TARİH ve BİLİNÇ

Dr. M. Latif BAKIŞ yazdı...

Tarihini gizleyerek benliğini çalarlar. Gerçeklerden nefret ettirip, efsanelere inandırırlar!.. Seni kendilerince tanımlayıp bir kalıba sokarlar. En nihayet, şuuru sökülmüş bir şekilde seni değersiz, kıblesiz, ilkesiz, inançsız, amaçsız, yalnız, kültürsüz ve köksüz bırakırlar.

Kendi varoluşunu kendi dinamiklerinde; onu da kendi tarihinde aramalısın! Varoluşunu, ancak bilincin zemininde inşa edersen, gerçekleştirebilirsin.

Sen sen ol! Sana haricen dayatılanların pasif paryası olmayı kabullenme!

Sen sen ol! Biçimlendiğin mayayı inkâr etme! Köklerinin derinliğini unutturmaya çalışanlar, ancak savrulmanı kolaylaştırırlar; sakın kendini hezeyanların savrulmalarına bırakma!

İdrak et, kimsin, nesin, necisin, nerelisin, neredesin, neredensin ve nereye müteveccihsin?..

Dininden nefret ettirip yeni ve sahte dinler dayatırlar. Kutsalını çiğneyip, sahte kutsallar türetirler. “Mükemmel”i akla aykırı gösterip, dikecekleri putları makul kabul ettirirler. Aklını överek bilincinle alay ederler. Kendilerinin dışındaki her şeye sorularla yaklaşmanı; ama kendilerine kayıtsız bir kabulle gitmeni isterler. Sorgulamak gerektiğini seslendirirlerken, kendilerine fideist bir bağlılık beklerler. Asla seni kendilerinden kabul etmezler. Ancak onlara benzedikçe lütfedip aralarında bir kenar açarlar senin için; ama onlara benzedikçe kendine yabancılaşırsın.

Unutma! Senin varoluşun müstakildir. Sen özel bir "ben"sin, benliğini başka benlerin baskılamasına izin verme! Seni tüketmek, değerlerini parçalamak onların AHİTlerinin başında gelen bir düsturdur. Bu anlamda yenisi ile eskisi arasında hiçbir fark yoktur. Sen sen oldukça seninle münakaşa ve mücadele edecekler. Hayat da zaten bir mücadele değil mi? O halde yılma kendin olma mücadelesinden ve korkma kendin olmaktan. Kendinden seni almaya gelenler sende kendilerini bulsun; seni öldürmeye gelenler sende dirilsin. Ne de olsa ceddin, asıl atan, ecdadın bunu ortaya koyarak tarihe şanla, şerefle ve gururla kayıt düşmüştür. Onlar kirli ve utanç verici geçmişleriyle iftihar ederlerken, senden şanlı geçmişinden utanç duymanı beklerler. Kendin ol. Yabancılaşma o ecnebi zihniyetler hatırına! Kimseye, sana verdiğinden fazla değer vermemen aklın ve vakarın gereğidir.

Ellerinde bulunan bütün teknik, teknolojik, ekonomik ve epistemik imkânları seni senden soyutlamak için kullanırlar. Özetle, seni senden soyup, sana kendilerini giydirirler...

Tekrar kendin olmak için silkinmen şart. Kıyam et, rüku et, sücud et, dua et, karar kıl ve özündeki hakikate ricat et. Yani ki kalk ve kendini yeniden inşa et. Müdessir ilkesine sarıl, uyan, uyar, temiz ol ve temiz kıl. Çünkü kendilerini başkalarına taşıtan embesillerin ve her şeyi araçsallaştıran materyalist pozitivistlerin pragmalarında sana ve değerlerine yer yoktur. Köleleştirenlerin aynı zamanda en mahir manipülatörler olduğunu da bilmelisin. Bilinçlenmen hür olmanı, bu da onların hegemonyalarını sarsacaktır. Çünkü sen onlar için değil, kendin için var kılındın, tükettirme varlığını!

Sahte kutsalların prangalarına karşı bir Kunta Kinte gayreti ve şuuru olmalı; aşağılanmalara karşı bir Muhammed Ali Kley inancı olmalı; yalnızlaştırılmalara karşı bir Ebu Zer el-Gıfarî huzuru olmalı. Cesur bir Yürekle ve inadına "freedom/özgürlük" diyebilmelisin. Cesaretin erdemi hürriyettir. Böyle bir yüreğe gereken ve de yakışan şey benliğinin bilincinde olmak ve hürriyet talebindeki kararlılıktır...

