Üniversitelerimizin içinde bulundukları durum ve YÖK
YÖK 12 Eylül Darbesi sonrası 6 Kasım 1981de kuruldu. Gariptir ki önce anayasa çıkar yasalar buna uyar, ama darbeciler işe üniversiteleri dağıtmakla başlamak istedikleri için önce YÖKü kurup, sonrasında anayasayı ona uydurdular.
Sonraki yıllarda siyasi partiler iktidara geldikleri taktirde YÖK’ü kaldıracaklarını veya en azından değiştireceklerini hep söylediler, ama iktidara geldikten ve YÖK’ü tabiri caizse ele geçirdikten sonra bu düşünceden vageçtiler ve bugün olduğu gibi her değişim talebi bir başka bahara kaldı. Bunun ceremesini de üniversiteler, öğrenciler, öğretim üyeleri ve bilim camiası çekti. Oysa bu böyle gitmez, gitmemeli.
Çünkü üniversitelerimizin hem akademik yeterlilik ve yaratıcılık, hem eğitim öğretim faaliyetleri hem de üniversite-toplum diyoloğu ve etkinliği bakımından çağdaş üniversite düzeyinin altında bulunduğu genel bir kabul görmektedir. Bunun böyle olmasında hiç kuşkusuz tarihsel ve toplumsal koşullar yanında, genel olarak sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinin ve bir bütün olarak sistemin payı büyüktür. Ancak asıl sorun üniversitenin kendi iç işleyişindeki yapısal, akademik ve demokratik yapılanmasından ve bu yapılanmanın yarattığı koşullardan kaynaklanıyor.
Üniversiter yapsıının henüz oturmamış olması, yönetsel özerklik ve bilimsel özgürlüğün tam olarak bulunmaması ve işlememesi hala önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor. Başka bir deyişle, evrensel ölçülerde demokratik, bilimsel üniversitelere ulaşmanın önünde ülkenin özgün koşullarından kaynaklanan engeller vardır. Bu engellerden biri de hiç kuşkusuz Yüksek Öğretim Kurumunun (YÖK’ün) bu günkü yapısı ve işleyişidir.
YÖK başta olmak üzere bu sorunlar çözülmediği sürece bilimsel araştırmalardan istenilen sonuçların alınması, yaratıcı eğitim ve öğretimin hayata geçirilmesi ve dolayısıyla nitelikli öğrencilerin yetiştirilmesi zor görünmektedir. Aynı şekilde eğitim ve üretim arasındaki fonksiyonel ilişkinin hayata geçirilerek, teknolojik gelişmenin iç dinamiklerle sağlanması ve bunun da ülkenin refah ve kalkınmasına etkin bir biçimde yansıtılması da bu ortamdan beklenemez.
O halde sorunu etraflıca ele alıp sorgulamak ve gerekirse bu alanda radikal değişikliklere gitmek gerekir. Bu da sistemi sorgulamamızı gerektirir. İşe YÖK’ü değiştirmekle başlanmalı, bu kurum ilgili toplumsal kesimlerin ortak oydaşması ile değiştirilmelidir. Bu aşama kısır döngüyü kırmanın ilk adımı olacaktır. Özgürlüklerin beşiği olan üniversitelerde 28 şubat sürecinden başlayarak yaratılan baskı ortamı sonucunda neredeyse tek özgürlük susma ve boyun eğme özgürlüğü haline gelmekten kurtarmak gerekir.
Özgür bir üniversiter ortam yaratılmadan, farklı fikirlerin ortaya çıktığı, yeni buluşların ortaya konduğu, özgün teori ve yaklaşımların üretildiği bir üniversite beklemek saflık olur. Artık bizdeki bilimin de tercüme olmaktan çıkıp telif olması lazım. Bilimin bizde “telif” olmaktan ziyade “tercüme”ye dayanır hale gelmiş olması bu koşulların olmamasındandır. Böyle bir bilgi üretiminin ise iç dinamiklere dayanan bir gelişmeyi sağlaması söz konusu değildir. Oysa artık anlaşılmıştır ki bilgiyi üretenler ile onu tercüme ya da transfer edenler aynı safta ve düzeyde olmayacaklardır. Bilgi çağında bilgiyi üretenler yönetecek, onu ithal edenler ise yönetilmek durumunda kalacaklardır.
