Van'a Dair : - 10 Gero Geliyor Gero
Ben balkona attığım sandalye üzerinde bir yandan bahsini ettiğim eskiden otel olarak kullanılan Altaylıların binasını seyredip hatıralarımı tazelerken diğer yandan da Beşyol mevkiinde olan bitenleri gözden geçiriyordum.
Ben balkona attığım sandalye üzerinde bir yandan bahsini ettiğim eskiden otel olarak kullanılan Altaylıların binasını seyredip hatıralarımı tazelerken diğer yandan da Beşyol mevkiinde olan bitenleri gözden geçiriyordum. Sabah namazı ardından meşhur kahveci çırağı Gero (Kahraman) nun sesi duyulmaya başladı. Gero her sabah olduğu gibi bu sabahta omuzunda tenekeler beşyol mevkiinden çay yapmak için su getirmeye gidiyordu. O zamanlar Van'daki tüm kahvehane ve çay evlerinde çaylar kehriz suyundan yapılırdı. Kehriz suları ise özellikle Eskiden adına Sıhke dediğimiz,şimdi ise Bostaniçi dediğimiz mıntıkadan yer altında gelir ve Beş yoldan yine o zamanki adı ile Sıhke caddesi,şimdiki adı ile Ercişli Emrah Caddesinden aşağılara doğru akar giderdi. O zamanlar bu sular gayet temiz idiler. Zaten yer altından gelmekteydi bu sular ve geldikleri güzergahlar meskün mahallerin çok uzağında idiler.
" Evet "Gero geliyor Gero,yolları yara yara. Kız ben seni alacam,başına vura vura." uydurma türküsüyle bu sabah erkenden Gero yine üstelik ikinci kez su almaya gidiyordu Beşyol Pınarı"ndan.. Esasında ekseriyetle gece yarıları su almağa gittiği vaki, bu saatlerde gittiği çok nadırdı ve en fazla günde bir kez idi. Gero'nun ailesi İran'dan göç etmiş bir aile idi babaları ve anneleri birkaç yıl önce vefat ettiklerinden üç kardeş birlikte kalıyorlardı. Kardeşlerin her üçü de büyükten küçüğe doğru başlayarak biraz akıl yönünden problemli idiler. Ağabeyleri Hasan evli ve çoluk çocuk sahibi olduğu halde siz el çalınca yerinde duramaz başlardı oynamaya. Diğerleri Aloş ağabeyinden derece derece akıldan noksan, Gero ise daha ileri safhada idi. Tüm bu zafiyetlerine rağmen Van'a ait ezgi ve türküleri mükemmel ve yerli yerinde söyleyen ailelerden biri idi bu aile. Kimseye zararları dokunmandı. İşte Gero bu günde pınardan su alıp dönerken her zamanki neşeli tavrını takınmış ve tüm gücüyle yüksekten bir Van türküsü söylüyordu:
" Elinde oya, gidiyor toya,
Dudağı boya, Menşure hanım
Elinde maşa, gider ataşa,
Kızlara paşa, Menşure hanım.
" Elinde mili, bülbüldür dili,
Mehlenin güli, Menşure hanım.
O zamanlar bizim sokakta, yani Dere sokağında, Sabriye adında bir kız vardı. Çok güzel olan bu kız gayet şişmandı. Bu yüzden sokağın gençleri bazen onun için dizdikleri bir dörtlüğü söylerler ama hemen ondan hak ettikleri cevabini alırlardı. Bu dörtlüğü Gero ailesi de ezberlemişti ve her iki kardeş biteviye söylerlerdi. Sabriye için söylenen dörtlük ve cevabı şöyle idi;
Boynunda havli, süpürür havli
Domuzdan tavli, Sabriye hanım.
Sabriye hanımın verdiği cevap erken gelir idi :
Elinde pışti, savruldi düşti,
Mehlenin puşti, peşime düşti.
Arkasından Gero türküsüne devam ediyor kendi düzmeceleriyle :
"Gero geliyor Gero yolları yara yara,
Yolları yara yara.
Kız ben seni alicam, kız ben seni alicam,
Başına vura vura, başına vura vura."
