Tarih eğer ibret alınsaydı…

Savaş çığlıkları atanlara dikkat edin lütfen.

Kim bunlar?

Çocuklarını bedelli ile vatani görevden soyutlayanlar!

Tarihi bilmeyen, irdelemeyen, savaşların yarattığı tahribatları araştırıp sorgulayamayanlar.

Şehit'e kelle diyen…

Vatan görevini yapanlara yan gelip yatıyorlar diyenler…

Dış politikada yarattıkları hayal kırıklığını savaşın içinde eritmeye çaba gösterenler…

Sıfır sorunsuz komşuluk ilişkilerimizi düşmanlaştırma noktasına getirip bırakanlar.

Farkında mısınız?

Her şeyin Büyük Ortadoğu Projesine endekslendiği ve küresel güçlerin ülkemizi satranç tahtasında piyona dönüştürdüğü bir sürecin tehlikeli oyunu içine hızla yuvarlanıyoruz.

Anımsayın lütfen…

Bir zamanlar İran-Irak Savaşında Kerkük hayalleri yaşarken birden savaşın yıkıma uğrattığı mültecilerin sığındığı ülke olmuştuk. Dönemin tonton lakaplı lideri:

"Bir koyup bin alacağız." Hayalinden uyandığında çoktan Doğu ve Güneydoğu kentlerimiz İran ve Irak sınırlarında perişan olan insanların kaçış noktası olmuştu.

Derken iki binli yıllara geldik. Böbürlendiğimiz BOP Eş Başkanlığı hayali bu kez Suriye ile papaz olmamıza neden oldu. En uzun sınıra sahip olduğumuz komşu ülke Suriye ile hasım durumuna düşürüldük. Ve tarihi bilmeyenler, tarihten ders almayanlar İran- Irak Savaşından kaçanların aynı akıbetinin Suriye Halkı tarafından yaşanmasına zemin hazırladı. Bu kez Anadolu toprakları Suriyeli mültecilerin akınına uğradı. Önce beylik sözler sıralandı:

"Ne yapmalıydık, o insanları ölüme mi terk etmeliydik?"

Ardından Suriye'deki iç kargaşa büyüyüp, sığınmacı nüfusu çığ gibi kapımıza dayanınca çıkarcı bir politikaya kucak açıldı.

"Dünya sığınmacılara kucak açmazsa biz de Avrupa sınır kapılarımızı sonuna kadar açıp Batı dünyasını mültecilerin istilasına uğratırız." Politikasına dönüldü.

Şimdi o ünlü soruyu sormalıyız kendimize:

"Tarih ibret alınsaydı hiç tekrar eder miydi?"

Etmezdi elbette!

Ancak tarihi bilmeyenler, Batılı emperyalistlerin entrikalarını görmezden gelenler, ikiyüzlü Arapların gazına gelerek savaş seçeneğinde diretenler savaş rüzgârlarının giderek hızını artırdığını da kulak ardı etmeye başladılar.

O sıkça söylemleri arasına sıkıştırdıkları İSTİKTAR sözcüğü de havada kaldı.

İstikrar bir ülke için savaş çığlıkları koparmak mıdır?

İstikrar barışçı bir ülkede barışçı politikalarla yeni yatırımlara zemin hazırlamak, insanları bütünleştirmek, sen ve ben kavgasını yok etmek, işsizlik tehdidini ortadan kaldırmak, terörün temel nedenlerini yok edecek çözümler üretmektir.

Biz ne yazık ki tarihi ve özellikle yakın tarihi bilmiyoruz. Yemen çöllerinde yok edilen Mehmetçiklerin İngiliz uşağı Arap ırkçılar tarafından hançerlendiklerini çok çabuk unuttuk. Din kardeşiyiz mavalları ile Arap çöllerinde yaşanan kıyımları yok saydık.

 

Ortadoğu cehenneminin uzağında durmak yerine emperyalist ülkelerin amaçlarına uygun hareket etme hafifliğinden kurtulamadık.

İnsanlık bugüne kadar yüzlerce savaş yaşadı…

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları…

Ortadoğu'da hiç bitmeyen petrol ve din savaşları…

ABD ve Rusya'nın, Çin'in yayılmacı politikalarını, arka plandaki İngiliz, Alman, Fransız savaş endüstrilerinin Üçüncü bir Dünya Savaşındaki paylarını hesap edemedik. Tek düşünce günü kurtarma politikaları içindeki çirkin siyasetin ömrünü uzatmak.

Ortadoğu cehennemindeki terör örgütleri üstlendikleri görevleri yerine getirdiler. Suriye ve yakın komşu ülkelerin sınırlarını hallaç pamuğuna çevirdiler. Ve içinde olduğumuz coğrafya bütün bu çabalar sonucunda fitili ateşlenmeye hazır yok edici savaş bombasına dönüştürüldü.

Bugün ülkemiz iktidarının ve muhalefet güçlerinin asla unutmayacağı bir gerçek var.

O gerçek de:

"En kötü barış bile savaştan bin kez iyidir." İlkesidir.

O halde tarihi tüm yönleriyle bilenler olarak bütün gücümüzle:

"Savaşa hayır!"

"Savaşçı politikalara bin kez hayır!" Diye haykırmaktan asla        vazgeçmemeliyiz…

Bakmadan Geçme