Utanmadan kapıyı açın diyorlar
Dünyada son 170 yılın dördüncü büyük göç krizlerinden birinin yaşandığı, 235 milyon kişinin göçmen, 60 milyondan fazla insanın ise mülteci ya da sığınmacı durumunda bulunduğu belirtiliyor. Mülteci sorunu her geçen gün artarak devam ediyor.
Suriye'de yaşanan savaş ve ölümden kaçan milyonlarca insan evini, ülkesini terk ediyor. Türkiye 3 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı insanı topraklarında misafir ediyor. Suriyeli mülteciler ne gariptir ki bugün kendilerini görmezden gelen, istemeyen Batı ülkelerine ölümü göze alarak ulaşmaya çalışıyor!
Her fırsatta dünyaya insanlık dersi vermeye kalkan, insan hakları komiserliğine soyunan AB ülkeleri Akdeniz sahiline vuran vicdanları kanatan Suriyeli insanların cansız bedenleri karşısında üç maymunları oynuyorlar.
Yaratıp kullandıkları IŞİD canavarını şimdi sözde yok etme bahanesiyle Suriye topraklarını işgal ederek silah deposu haline getiren, çıkarlarına uygun buldukları Esad'a koşulsuz destek sağlayan ülkeler Suriyeli mültecilere sıra gelince "sakın bize gelmeyin" demektedirler.
Bu süreçte Türkiye'nin "Sınırda Rus ve rejim uçaklarının bombalayamayacağı güvenli bölgeler oluşturup mültecileri bu güvenli bölgelerde barındıralım" şeklindeki akılcı önerisi ilgi görmüyor! Suriye'yi askeri tatbikat alanına, dönüştüren ABD, İngiltere, Almanya ve BM bugün 3 milyona yakın Suriyeli mülteciye kucak açan Türkiye'ye utanmadan, "kapılarınızı açın" çağrısında bulunuyorlar.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'dan günümüze din, dil, ırk ayrımı gözetmeden milyonlarca mağdur, mazlum insana kapılarını açarak Anadolu misafirperverliği ile dünyaya insanlık dersi vermiştir.
BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres , "Suriye krizi, çağımızın en büyük insani acil durumu haline gelmiştir; fakat, dünya mültecilerin ve onlara ev sahipliği yapan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamayı başaramıyor " vurgusunda bulunarak Türkiye'nin ve Suriyeli mültecilerin yalnız bırakıldığı gerçeğine dikkatleri çekiyor.
Osmanlı'da başlayan Mülteci kabul etme geleneği Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da devam etmiştir. Ülkemizin ve insanlarımızın sığınmacılara, mültecilere gösterdiği duyarlılığın daha somut anlaşılması için geçmişe bakmakta yarar vardır.
Tarihteki yaşanan göçler özetle şöyledir:
Osmanlı ve onun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en çok bilinen mülteci hareketi 1492'de İspanya Engizisyonu'ndan kaçan çok sayıda Yahudi mültecinin gemilerle Osmanlı topraklarına gelişidir.
Bir milyonun üzerindeki diğer bir göç dalgası ise "Gürcü" göçleridir. İlk olarak 1828 - 1829 yıllarındaki Osmanlı - Rus savaşı sonrasında başlayan Gürcü göçleri 1921 yılına kadar devam etmiştir.
1831 yılı başlarında ülkenin entelektüel kesimini teşkil eden 10 bin kişi Polonya'dan göç etmiş, göç eden insanların bir kısmı Osmanlı topraklarına sığınmıştır.
1850'li yıllarda Kırım Tatarlarıyla başlayan göç dalgalarını, sonrasında Gürcü ve Çerkezler başta olmak üzere Dağıstanlılar, Çeçenler, Lazlar gibi Kafkaslar' da yaşayan halklarla birlikte göç hareketleri takip etmiştir. Kuzeyden alınan bu göçlerin yanı sıra diğer bir önemli göç dalgasını ise Arnavut, Boşnak, Pomak vb. diğer halklardan oluşturmuştur.
1918'e kadar Bosna'dan Türkiye'ye dört büyük göç dalgası olmuş. İlk büyük göç, 1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Bosna'yı işgalinden hemen sonradır. İkinci göç, 1882 yılında gerçekleşmiştir. Üçüncü göç dalgası 'Dzabic hareketiyle' 1900 yılında olmuştur. Dördüncü dalga ise 1908 yılında gerçekleşmiştir.
Osmanlı'ya gelen göçler arasında çok sayıda Yahudi de bulunmaktadır. Kırım'dan gelen Yahudiler arasında Kırımçaklar (Türki dilde konuşan Rabbinik Yahudileri) ve Karaylar vardır. Kafkaslardan Dağlı Yahudiler (Tatlar) ve Gürcistan Yahudileri geldiler. Balkan Yahudi göçmenleri büyük ölçüde Sefarad Yahudilerinden oluşmaktaydı. Ama aralarında Romaniyotlar ve Eskenaziler de bulunuyordu. Göçmenler arasında çareyi Osmanlı topraklarına sığınmakta bulan Yemenli, Buharalı ve Hindistanlı Yahudiler de vardı.
Almanya, Fransa, Macaristan'dan Aşkenazi Yahudileri Sicilya ve Otranto, Clabriadan İtalyan Yahudileri de Osmanlı İmparatorluğu'na sığınmışlar.
