler. Diyarbakır’da kızı Selvi’nin yanında ameliyat olduktan sonra Bitlis’te bakmaya karar verirler. Hastalık yıllarında annem ile ablam ğale’yi ziyarete gitmişlerdi. Bir süre sonra Sabri Dayı mecburen evi satıp memleketine döndü...
Birkaç yıl sonra Şefika ğale’nin daha sonrasındaysa Sabri dayı’nın vefat ettiğini duyduk. Onları ailece unutamamıştık. Hep rahmet ve duayla anıyoruz, mekânları cennet olsun…
Selametle kalınız…