Van'a dair: - 6

“Huzurunda sadece bir saat oturan ve sadece bir saat ondan ders alan kişiler, huzurdan kalkar kalkmaz,dışarı çıkar çıkmaz, hiç kimseden izin almadan ve hiçbir kimse tarafından görevlendirilmeden heybelerini omuzlarına attıkları gibi, her türlü tehlikeyi ve ölümü bile göze alarak yola koyulmuşlar ve İran a, Çin e, Maçin’e kadar uzanarak insanoğullarını doğru yola, güzele, kurtuluşa davet etmişlerdir.

ALLAH'IN ( C.C ) OKU EMRİ : 2

“Huzurunda sadece bir saat oturan ve sadece bir saat ondan ders alan kişiler, huzurdan kalkar kalkmaz,dışarı çıkar çıkmaz, hiç kimseden izin almadan ve hiçbir kimse tarafından görevlendirilmeden heybelerini omuzlarına attıkları gibi, her türlü tehlikeyi ve ölümü bile göze alarak yola koyulmuşlar ve İran a, Çin e, Maçin’e kadar uzanarak insanoğullarını doğru yola, güzele, kurtuluşa davet etmişlerdir.

“ Benim sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisini rehber edinirseniz selamete erersiniz” ve “ Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Kelamları ne kadar güzel,ne kadar can alıcı. Adam olan bunlara sarılmalı, insan olan bu sözlere sevdalanmalı,bu sözlerde neşvu nema bulmalıdır. İnsan olan bu sözlerde huzura kavuşmalı, mutluluğa ermeli ve bu sözlerin gereğini harfiyen ve tereddütsüz yerine getirmelidir.”

Kamil dayının bana vermiş olduğu meçhul kişiye ait defterin önüme açılan orta yerdeki bu sayfasındaki bir bölümü okuduktan sonra bu kez defteri kapayıp başladım içimden geçenleri anlatmaya ve ; Kamil dayı şimdi gel birlikte elimizi vicdanımıza koyalım veya bir iki saniyecik düşünelim. Kaçımız bu sözlerin peşindeyiz, kaçımız mezara kadar ilim öğreniyoruz veya öğrenme peşinde ve emelindeyiz. Kaçımız tahsil hayatından sonra okumayı,öğrenmeyi bir prensip haline getirmişiz. Bakınız Yüce Peygamber (SAV) yine irad ettiği bir hadisi şerifinde ne emir bulunuyor: “ İlim Çin de bile olsa gidip alınız.” Bazılarımız şunu söyleyebilir; Canım ne var Çine gitmekte, atlarım uçağa ve yarın giderim üç dört gün sonra geri dönerim. Oysaki bu düşünce çok yanlış. Peki Yüce Peygamber niye İran demiyor, niye Mısır demiyor, niye İstanbul demiyor da illa Çin diyor. Oysaki o asırda İran, Mısır , İstanbul,Yunanistan ilimde daha ileridedirler. Ama Çin den bahsedişinin derin bir manası var. Zira Çin hem çok uzak ve hem de oraya gitmek çok zor. Oraya gitmeye karar veren kişi yolculuk esnasında daima ölümle burun burunadır. Değişik havası, Canavarlarla dolu balta girmemiş ormanları. Her an sizi hastalığın pençesine atacak sivrisinek üreten bataklıkları. Tüm bunları göze alacaksınız. Demek ki yüce dinimiz nezdin de ilim o kadar önemlidir ki ölüm pahasına olsa bile almaya ve öğrenmeye değer.

Ayrıca “ Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? “ Ayet-i Kerimesine kulak verelim. Bakınız İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu ayeti kerimeyi yorumlarken ne diyor: “Olmaz ya, nihayet biri insan,biri hayvan./ Öyleyse cehalet denilen yüz karasından,/ kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet,/ Kafi değil mi yoksa, bu son ders-i felaket./ Son ders-i felaket neye mal oldu düşünsen,/ Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden./ Son ders-i felaket ne demektir, şu demektir,/ Gelmezse eğer kendine millet gidecektir./ Zira yeni bir sadmeye artık dayanılmaz,/ Zira bu sefer uyku ölümdür,uyanılmaz..” diyerek devam etmiştir.

