TÜRKİYE VANLI İMAMI KONUŞUYOR
Resimle imanımı tazeledim diyen Vanlı ressam imam Adnan Yıldırım, kadrolu imam, galeri sahibi, koleksiyoner ve daha fazlası. 35 yaşından sonra tanıştığı sanatı hiç bırakmayan Yıldırım, cami cemaatine namaz kıldırdıktan sonra atölyeye gelip tuvalin başına geçiyor. Yıldırım, bir ressam gözüyle ve aşkla dünyaya baktıkça imanının daha da arttığını söylüyor.
Bazı insanların hayat hikâyelerini dinlerken ağzınız açıkta kalır. Bir koltukta iki değil üç beş, hatta on karpuz taşıyan, bunların hiçbirini de yere düşürmeyen insanların varlığı hayatınıza dair yeniden bir sorgulama yapmanızı sağlar. Vanlı ressam imam Adnan Yıldrım imamlık ve ressam serüveninii Yenişafak gazetesinden Aysel Yaşa'ya anlattı.
Sanıyorum ki Adnan Yıldırım'ın hayatı da onlardan biri. Kendisi imam, galeri sahibi, koleksiyoner, iyi bir baba, iyi bir eş, daha da iyisi vicdanı tertemiz bir Müslüman. Aslen Vanlı. 2011 Van depremine kadar bu şehirde yaşadı. Evi depremde kullanılamaz hale gelince mecburen İstanbul'a 'hicret' etti. Yanında eşi Canan Hanım ve 3 çocuğu vardı. Depremde ettiği şükürler sayesinde ona burada birçok güzel kapı açıldı. Mesela İstanbul'un yalıdaki ilk sanat galerisini açmak, Adnan Yıldırım'a nasip oldu. Şimdi, Beykoz'da, Boğaz'a bakan yalısında galeri işletiyor, yurt dışından getirttiği ressamlarla iş birlikleri yapıyor. Tüm bunların yanı sıra Akbaba Merkez Camii'nde imam hatiplik görevini de kadrolu olarak yürütüyor. Yıllarca süre gelen İslami camianın sanattan anlamadığı algısını yerle bir eden Yıldırım'ın hayat hikâyesi ilginçlikler dolu.
35 YIL SONRA KAYBIMI BULDUM
Hikâye, İran'da başlıyor. Sene 2001, Yıldırım o yıllarda otuz beş yaşında. Yetkili bayisi olduğu dünyaca ünlü bir markanın distribütör toplantısı için gittiği Tahran'da, arkadaşının ısrarıyla bir sanat galerisine gider ve sergiyi gezerler. İşte ondan sonra ne olursa olur, Adnan Hoca'nın hayatı tamamen değişir. Yıldırım o günlere dair duygularını şöyle anlatıyor: 'O galeride uzun süredir yitirdiğim eşyamı bulmuş gibi bir duyguya katıldım. 35 yaşındaydım ve sanata olan ilgimi bu yaşta keşfetmiştim. Çok değişik duygular içerisine girdim. Türkiye'de de mağazam vardı. Döner dönmez mağazamı sattım. Kendimi sanata adadım.' Dediği gibi de yapar. Van'ın ilk ve tek sanat galerisini açar. İsmine Meryem Afra der. Burada uluslararası on bir sergi açar. Sergilerden elde ettiği geliri de sokak çocuklarına bağışlar. Bunların yanı sıra bir başka amacı daha vardır Yıldırım'ın: Adı kötülükler ve terörle anılan Van'a güzellik katmak. Bu yüzden şiddetli gösterilerin olduğu günlerde bile sergilerinden vazgeçmez, festivallerini düzenlemeye devam eder. Yıldırım, kendi tabiriyle 'aşkı bulmuştur'. Yıldırım hayatını sanata adadıktan sonra herhangi bir eğitim almaz. Artık kapılar açılmıştır. Sadece İranlı bir hocadan bir süre hat dersi alır. Ne yazık ki depremin ardından galerisi hasar görür, içindeki tablolar yırtılır, derslik kullanılamaz hâle gelir. 'Vanlı çocuklar renk dünyasını daha erken bulsunlar, terörle değil sanatla tanışsınlar' derken mecburiyetler nedeniyle kendini İstanbul'da bulur.
SANAT, ALLAH'I DAHA ÇOK SEVDİRDİ
Galerideki renk cümbüşünden etkilenerek, Cin Ali bile çizemezken resme başlayan imam, kendisine dair en iyi açıklamayı şu cümlelerle yapıyor: 'Hala sorgularım, bu bana nereden bulaştı diye. Kader bu. Ben çok daha önceden bulabilecekken 35 yaşımda buldum. İnsanlar bana hep sorar. Ne arıyorsun? Time Art, Alman gazetesi röportaj yaptıklarında 'böyle ikinci bir insan görmedik sen ne arıyorsun dediler. Renklerin büyüsü diyorum ben de. İmam olmama rağmen sanatla uğraştıktan sonra, çok ilginçtir Allah'ı daha fazla sevdim ve daha fazla tanıdım. Çalıştığımız sanatçılarla birlikte sohbetlerimizde 'ne güzel bir renk yakaladım, ne güzel bir şey ortaya çıkardım' deriz. Hal bu ki kâinata baktığınızda Rabbimin sonsuz bir sanat anlayışı var. Allah'ın sıfatlarından biri Musavvir. Yani tasvir eden. Kâinatta kusursuz varlıklar, kusursuz büyük nimetler, renkler, her gün güneşin batmış olması bir sanat. O ne büyük bir sanatkâr!'
