Sosyalistlerin Birliği (1)
Mehmet Bedri Gültekin yazdı...
2023 seçimlerine giderken Türkiye sosyalistlerinin çözmeleri gereken iki önemli sorun bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, sistemin hali hazırda halkın önüne koyduğu üç seçeneğin (Cumhur ve Millet İttifakları ile HDP etrafında oluşturulmak istenen ittifak) karşısına, Türkiye’nin yaşamakta olduğu derin ekonomik, siyasi ve toplumsal krizden çıkışa önderlik edecek sistem dışı, inandırıcı bir devrimci seçenek koyabilmektir. Böyle bir seçenek, ancak sisteme ait söz konusu oluşumlardan, program ve politika olarak temelden farklı bir “Türkiye İttifakı”nın oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Başlıca maddeleri, Tam bağımsız Türkiye, Laik-Demokratik Cumhuriyet ve Halkçı Devletçi Ekonomi olan bir program temelinde oluşacak “Türkiye İttifakı”; anti emperyalist milliyetçileri, halkçıları ve sosyalistleri kapsamalıdır.
Seçmenin yaklaşık yüzde 15’inin sandık başına gitmeyi düşünmediği, gene yapılan kamuoyu yoklamalarına göre her üç seçmenden birinin sistem partilerinden hiçbirine güvenmediği, kalan seçmen kitlesi içinde de hatırı sayılır “kerhen oy verme” durumunda olan bir kesimin bulunduğu koşullarda, nesnel olarak “Türkiye İttifakı” için geniş bir zeminin var olduğunu söyleyebiliriz.
Burada kritik mesele, “Türkiye İttifakı”nda motor rolü oynayacak bir öncü gücün var olup olmadığıdır. Bu öncü rolü doğal olarak ancak Sosyalistler oynayabilir. Buradan da önümüzdeki diğer görev çıkıyor: Sosyalistleri bir araya getirerek “Türkiye İttifakı”nı oluşturmada kilit rolü oynayacak gücü oluşturmak, atmamız gereken ilk adımdır. Arkalarında 50 yılı bulan bir parçalanma dönemi bulunan Türkiye sosyalistlerini veya en azından anlamlı bir kesimini bir araya getirebilmenin, aynı Parti çatısı altında toplayabilmenin koşulları var mıdır? Veya aynı Parti çatısı altında toplanmak bugünden yarına mümkün değilse bile, Türkiye İttifakı’nın oluşmasında anahtar rolü oynayacak sosyalistleri bazı ara formüllerle bir araya getirerek tarihi rollerini oynamalarını sağlamak mümkün müdür? Bu konu üzerinde düşünmenin zamanıdır.
BÖLÜNMENİN KISA TARİHÇESİ
Türkiye sosyalistleri arasında bölünmenin başlangıcı, 1960’ların ikinci yarısında yaşanan Milli Demokratik Devrim – Sosyalist Devrim tartışmasına dayanır. Aybar’ın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi, ülkedeki bütün sosyalistlerin içinde olduğu bir partiydi. Bu birlik, önce TİP içinde yaşanan tartışmalarla dağılma emareleri göstermeye başladı. Böylece Sosyalist solun tarihindeki en önemli ve en anlamlı iki çizgi mücadelesi yaşandı. Türkiye kapitalist bir ülke midir ya da o gün kullanılan terminoloji ile söylersek “yarı feodal yarı sömürge” bir ülke midir? Elbette bu tespit, ülkenin önündeki devrim aşamasının ne olduğu konusunda da farklı görüşlerin temel dayanağıydı. Milli Demokratik Devrim mi Sosyalist Devrim mi?