Sen sen ol! Senin dışında bir betimlenmeye, tanımlanmaya geçit verme!

Dikkat et! Onların sefih eğlence anlayışları umduğun hazzı vermez, sakın kanmayasın. Unutma, ihtiras ve erdem arasındaki tercihte ilken insanılığını belirleyecektir. Bilgenin dediği gibi, doyuma ulaşmış bir domuz olmaktansa, tatmin olmamış bir insan olmak yeğdir. Haz ve elem her varlıkta ortak bir istenç olduğu halde, her varlığın istenci kendi doğasına özeldir. Aksi olduğunda elem meydana gelir. Bitkinin hazzı hayvana elem, hayvanın haz tarzı da insana elem verir. Zira insanın hazzı erdemler üzerine kurulmuştur, o da bilgelik yani bilinç/şuur üzerine bina edilmiştir. Ona değeri veren ise ölümsüz ve Mükemmmel İrade'nin kendisidir. O'nda var olmak, gerçek anlamda var olmaklığın kendisidir. Ne de olsa yokluk en büyük elem, varlık ise en büyük lezzettir. Nitekim varlık ve yokluk ya da oluş ve bozuluş bedensel değil, daha ziyade değerseldir. Ve değer insan ile kaimdir, insan da onunla kaimdir. Değer küresinin en büyük ve en kadim muhafızı hiç şüphesiz tarihtir. Tarih hırsızları elbette değer küreni de çalmaya çalışmaktan asla vazgeçmediler ve geçmeyecekler de. Sen o kadim zenginliğinin yerini öğrenmek, gün yüzüne çıkarmak, tanımak ve tanıtmakla mükellefsin. Onu koru ki kendini de koruyabilesin.

Oğul! Unutma,  çift oluklu bir testidir ki insan, birinden nur öbüründen kir akar. Ve şairin dikkat çektiği nur, imanla kaim iken; kir inkardır ve zulmettir. Senin zulmet değil inanç ve ilmin aydınlığı gerekir.

Öyleyse, sen sen ol; seni karşılıksız ve katıksız benimseyen, seven değer atmosferinden koparmalarına müsaade etme!

Sen sen ol! Ve ol!..

Bir baba oğluna şöyle sitem etmiş: Oğul! Senin doğumuna sevinen bendim. İhtiyaçlarını karşılayan bendim, hala da karşılamaya devam eden benim. Hastalanmana üzülen, sağlığın için kendisini paralayan da bendim. Ikınmanı dert edip uykusuz kalan da bendim. Senin mutlu, huzurlu, sağlıklı ve başarılı olman için içten içe dua eden de bendim ve hala da dualarımdasın. Neden şimdi benim değer dünyamı yıkmaya gelenlerin içinde, karşımdaki safta yer alıyorsun? Yanımda olman gerekmez miydi? Bunu hak edecek ne kötülük ettim sana? Senin kişilikli olman için uğraş verirken, bu yaptığınla başarısız olduğumu yüzüme vurmuş olmuyor musun? Beni üzmekten neden zevk alıyorsun? Hadi inancın zayıf, ya aklın da mı yok? Peki ya Vicdanın? Unutma! İnsanın aklı tercihlerinde ortaya çıkar. Akıllı olduğuna inanmak istiyorum bir baba olarak. Onun için de doğruyu ve yanlışı görebilmen için çabalıyorum; ama hiç mi kendine değer vermiyorsun? Akıl ve edep fukaralarının peşinden onurlu bir hayatı yaşayabilen olmuş mu ki sen de bunu umasın?  Hz. Nuh gibi ben de yalvarıyorum; "yapma oğul, gittiğin yol yol değil. Helak olmana tahammül edemez kalbim, kendine bu zulmü reva görme. İnat iyi bir aklın eseri değildir. Hata biz insanlara mahsustur, pişmanlık ise fiili tövbe olarak övülmüştür. İnat ise iblistendir. O da apaçık düşmanındır. Düşmanının safında olmak kendin olamamaktır. Gel kendin ol, sen bu değilsin. Sen hala en değerlimizsin. Seni seviyoruz oğul, sen de bize azap etmekten vazgeç. Rahat değiliz. Kaybettikten sonra değer bilmenin bir faydası olmaz. Varken değer bil ve sahip çık. Yoksa o ertelenen vicdan peşini bırakmaz olur bir ömür. Gel gör ki ona da biz yanarız!.."...