Şimdi bakıyorum ki bizden bir sonraki, hatta iki sonraki nesil okumaya heveslenmiş,heveslenmeyi bırakalım da okumayı bir hobi haline getirmiş.Ben kitap evlerine uğradığımda hep gençleri görüyorum.Hele çoğunlukla bu gibi yerlerde genç kızlarımızı görünce mutluluğum bir kat daha artıyor.Evet Üniversitede okuyan kızlarımız gerçektende okuyorlar. Daha da güzeli genç ve yaşlı ev hanımlarımızın bile kendilerini kitap okumaya verdiklerini görmekteyiz. Genç kızlarımız okuyorlar,araştırıyorlar,tartışıyorlar. Hem de iddialı bir şekilde sizinle münakaşa ediyorlar.bir çok konuda münazaraya giriyorlar. Sizinle başkalarının yazıları üzerinde,medyada takip ettikleri oturumlar üzerinde fikir teatisinde bulunuyorlar. Sizinle bilinçli bir şekilde atışıyorlar. Fuzuli den bir beyit,Baki den bir dörtlük, Nazım Hikmet ten, Necip Fazıl Kısakürek ten, Yahya Kemal den, Ahmet Arif tan, Sezai Karakoç tan, Fazıl Hüsnü Dağlarca dan, Yunus tan, Faruk Nafiz Çamlıbel den, Pablo Neruda dan, Hatta Bediüzzaman Said Nursi den ,Muhammed İkbal den, bir şiiri,bir konuyu yanlış okur veya yanlış yorumlarsanız hemen sizi ikaz ediyor ve doğru olanını söylüyorlar.En hoşuma gideni de yenilgiyi kabul etmiyorlar. Gidip yeniden araştırma yapıyor,yeniden önünüze çıkıyorlar. En girift meselede fikir teatisinde bulunuyorlar.

Tüm bu güzellikler nereden geliyor. Düne kadar sizi kuzu, kuzu dinleyen,bırakınız fikir teatisinde bulunmayı ,konuşma cesaretini bile kendilerinde bulamayan bu gençlere ve bilhassa bu genç kızlarımıza ne oldu? Yıllarca; “Canım saçı uzun aklı kısa,ne olacak.” yaftası ile damgalanan bu hanımefendiler,bu kez sizinle kıran kırana tartışmak,fikir teatisinde bulunmak, yanlışlığına kanaat getirdikleri fikirlerinizi reddetmek cesaretini birden bire nereden buldular.

Bilhassa hanımefendilerin sizin önünüzde oturup ; Kainatın yaratılışı,insanın yaratılışı üzerinde konuşmaları,Kainat niçin vücuda getirildi,nasıl yaratıldı.Dağların,taşların,ot ve ağaçların,kuş ve kelebeklerin,çiçeklerin,güllerin , bülbüllerin ve tüm canlı ve cansız varlıkların yaratılış hikmeti nedir? İş bu kainat yolcusu İnsanoğlu nereden gelip nereye gidiyor.Ve tüm bu yaratılanların görevleri nelerdir? Tüm bu konularda adeta size ders veriyorlar.Sizi hayrete düşürecek şekilde derinlemesine fikir beyan etmeleri ne güzel ve sevindirici bir şey.

Peki tüm bunlar nasıl oluyor? Bu sorunun cevabı ve bu bilmecenin anahtarı “İKRA”yani OKU ayetinde mündemiçtir. Oku ayeti her şeyi halletmiştir.Okumak,tefekkür etmek ve öğrendiklerini,bildiklerini başkaları ile paylaşmak veya başkalarına aktarmak.

Kamil dayı sen köyünde kışın ne yakıyordun.Özalp lı olduğuna göre ve asırlar önce dağı taşı ormanlarla kaplı Özalp ta orman kalmadığına göre tezek yakıyordun. Yani beslediğin hayvanların dışkılarını kurutarak istif ediyor ve bunun adına da kalak diyordun ve kışın bunları tandırda ve sobanız var ise sobada kullanıyordun. Bilhassa koyun dışkısından elde ettiğin ve adına kerme dediğin bu yakacak verdiği yüksek ısı bakımından senin için çok değerli idi değil mi?Evet Kamil dayı, bak atalarımız ne güzel söylemişler ;”Tezek bir şeydir,ama cahil hiçbir şeydir.” diye. Ama ne güzel söylemişler.Bu nedenle Musevilik olsun,Hırıstiyanlık olsun,Müslümanlık olsun tüm semavi dinler,hatta diğer dünyevi dinler,ideolojiler, düşünce sistemleri daima okumayı ve öğrenmeyi teşvik etmişlerdir. Özellikle İslam dini okumayı,öğrenmeyi,öğretmeyi,tefekkür etmeyi ,yani okudukları,öğrendikleri üzerinde düşünmeyi baş gaye edinmiş ve tüm bunları adam olmanın ön koşulu saymıştır.Mensubu bulunmakla sen ve ben,her ikimizin de gurur duyduğumuz İslamiyet “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz – İlim müminler üzerinde farz kılınmıştır.” derken genç, ihtiyar,kadın,erkek ayırmamış,tüm Müslümanlara öğrenmeyi,hem de derinlemesine öğrenmeyi,başta insan olmak üzere şu kainat Kitabi Kebirinin sırlarına,iç yüzüne vakıf olmayı şart koşmuştur. Yine o pak ve temiz insan,Yüce Resul:”Ben ilmin Medine siyim, Ali kapısıdır.”kelamıyla ilme verdiği önemi açıkça ortaya koymuştur.