Ben bu minval üzere Gero'nun bu sabahki türküsünü dinlerken biraz ileriden kardeşi Aloş un sesi geliyordu. Aloş'ta başka bir alemdi.Başka bir türkü söyleyerek omuzu üzerinde bir telis şekerle kahvehaneden içeri giriyordu.. Aloş un okuduğu türkü de maalesef kendilerini bu konuda yetkili,hatta tek seçici olarak gören kişi veya zihniyet sahiplerince yüzünden dejenere edilmişti. Aloş un ağzından dinleyelim:
" Bir mektup yolladım Türkmen kızına, / Zalimin kızı hiç bakmaz yüzüme./Anası duyarsa döver dizine,/Oy nenni nenni esmerim nenni, bir tanem nenni." Oysaki bu türkünün aslı şöyle idi:
" Bir mektup yolladım Ermeni kızına, / Okudu mektubu koydu dizine,/ Anası görürse döver dizine, /Oy nenni nenni bir tanem nenni, esmerim nenni." Her türküde olduğu gibi bu türküde de türkünün özünü teşkil eden Ermeni kelimesinin çıkarıldığını görmekteyiz. Bunun baş sebeplerinden birisi Türkiye de yıllar önce uygulama alanına konan yanlış bir zihniyet yani Ermenileri gücendirmeme politikası idi. Bu değiştirmeler yalnızca Van ile sınırlı değildi. Örneğin Kars'ta da yıllar önce Mustafa Kemal Paşa için bir ekip tarafından sergilenen bir oyun la birlikte söylenen meşhur: "Hoş Gelmişler Ola, Mustafa Kemal Paşa" türküsü ne yazık ki aynı zihniyetçe değiştirilmişti. Türkünün aslı şöyle idi:
" Hoş gelmişler ola, Mustafa Kemal Paşa, / Askerin, milletin dövletinle çok yaşa. / Ya şa şa şa şa, İleri, ileri arş ileri, marş ileri, dönmez geri Türkün askeri /Sağdan sola, soldan sağa kavza bayrağı Moskof üstüne, hey, düşman üstüne." İşte bu türkü böyle okunurken yine aynı zihniyet : Aman ne yapıyorsunuz, Rusları gücendiriyorsunuz diyerek şu Moskof kelimesini çıkarttırmışlardı.Aloş'un söylediği "Bir mektup" türküsünde, ikinci mısradaki zalimin kızı bakmaz yüzüme cümlesinin esası ,okudu mektubu koydu dizine idi. Çünkü mektubun kız tarafından okunup dize konması kabul manasına geliyordu. Tabii mektubun kız tarafından kabulü ise anasının dizini dövmesine neden oluyordu. Eğer zalimin kızı mektubu gönderenin yüzüne bakmıyor ise kızın anası niye dizini dövsün ki. Ayrıca burada da Çorabı çektim dizime türküsünde olduğu gibi Ermeni kızının çıkarılması ve yerine Türkmen sözcüğünün konması bile en azından bir cehalet örneğidir. Esasında bu türkü Van'ın öz malıdır ve Van'da bir tek Türkmen yoktur ki Vanlı genç ona mektup yazsın veya aşık olsun. Bu zihniyet bozukluğu başka türküler için de söylene bilir.. Örneğin ,yine bir türkü var hep dinleriz:
" Gelini, gelini Türkmen gelini, / Saramadım ince belini "diye. Oysa ki bunun aslı "Gelini,gelini Kürdün gelini." İdi. Ama olmazdı. Kürt diye bir millet,bir kabile, bir topluluk yoktu ki gelini olsun.Derhal, Kürt kelimesinin Türkmen kelimesine dönüştürülmesi gerekir ve bu yapılmıştır. Böyle bir hata, hem de fahiş bir hata Gaziantep için söylenen bir türkü de de görülmektedir. Hani İstiklal Savaşı hengamında Anteplilerin düşman askerlerine karşı verdikleri kahramanca mücadele var ya, o mücadele için, o kahramanlık için dizilen türkünün sadece iki dörtlüğünü halk tarafından söylendiği şekliyle buraya alalım : "Antebin harbine onbir ay oldu, / Büsbütün benzimiz sarardı soldu, / Analar bacılar saçını yoldu. Vurun Antepliler, namus günüdür Vurun Kürt uşağı, namus günüdür.
