Van Gölü havzasında hasat zamanı
Bizim ellerde bir söz vardır: 'Cüce sepet altında kalmaz.' Bu söz Akdeniz Bölgesinde:
"Cibi sepet altında kalmaz."Farklılığına dönüşür.
Cücenin de cibinin de civciv olduğunu biliyorsunuz.
Bu sözü üretimde genelleştirdiğinizde diyalektiğin o değişmez yasası:
"Her şey değişir."Somut gerçeğinde odaklanır.
Daldaki çiçek meyveye, tarladaki tohum buğdaya dönüşür.
Bugün aynadaki yüzünüzün yarın farklılaştığına tanık olursunuz.
Siz ne yaparsanız yapın her şey değişir. Önemli olan yüreklerdeki umudun yerini umutsuzluğa terk etmemesidir.
Hasat zamanı şimdi…
Tarlalardaki ürün çoktan emekle tanelerine dönüştü, değirmenlerin, un fabrikalarının yolunu tuttu.
Bostanlardaki zerzevat kış zahiresi oldu. Erik, kayısı pestil, domates salça oldu. Güneşle buluşturulan ürünler kıvamına getirilip kavanozlara, dolduruldu. Kilerlerin kıştan çıplak kalan duvarları biber, patlıcan kurularının renkleriyle buluştu.
Bütün bunları yazıya dönüştürdüğümde genç dostum Nihat Işık'ın hasatla ilgili videosu çoktan sosyal medyada en çok paylaşılan ve beğeni olan çalışması oldu. Ve o güzel çalışmanın altına şu yorumu yazdım:
-Öğretmenler bu videoyu sakın kaçırmayın okullarda öğrencilerinize Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Ekonomi dersi olarak izletin.
Benim gibi kafa kâğıdı ellilerin üzerini gösterenlerin şimdi hasat zamanı ile ilgili ne güzel anıları vardır.
Onlar düşüne dursunlar ben belleğimde iz bırakanları anlatayım size.
Van'ın Sihke(Bostaniçi) Köyünü bilen var mıdır?
Hani en kokulu ve tatlı kavunların ilk kök saldığı, tohumu tüm dünyaya yayıldığı bu güzel köyden anılarım var.
Hasat zamanı geldiğinde tüm köylüler tarlaların yakınlarındaki meydanlarda buluşurdu. Emek ve alın terinin olduğu meydanlarda carcarlar, düğenler inek ya da öküzlerin ardına bağlanırdı.
Orta yere serili altın renkli buğdayların üzerinden önce keskin dişli carcarlar geçer, sonra da düğenle sıkıştırılıp başaklardan taneler ayrılır ve derken Erek Dağından ya da Özalp'ın Memedik Boğazından esen yelin yönüne şenelerle buğday taneleri savrulup sapla samandan iyice ayrılırdı.
O yorgun ama muhteşem emek günlerinde hasat kümelerinin gölgesinde sofralar açılır yazın armağanı sebzeler, kavun karpuzlar yayılır öğün geçiştirilirdi.
Carcar ve düğen biz çocukların sevinç kaynağıydı. Bugün luna parklara dönme dolaplara, salıncaklara, çarpışan otolara sevinçle koşan çocukların coşkusu gibiydi içimizdeki duygular. Atın, öküzün çektiği düğen ya da carcarın ardındaki sürücünün yanına kurulurduk.
"Deh!" Diye sürücü susar çığlığını bize emanet ederdi.
Meşaketli ve zor günleri güzelleştiren imece yani kollektif çalışma yöntemiydi. Her kes birbirine yardım eder, zorlu işlere el atılır güçlükler kolay kılınırdı.
Ve akşam dönüşü başladığında, evlerde nöbete kalmış nenelerin bahçe duldalarına konuşlandırdıkları odun ocakları üzerindeki toprak tencerelerden yayılan yemek kokusu yorgun bedenleri mest ederdi.
"Balam hoş gelmişsiniz safa gelmişsiniz. Yunun el ayağınızı, avludaki sofraya kurulun." Diye seslenirdi kadim yürekler.
Ne zaman Sihke köyünde bir gün kalmış ve akabinde eve dönmüşsem o günün rüyalarıyla yaşardım bin gün.
Kimi göçüp gitti Yadullah ağa gibi hakkın yoluna… Kimi yaşlanmıştır ne haldedir bilinmez. Ama geride kalanların atalarından bıraktıkları o güzelliklere sahip çıkmışlarsa eğer işte ömrün hasadı da o güzelliklerdir.
Ağustos ayının son haftalarındayız artık…
Bizim ellerde çoktan şamamalar (kırlangıç kavunları) düleklerin, ünlü Sihke kavunlarının sergisinde yerini almıştır.
Anamın yüklüklere, çeyiz sandığına koyduğu parfümüydü şamamalar.
"Bu yenilmez sevilir, koklanır."Derdi babam.
"Ey bizim ellerin güzel insanları! Şamamalar kavun karpuz sergilerinde yerlerini aldılar mı?"
Hayırlı, bereketli hasatlarınız; yemesi, içmesi nasibiniz olsun.