İlim öğrenmenin ön koşulu ise okur-yazar olmaktır. Nitekim Bedir savaşında esir alının Mekke müşrikleri,müslümanlara okuma yazma öğretme koşulu ile serbest bırakılmışlardır.Ama ne yazık ki son birkaç asırdır müslümanlar ilim öğrenmekten adeta kaçmışlar,belli bir yaşa kadar okul okuyup mezun olduktan sonra artık kitap denen nesnenin yüzüne bile bakmamışlardır.

Kamil dayı burada elini göğsüne bırakarak ; “Evet her şeyi daha iyi anladım.”dedi ve devamla :”Ben senden önce bu odada kalan adamı çok okuduğu için yadırgamış ve hasta zannetmişim. Ne kadar yanıldığımı şimdi daha iyi anlıyorum.” dedi ve ayağa kalkarak yanıma yaklaştı. Ardından adeta bana bir sır söylercesine kulağıma eğildi ve : “ Az önce sana vermiş olduğum defterin arasında ayrıca bir kağıtta vardı.Bak adam kağıtta neler yazıyor diyerek kağıdı bana uzattı. Bende aceleyle kağıdı aldım ve okumaya başladım. Adam kağıda şunları yazmıştı:”Kamil efendi. Ben gidiyorum.Bir daha dönmeyebilirim.İş bu defter sende kalsın. Şayet dönmez isem ve sende okumaya,öğrenmeye hevesli birine rastlarsan defteri ona ver okusun. Şayet gücü yeter ise ve beğenirse, noksanlarını tamamlasın,düzeltsin ve elinden gelirse kitap haline getirip yayınlasın.Tüm hakkımı o kimse ona helal ediyorum.Yeter ki benim bu dileğim yerine gelmiş olsun.”

Tuhaf bir şey. Adam belki de aylarca, ve de yıllarca uğraşıp kaleme aldığı ve göz nuru dökerek ortaya koyduğu eserini hiç tanımadığı birine teslim etmek üzere otel müstahdemine bırakıyordu.Adam kimdi,nereden gelip nereye gidiyordu. ? Sanki bir daha dönmeyeceği bir yolculuğa çıkıyor, Sanki ölüme gidiyordu.Bir nevi veda mesajı yüklü ifadeler kullanıyordu.Peki veda kime idi? İnsan tanımadığı,varlıklarından bile haberdar olmadığı kimselere,kişilere veda eder miydi. Bu bir nevi sır,bir nevi bilmece ve hem de girift bir bilmece. Kamil dayı defteri elime sıkıştırır sıkıştırmaz hadi şimdilik hoşça kal diyerek odadan çıktı. Çıkarken koridordan ; Öğlen yemeği için sana bir sürprizim var .”demeği de ihmal etmedi.

Kamil dayının adeta zorla elime tutuşturduğu defteri ilk sayfalarından başlayarak gözden geçirmeye başladım. Defter beş bölümden oluşmaktaydı.Giriş bölümünde İran ın Urmiye vilayetinin ve halkının durumu. İran da Birinci Cihan Harbi öncesi ve sonrası meydana gelen iç savaşların bir bölümü ortaya konuyor. Diğer bölümlerde ise Urmiye - Yüksekova - Van hattı gözler önüne seriliyordu.Ki burada Yüksekova’nın defter sahibi nezdinde geniş bir yer kapladığı ilk bakışta gözler önüne serilmektedir. Bununda sebebi ilerideki sahifelerde anlaşılmış olacaktı.

Bakmadan Geçme