" Sürerim,sürerim gitmez kadana. Fransız kurşunu değmez adama. Kara haber demeyin,garip anama. Vuran Antepliler, namus günüdür. Vurun Kürt uşağı, namus günüdür."
" Dikkat ederseniz bu kahramanlık türküsünde son mısralar, yani " Vurun Kürt uşağı namus günüdür." Resmi literatürde çıkarılarak söylenmektedir. Oysaki türkünün ilk yazıldığı ve söylendiği yıllarda ta 1930'lara kadar, halk içinde bu güne kadar hep: " Vurun Kürt uşağı namus günüdür" diye okunurdu. Yine o mahut zihniyet, yine o cahilce düşünce iki kardeş milletten birini, yani Kürdü inkar etmekteydi.
Ben deftere dalmış okurken öğlen saat 13'e gelmiş meğer. Kalkıp ab dest alıp öğlen namazını kılmam gerekiyor. Ama defterin içindekiler ister istemez benim ilgimi çekiyordu. Bir iki sayfa daha okumak niyetiyle devam ediyorum.
" Bu gün, benim Erkek Sanat Enstitüsündeki müdürüm ve hocam Vasfi Leventoğlu nu gördüm uzaktan. Koşup ellerini öpmek isterdim o yiğit ve soylu kişinin. Van da Erkek Sanat Okulu'nun kurucusu ve ilk müdürü idi. Gayet adil,disiplinli,dürüst ve hiçbir şeyden korkmayan bir şahsiyetti. Kendisi devlet memuru olduğu halde ve siyasetle görevini karıştırmadığı halde demokrat bir ruha sahipti ve 1945'lerde kurulan Demokrat Partiyi destekleyen nadir devlet memurlarından biri idi. Demokrat Partiyi destekleyen nadir devlet memurlarından biri dedim zira o yıllarda tüm memurlar Cumhuriyet Halk Partili idiler. Elbette ki iktidardan yana olacaklardı. İktidardan yana olmak onlar için büyük bir nimetti.Her türlü imtiyaza sahip olan memurlara hele İkinci Dünya Savaşı yıllarında devlet çok güzel bakıyordu.Memurlara bedava elbiselik kumaş, çay,şeker,sabun ve bunlar gibi zaruri ihtiyaçlar dağıtılır vatandaş hava alırdı. Zaten normal vatandaş memurun önünde konuşamazdı bile."
"TANRI ULUDUR"
" Hiç unutmam o yıllarda,yani İkinci Dünya Savaşı yıllarında yine Belediyede memurlara yukarıda saydığım malzemeler dağıtacaktı. Şair Mella Bozo Belediyenin merdivenlerine çıktı ve: "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur. Memurlar hepsi İsmet'in kuludur.Haydİn sabuna,haydin şekere,haydin kumaşa,haydin çaya ." diyerek bağırmaya başladı. Vali ve Belediye Başkanı ile o yıllarda onların üstünde olan C.H.P. İl Başkanı hemen koşarak Şair Mella Bozo'yu içeri aldılar ve kendisine sus payı olarak aynı ihtiyaç malzemelerini vererek yolcu ettiler. O yıllar ne felaketli yıllardı, o günler ne acı günlerdi. İnsanların açlık,sefalet içinde kıvrandığı yıllar. Ne ise tüm bunlar ileride bahis konusu yapılacaktır."
Elimdeki defteri yatağın üzerine bıraktım. Abdest alıp öğlen namazımı kıldım ve Kamil dayının karşı yoldaki lokantadan getirdiği yemekleri yedikten sonra yine Kamil dayı tarafından yatağımın üzerine bırakılan mahalli gazeteleri ve diğer birkaç gazeteyi okumaya başladım.İsterseniz bu arada sizlere birazda Nuh Palas otelinden bahsedeyim..