Ülkenin sosyoekonomik yapısına ilişkin tespit, önümüzdeki devrimci aşamanın niteliği; devrim stratejisini oluşturmada, mücadelede dostların ve düşmanların kim olduğunu belirlemede belirleyicidir. Bundan dolayı o zaman Sosyalist sol içinde yaşanan tartışma son derece önemliydi. Özellikle 1968 sonbaharında Aydınlık dergisinin yayınlanmasıyla su yüzüne çıkan ayrışma, 1968 gençlik eylemlerinin estirdiği rüzgâr ile birleşti. Üniversite gençliğinin kitlesel olarak sosyalizme yönelmesiyle birlikte MDD – SD tartışmaları dar grupların sorunu olmaktan çıktı. Şefik Hüsnülerin TKP’sinden Türkiye’de kalan Parti önderlerinin hemen hemen tamamı (Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat Baraner, Vecdi ve Sevinç Özgüner, Emin Sekun, Kerim Soyka, Halim Spatar vd.) Milli Demokratik Devrim saflarında yer aldılar. Esasen TKP’nin 1926 programı da Milli Demokratik Devrim programıydı. Keza TİP’in 1964 programı da bir Milli Demokratik Devrim programıydı. 1968 Gençlik mücadelesinin önderlerinin de ezici çoğunlukla MDD saflarında yer almasıyla, Türkiye sosyalistlerinin büyük çoğunluğu MDD savunuculuğunda birlikte hareket etmiş oldu. TİP içinde o zamanlar Sadun Aren ve Behice Boran’ın liderliğini yaptığı ekip (Bu ekip 1970 yılında yapılan TİP 4. Kongresinde Parti yönetimine geldi) Sosyalist Devrimi savunuyordu. O yıllarda Türkiye içinde pek bir varlığı olmayan ve merkezi yurtdışında – Doğu Berlin’de - olan TKP ve 12 Mart sonrasında Ahmet Kaçmaz liderliğinde kurulan TSİP de Sosyalist Devrimi savunan partilerdi.
Türkiye’deki MDD – SD saflaşmasında, 1960’lı yıllarda su yüzüne çıkan uluslararası sosyalist hareket içindeki bölünmenin de etkisi oldu. Sosyalist Devrim diyen TKP, TİP ve TSİP, Sovyetler Birliği’yle (SBKP) aynı tavrı alırken, MDD tezini savunanlar arasında yaklaşım farklılıkları olsa da hemen hemen hepsi, uluslararası sosyalist hareket içinde süren tartışmalarda Mao Zedung’un önderlik ettiği Çin Komünist Partisi’ne daha yakın bir çizgide duruyorlardı.
1969 yılında Aydınlık dergisi çevresinde yaşanan ayrışma sonrasında 1970 yılında Mihri Belli ile yollarını ayırarak THKP-C olarak yollarına devam edenlerin, yayınlarında MDD yerine “anti emperyalist – anti oligarşik devrim” tanımını kullanmaları, bu çevrenin 1968 yılında yaşanan ilk ayrışmada MDD tezini savunanlar arasında oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz.
1960’ların Türkiye’si sosyoekonomik açıdan kaba hatlarıyla şu durumdaydı: Nüfusun yüzde 65’i köylerde yaşıyordu. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri başta olmak üzere feodal kalıntılar hala güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyordu. Milli gelir içinde tarımın payı, sanayinin payının bir hayli önündeydi. Tarım ve sanayinin milli gelir içindeki payları ancak 1980 sonrasında eşitlendi ve daha sonra sanayi, izlenen IMF politikalarının da yardımıyla hızla öne geçti. Çünkü ülkenin tarımını çökertme programı uygulanıyordu. Özal, IMF’nin istekleri doğrultusunda tarımsal nüfusu yüzde 15’lere indirmek için harekete geçmişti.
Hayat, MDD, SD saflaşmasında MDD’cilerin Türkiye gerçeğini yakaladıklarını, halkla birleşmede daha başarılı olduklarını, ayaklarını Türkiye topraklarına bastıklarını kanıtladı.
1990’larla birlikte Sovyetler Birliğindeki sistemin çöküşü ile birlikte Sosyalist Devrim diyenler (TKP, TİP, TSİP) siyaset sahnesinden tamamen silindiler. (1990 sonrasında önce SİP, sonra da TKP adıyla, 2013 sonrasında da TKP’nin bölünmesiyle yoluna devam eden siyasi oluşumların ise eski TKP ile hiçbir doğrudan örgütsel ilişkisi yoktur.)
MDD kökünden gelen parti ve hareketler, 1980 askeri darbesinin baskıcı şartlarında uğradıkları yenilginin yol açtığı kan kaybına rağmen varlıklarını sürdürdüler. Çünkü bütün hata ve eksikliklerine rağmen Türkiye gerçeğini yakalamışlardı. 1990 sonrasında gerek işçi sınıfı, gerekse kamu emekçilerinin mücadelesi ve gerekse demokratik kitle örgütleri içinde; tam bağımsız laik-demokratik bir Türkiye için verilen mücadelede esas olarak MDD kökünden gelen Parti ve hareketler (İşçi Partisi, ÖDP, EMEP vd.) vardı.
(Devam edecek)