Müminin yaşantısı sanatsal olmalı
Sohbetin burasında önemli bir noktaya dikkat çekiyor Yıldırım. Sanatla ilgilenmeye başladıktan sonra Allah'ı ve kâinatı da bu nazarla değerlendiren imam şöyle söylüyor: 'Efendimiz (sas) de buyuruyor ya 'Allah güzeldir, güzel olanı sever.' Müminin bütün yaşantısı sanatsal olmalıdır. Diyanet'in de bu konuda çeşitli fetvaları var. Bizim dünyamızda resim, renkler ve arayış tamamen yüce yaratıcıya ulaşmak için bir vesile. Ressam arkadaşlara yaptığımız tablo karşısında çok kibirlendiğimizde, gururlandığımızda, tablomuzla, renk kartelamızla övündüğümüzde, nefsimizde kibir gördüğüm zaman tavus kuşunun kanadını gösteririm onlara. O sanattan daha yücesini kim yapabilir? Yüce Allah'ın sonsuz kudretiyle kuşun kanadına nakşı ne muazzam değil mi? İşte ben bu güzelliğin peşindeyim.'
Beykoz'da festival yapacak
Ressam imam Yıldırım şimdi yıl sonunda Beykoz'da uluslararası bir sergi düzenlemek için çalışmalara başladı. Yabancı sanatçılarla Beykoz'un güzelliklerini, Beykoz sokaklarında tuvale dökmeyi planlayan Yıldırım ayrıca sonbaharda Beykoz'da İran Filmleri Festivali de düzenleyecek. Girişimci imamın, meraklı olduğu bir diğer alan sinema. Müslümanlar olarak en iyi tebliğ araçlarından biri olan sinemayı ihmal ettiğimizi düşünüyor Yıldırım. Bu yüzden Cumhuriyet tarihinde Van'da ilk kez bir film festivali organize etmiş. İran sinemasından filmlerin gösterildiği festivalde 6 bin kişi film izlemiş. Yıldırım ayrıca, imam hatip yıllarında koro şefliği yapmış. Ona göre, bir din görevlisi her yönüyle cemaatini etkilemeli, örnek olmalı. Yeri gelince psikolog, yeri gelince sanat danışmanı, bazen de dini konularda danışacakları yetkili isim…
Cemaatini arayan imam diyorlar
16 yaşında imam olan Adnan Yıldırım, aslında 'ölü yıkayıcısı' olarak lanse edilen bu mesleği hiç yapmak istemez. Babası hakkını helal etmeyeceğini söyleyince işler değişir. İmam hatipten mezun olur, bir camide göreve başlar. Fakat bir sıkıntı vardır. Camiye gelen herkes babasıyla yaşıttır? Peki gençler nerede? bu durumu yıldırım şöyle anlatıyor: 'Ben hep cemaatimi dışarıda aradım. Görev yaptığım yerlerde bana 'cemaatini arayan imam' derlerdi. Camiye gelenler baş tacımızdı ama ya caminin komşusu olup da camiye gelemeyenler? Tamam bize geliyorlar, ya bizim gidemediklerimiz? Her ne kadar babamın zoruyla girsem de, dünyaya bir daha gelsem yine imam olmak isterim. 'İmamlık gibi kutsal bir mesleğin özenilerek yapılması gerek. Problemi olanlar, hayatına dair korkuları olan genç bir nesil, depresyondaki insanlar var. Ve bunlar imamlık görevi benim muhatap olduğum insanlar. Bu yüzden çok iyi okumam, araştırmam lazım. O insanlara yardım etmek durumundayım.'
Hayatı beş vakte bölüyor
Şu an Beykoz'daki Afra Sanat Galerisi'nde çocuklara ücretsiz resim dersleri veriliyor. Öğrencilerin çoğunluğu ise Yıldırım'ın görev yaptığı camide Kuran kursuna devam eden çocuklar oluşturuyor. Camideki öğrencilerini yabancı ressamlarla atölyede buluşturan Yıldırım ileride bir de sanat galerisi açmak istiyor. Yıldırım, hayatını beş vakte bölerek yaşıyor. Namaz aralarında galeride bulunan atölyesinde resim yapıyor, bazen Boğaz'a karşı tefekküre dalıyor, bazen de gelen gidenle sohbet ediyor. İşin en verimli kısmı da bu sohbetler oluyormuş. Nasıl diyoruz, yanıtlıyor: 'Ben bu işi farklı dünyalara girmek, sohbet aralarında dini konularda referans vermek için bir vesile olarak görüyorum. Sanat sayesinde belki de camiye hiç gitmeyen, camiyle barışık olmayan bir çok insanla tanıştım. Buraya gelenler imam olduğumu duyduklarında hemen 'Nasıl olur?' diyorlar. Ardında da resim olan yere melekler girmez diye devam ediyorlar. Ben de onlara 'Benim evimde yüz elli resim varken babam vefat etti. Madem melek girmiyor. O zaman Azrail (as) evime girerek babamın canını nasıl aldı?' diye soruyorum.'