Siyasetçi ve sorumluluğu...

Dün bu sütunda aydın kişinin demokrasiye karşı sorumluluklarına değinmiştik. Şimdi sıra aldığı kararlarla ülkeyi yöneten/yönlendiren siyasetçiye geldi.

Dün bu sütunda aydın kişinin demokrasiye karşı sorumluluklarına değinmiştik. Şimdi  sıra; aldığı  kararlarla ülkeyi yöneten/yönlendiren siyasetçiye geldi.

Bizim gibi demokrasi ile çok sonraları tanışan toplumların sorunudur bu geç kalmışlık...

Hani, eğitim çağında geç kalıp dersin yarısında sınıfa girmek gibi bir durumdur bu... Herkes gereken bilgileri almış, uygulamaya geçmiş, siz bu işe daha yeni başlama noktasınız. İşi aceleye getirdiğiniz için de -geç kalmışlığın ezikliğiyle- hızlı bir öğrenim ve onun sonucu "ağzına-burnuna bulaştırma" durumu çıkmıştır ortaya...

Hepimiz biliyoruz ki, Osmanlı dönemindeki meşrûtiyet denemeleri ülke insanını demokratik bir düzenle buluşturamadı. Cumhuriyet dönemindeki kuruluş/yenilik çabalarının  arasına  "demokrasi tohumu" ekmek isteyen Kurucu Atatürk, iki kez denediği  "çok partili döneme geçiş" isteği/arzusu; eskiye bağlılığı/ sevdası olanlarca sabote edilince yarım kaldı.

Kurucu Atatürk, 1937 yılında Trabzon'a üçüncü kez geldiği son gezisinde halk ile yaptığı sohbet toplantısında "Cumhuriyetçi Serbest Fırka"nın kapanış nedenini açıkladıktan sonra "çok partili döneme geçiş" için; "- En erken 20 yıl sonra..." açıklamasını yapmıştı.

Yıl 1938'dir... Atatürk yaşasaydı, yeniden çok partili dönem 1958'de başlayacaktı. Böyle bir kararı alırken daha önce yaşanan iki olumsuz çok partili dönem denemesinin payı olduğunu bilmemiz gerekir.

Cumhuriyeti kuran kadronun;  bu rejimi yaşatma kararlılığı, onu zaafa/zaafiyete uğratacaklara  karşı elbette duracaktı.

Kurucu Atatürk'ün,  " Çok Partili Dönem"e geçiş için gösterdikleri özen/duyarlılık daha  önce yaşanan iki olumsuzluğun payı olduğunu bilmemizde yarar var. O da

toplumun demokrasi algı ve bilgisinin henüz gelişmemiş olmasıydı kuşkusuz.

Böyle bir manzara karşısında;  "Cumhuriyet'in kurucu kadroları"  hızlı bir eğitim seferberliği başlattı. Eğitimin, bilimin, kültür, sanatın ışığında  yurt düzeyinde yaşanılır oldu.

Amaç, önce eğitimle bilgilenme ve bu yoldan kalkınıp demokrasiye ulaşmaktı.

Ne yazık ki; bunu Kurucu Atatürk göremedi. Yapacağı "Bilim-Kültür-Sanat Devrimi" ile çağdaş bir toplum yaratacak, demokrasiyi böyle aydınlık ortamda ulusuna armağan/emanet edecekti.

Sonrası malum...

xxx

Dünyanın kana bulandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan "demokrasi - komünizm cepheleri"nin karşılıklı zorlamaları sonucu Kurucu Atatürk'ün "Cephe/silah arkadaşı" İnönü; demokrasiye geçişi ülke yararına gördü. Ama "Çok Partili Dönem" için   bilgili toplum oluşmadan; hatta-hatta demokrasiyi bilmeden demokrasiye girilince Türkiye'de bir kısım "kurnaz siyasetçi"ye gün doğmuş oldu böylece.

"Geçmişi karalama hastalığı"na yakalanan böyleleri "ucuz siyaset bezirganlığı" yapıp; toplum çoğunluğunu da arkaya alınca iş daha da kolaylaştı.

Hatta, böylesi kalabalıkları arkasında gören bir öneml siyasetçi, ulus önünde;  "Siz isterseniz halifeliği bile bu memlekete getirirsiniz" şeklinde "Cumhuriyet Devrimleri"ne karşı ağzını bozmuştu.

"Kurucu"nun ve kadrosunun; Cumhuriyeti koruma/kollama/yaşatma/geliştirme özlem ve gayreti; sonradan gelen kimi siyasetçilerce aynı heyecanla desteklenmeyince/beslenmeyince bugünkü gel-gitleri yaşıyoruz ne yazık ki...

xxx

Siyasetçi; her gün, her saat, ulusun kendisine verdiği görevi, en küçük  bir vebal altında kalmayacak vicdani sorumlulukla yerine getirmenin heyecanını/huzurunu benliğinde yaşayıp öyle uyuyabilmeli...

Bunun aksi bir durum ise; meyve vermek isteye demokrasi ağacına indirilen balta darbeleri olur.

Bakmadan Geçme