19. Yüzyılın başlarından itibaren Azerbaycan'dan da çok sayıda göçmen gelmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru 1917 Rus Bolşevik İhtifali aşırılıkları nedeniyle kaçanları sığınağı İstanbul olmuştur.
Birinci Dünya Savaşına kadar 2,5 milyon civarında Çerkez göç etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu göçmenlerin büyük bir kısmı (yaklaşık 1 milyon civarı) göç sırasında hayatını kaybetmiştir.
İkinci Dünya Sava'nın ardından Alman Nazizm'i nedeniyle 1930'larda sanatçı, bilim insanı, entelektüel den oluşan Almanca konuşan 800 Yahudi Türkiye'ye sığınmıştır. Aynı şekilde Alman işgalinden kaçan 70 bine yakın İtalyan, Yunanistan ve Bulgaristan vatandaşı da Türkiye'ye sığınmıştır.
II. Dünya Savaşı ile birlikte Doğu Lejyonlarındaki bazı kişilerin de yeni vatanı Türkiye olmuştur. Doğu lejyonları, II. Dünya Savaşı sırasında, Nazi Almanya'sı saflarında savaşan ve doğu halklarından oluşan lejyonlardır. Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Karakalpaklar, Balkarlar, Karaçaylar, Azeriler, Dağıstanlılar, İnguşlar, Çeçenler olmak üzere Müslüman halklardan oluşturulmuştur.
Türkiye 1980'den sonra İran'dan rejim karşıtları ve Afganistan, Pakistan'dan Türkiye'ye sığınarak Batı ülkelerine iltica etmişlerdir. Bunların sayısın 1,5 milyon olduğu tahmin edilmektedir.
1988'de Irak'ta yaşanan Halepçe Katliamı gibi kitlesel silah saldırısından korkan yüzbinlerce Kürt ve Süryani evlerini terk ederek Türkiye sığınmıştır.
Bugün Esad'a bağlı silahlı güçlerden, Rus saldırılarından, IŞİD terörden kaçıp Türkiye'ye sığınan Kürt, Arap, Türkmen, Ermeni, Süryani Suriyeliler gibi 25 yıl önce de Saddam'dan kaçan 460 bin Iraklı Kürt Türkiye'ye sığınmıştı.
Türk hükümetinin, Irak sınırında yaşanan süreçte yardım çağrısına uluslararası camianın (bugünkü gibi) sessiz kalması, sığınmacı göçünün başladığı ilk günlerde dağların arasına sıkışıp kalmış kapıların açılmasını bekleyen yüz binlerce Iraklı sığınmacının Türk sınırına geçmeleri için Türkiye Cumhurbaşkanı Özal 16 Nisan 1991 tarihinde, Kürtlerin sınırı geçmesine izin vermişti. 1991'de Kürtler için Türk hükümetinin onayıyla Irak'ın kuzey sınırından 10 km içerde 'güvenli bölge' kurulmuştu.
1989 yılında Türk kökenli Müslüman Bulgar vatandaşlarının, Bulgar hükümeti tarafından Türkiye'ye göçe zorlanmaları ile büyük göç yaşamıştır.
Tarihte Suriye'den, ferdi kaçışların dışında, 1945, 1951, 1953 ve 1967 yıllarında Türkiye'ye toplu göçler gerçekleşmiştir. Sayıları kesin bilinmeyen bu göçmenler, Kırıkhan, İskenderun ve Adana'ya yerleştirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, geçtiğimiz yüzyıl içerisinde, topraklarında göç hareketlerinin geniş ölçüde cereyan ettiği ülkelerden birisi olmuştur. Batı ülkelerinde görüldüğü gibi Türkiye'de " mültecileri-sığınmacılar istemiyoruz" kampanyalar yapılmamış, bu amaçla kararlar alınmamıştır. Göçmenler kendi ülkelerinden daha rahat koşullarda yaşama şansı bulmuştur.
2 milyon 541 bini Suriyeli olmak üzere 3 milyon kayıtlı mülteciyi misafir eden Türkiye, Küresel İnsani Yardım'da 2013, 2014 ve 2015 raporlarına göre 3 yıldır üst üste en fazla insani yardım yapan 3. ülke olmuştur. Türkiye Suriyeli mülteciler için 10 milyar dolara yakın bir harcamadan yapmıştır. Türkiye'nin aldığı insanlık yükünün topluma yansıyan dolayı bedeli muhtemelen 20-30 milyar dolardır.
İki yüz yıla yakın süre içinde çeşitli nedenlerle ülkemize sığınan insanlar geri çevrilmemiştir. "Mültecileri Türkiye'de tutun. Avrupa'ya gelmesini engelleyin" ve "Kapıları açın" diyen sözüm ona medeni ülkeler bize insanlık öğretmeye kalkmasınlar. Bu ülkeler Suriye'de mazlum insanların bombalanmasına göz yumacaklarına, mülteci yükünü paylaşsınlar.
Bizim yüreğimizi, topraklarımızı, evimizi açtığımız; ekmeğimizi bölüştüğümüz mazlum ve mağdur Suriye insanına Batı kapılarını kapatarak ölüme terk etmiştir. Suriye'nin özeti budur.