Türkiye bu bağlamda AB süreciyle birlikte yol ayrımındadır. Ya evrensel bilimin kural ve kurumlarını içselleştirerek, yeni, özgün ve evrensel bilgiyi üreterek yoluna devam edecek, ya da bir bilim kuruluşu olan üniversiteyi iktidar erkinin aracı olarak kullanarak üçüncü dünya ülkelerinin yanına savrulacaktır.
Türkiye’nin bu güne değin bunca potansiyellerine rağmen hak ettiği ekonomik gelişmeyi sağlayamaması ve demokratik bir yapılanmayı gerçekleştirememesi, birçok yönetim sorununun ötesinde, bir nedeni de genel olarak eğitim sistemini özel olarak üniversiter yapıyı işin öznesi haline getirmemiş olmasıdır. Dolayısıyla gelişmemiş bir üniversiter yapı gelişmemiş bir toplumsal yapıya neden olurken aynı zamanda gelişmemiş bir toplumsal yapı da üniversiter yapıyı zayıf ve güçsüz bırakmaktadır. Bu durumda bilim ve onun kurumları ikili bir fonksiyona sahiptir. Burada eğitim-öğretim ve onun en üst aşaması olan üniversiteler bir neden olarak işlev gördüğü gibi, neden olarak rol oynadığı toplumsal koşulların aynı zamanda bir sonucu olarak da ortaya çıkabilmektedir
Bu çerçevede üniversite bir toplumsal kurum olarak yeniden ele alınıp değerlendirildiğinde; hemen atılması gereken adımlar şöyle sıralanabilir:
- Üniversitenin gerçek anlamı ve amacı netleştirilmeli
- Üniversite olmanın asgari koşulları belirlenmeli
- Üniversite ile yüksek okul arasındaki fark açığa çıkarılmalı ve buna uygun yeni bir uygulamaya gidilmeli
- Coğrafi, demografik koşullar ve ihtiyaçlar göz önüne alınarak belli bir alana yoğunlaşmış uzman üniversiteler kurulmalı. (Sağlık Bilimleri, Sosyal Bilimler, Teknik, Mühendislik gibi)
- Devlet üniversite ilişkileri yeniden düzenlenmeli
- Üniversiter yapıya uygun bir özerklik ve bilimsel özgürlük ortamı oluşturulmalı.
- Üniversitenin asli unsuru olan araştırmaya kaynak ayrılmalı yer ve değer verilmeli ve teşvik edilmeli
- Bilimadamı yetiştirmenin kaynağı olan “araştırma görevlisi kurumu” çağdaş normlara kavuşturulmalı
- Üniversite orta öğretim ilişkileri yeniden ele alınmalı
- Üniversiteye giriş eğitimde fırsat eşitliği temelinde yeniden düzenlenmeli
- Üniversite eğitiminde ezberci sistemden yaratıcı sisteme geçilmeli
- Üniversitenin geleceği, devlet ideolojisi ve pazar tercihleri ile değil, evrensel üniversite kriterleri ile belirlenmeli
- Pazar tercihlerine yönelik eleman ve ara eleman yetiştirecek yüksek okul ve meslek yüksek okullaşmaları üniversite dışında yeni bir yapılandırmayla ortaya çıkarılmalı
Sonuç olarak, Üniversite başat işlev olarak inceleme, araştırma ve bilim insanı yetiştirme ereğine odaklanmalı, ikincil hedef olarak özgür bir ortamda üretilen bilimsel bilgilerin yayılması ve yaygınlaştırılması sağlanmalı, eğitim ve yayın faaliyetleri yeniden yapılandırılarak yaratıcı verimli ve nitelikli hale getirilmelidir.
Bunları sağlayabilmek için de üniversite özerkliğinin bir gereği olarak üniversite mensupları demokratik bir ortamda kendi içlerinden seçtikleri kişilerden oluşan organlarca yönetilmeli, bilimsel faaliyetler sağlanacak ortamlarda kesinlikle özgürce yapılmalıdır.
Mali olarak döner sermaye ve benzeri durumlarda söz konusu olabilecek mali özerklik, üniversite amaçlarını gerçekleştirmek için merkezi hükümetten alınan kaynaklar oranında (ödeyen denetler kuralı gereğince), şeffaflık ilkesi çerçevesinde kamunun denetimine açık olmalıdır. Özcesi, üniversite, yönetsel olarak özerk, mali olarak bütçeden aldıkları kaynaklar oranında denetime açık(yarı özerk), bilimsel açıdan ise tamamen özgür olmalıdır.