Şunu bil ki oğul, Allah yoksa O'nun yarattığı baban da yoktur. O halde babandan gelen imkânlar da yoktur. Şimdi doğa ya da tesadüfler veya ateist-sosyalist serseriler sana bedava fikir gönderdikleri gibi ihtiyaçlarını da karşılayabilirler. Ben akla inandım, şans denilen tanımsız tesadüflere itibar etmedim. Ama sana iyi şanslar diliyorum. Üzülmemelisin, çünkü Allah yok demek aile de yok demek. Ailenin olmayışı senin için hürriyet ise buyur doya doya hürriyetini yaşayabilirsin. Sence akla uygun olan neyse seçimini yapabilirsin. Elbette hep akla uygun seçimler yapmak zorunda değildir insanlar, bazen de keyfine göre tercihler yapar insanlar. Artık aklına mı, keyfine mi tabi olursun, sorumluluk senin. Anlaman için bir örnek olay üzerinden küçük bir açıklama yapayım. Yukarda ismini zikrettiğim Hz. Nuh, kendisine isyan eden oğlunun ve gelinin helak oluşuna şahitlik edince kalbi üzüldü, derin bir acı duydu, ellerini açıp Rabbine yöneldi; "Ey Allah'ım! Benim neslimi bana bağışlayacaktın..." dedi. Allah da ona söyle nida etti: "onlar senin neslinden değildirler, zira onlar artık inkârcılardan oldular". Yani din(inanç) bağının kan bağından üstün olduğuna işaret edilmektedir. Buna göre, benim inandığım Allah'a inanmamayı tercih etmek, benim neslim olmamayı tercih etmek olur. Bu durumda benim neslim olmayana benim destek olmam ya da katlanmam mantıklı veya tutarlı olur mu?

Ne tuhaf değil mi? Sana her şeyini karşılıksız bir şekilde ve en derin sevgiyle feda edip, iki dünyada da mutlu olmanı isteyenlerin karşısında var olmaya çalışırken; sana hiç bir katkısı olamamış ve olmayacak olanların her iki dünyanı da tahrip edecek anlamsız inatlarını benimseyip bir tür anlamsızlık tükenişi içinde debelenmeyi makul görüyorsun. Gerçekten de çok tutarsız ve acı bir tercih... İnanmadığını zannettiğin o Rezzak, Rahman, Rahim,  Kerîm, Kâdir, Hâlık-ı Zülcelal olan Allah seni yaratıp nimetleriyle donattığı gibi sana sağlam bir iman, keskin bir zekâ, güçlü bir akıl ve muhkem bir kişilik(şahsiyet) nasip eylesin. Ben O'na sığınırım. Yalnız O'na ibadet eder ve yalnız O'ndan yardım dilerim. Seni de O'dan diliyorum. Allah sana hidayet, basiret, fazilet nasip eylesin."

Babanın bu sitayişi pek anlamlıdır. Ne olduğunu, ancak kimlerle olduğuna bakarak anlarsın. İnsan en çok muhatap olduğu kişilerin veya fikirlerin ortalaması bir varlık olarak değerlendirilmektedir. Bulunduğun kişilerin, eylemlerin, ortamların ve ideolojilerin ortalaması olmayı kabullenebiliyor musun gerçekten? Ortalamanın üzerinde olmak ve merkez olmak aklın öz güveni ve ruhun erdemidir. Söz konusu güven ve erdemin derin bir sevgiden kaynağını aldığı kabul edilmektedir. Sevildiğinin bilincinde ol. Zira eğer bir ormanda başıboş büyümediysen, seni büyüten ebeveynin o derin sevgileri seninle büyümüştür. Yine gözlerini geçmişine çevirmek zorundasın. Baştaki ifadeye nazire yapayım o halde: Geçmişini hatırlayarak şahsiyetini kur, koru ve kendini inşa et!..

Bakmadan Geçme