Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


ŞAİRİN KOLUNA SAATSİN

MUSTAFA IŞIK

Kudüs!.. hüzne yakışan şehir

ümmetin solgun çiçeği

ölümden öte vatan

göklerin övüncüsün

söylemeye dudak arayan

güzelinden kelam

sen ki İstanbul’a ayna

Mekke’ye kardeşsin, ey Kudüs

yer sende açar göğsünü

Fahri Âlem göğe çıkarken

şairin koluna saatsin,

ümmetin sinesine sığmaz sancı

müşfik annesin ruhlarımızı besleyen

şehirsin ki görünenin ötesi

cennetten coğrafya, varlığı imtihan

ezelden ebede çağlar aydınlatan

ey, mührü kayıp sandık

nerede şimdi, gönül semamıza

kapıları açacak komutan

kudüs, sensin, asırlar boyu

canımıza can katan canan,

hüzne yakışan gülden şehir

şairin koluna saatsin sen

EY KUDÜS …

ŞİFANUR ÖZÇELİK ŞİRİN

Ey Kudüs!Söyle nazlı sevdiğim

Şu göğsüme oluk oluk ne kattın

'Sevgi ve ümitten bAŞKa...'

Üzülme!Kavuşmak bAŞKa bahara...

Beklerim, bir gün değil bir ömür

Çölümü güle çeviren ey rüya

Ölüm gelene kadar, perdeler ardında

Gelir diye beklerim…

“Allah bize yeter. O ne güzel vekildir...” derim.

Cennetin müjdesini kendinde sanan kullarınla

bu biçare kulunu imtihan etme Ya Rabbim...

Sen affedersen affedilirim...

Bağışlayan ... tekrar bağışlayan ...

Ve gidecek kapım olmadığında da tekrar

aciz kulunu dergahı ilahinde misafir eden...

İncitmeden defalarca seven

Sensin Ya Rabbim...

Senin Rızandan Gayrısına Yokum

Koru bizi Cehennemden...

Ey Ümmet-i Muhammed ...Ey Filistinli!

Ey Tunuslu!Ey Suriyeli! Ey Türkistanlı!

Ey Arakanlı...Ey acısı acım olan kardeşlerim...

Benimle konuşurken göz pınarlarınızdaki

damladan ne demek istediğinizi iyi anlıyorum...

Bir gün: Ben ve sizler, Kabe'nin karşısında,

Medine'nin beyaz taşlarında,

Kudüs'ün avlusunda kıyama duracağız...

Secdelerimiz arşı inletecek...

Ve o gün tüm aşk ehli hamdüsenalar edecek...

Ey Kafirler! Srebrenicanın yanına Halepi,

Halep'in yanına İdlib'i, İdlib’in yanına

gürül gürül çağlayan o mahsun Afganistan’da

şehit olan çocuk hafızları acıyla yazdık!

Nerede bir gözyaşı varsa kalbimiz

daha öfkeli bir dik duruşla derinden kanar.

Unutmayın ki Allah Ya Kahhardır.(c.c.)

Allah hesap sorucudur. Allah’ın azabı şiddetlidir.

“De ki Ey Kâfirler!Yenilecek ve Cehenneme Sürüleceksiniz.!

Ve o ne kötü bir döşektir ...” Aşk ile Hû

AZ KALDI KUDÜS

OSMAN ERDAL

Biz dualar sığdırdık her bir öğüne

Sabret az kaldı Kudüs özgürlüğüne

Toplu vurunca kalpler yüzün gülecek

Matemin dönüşecek o gün düğüne

Korkutur kem gözleri Eyyubi bakış

Ömer’in gelişiyle bitecek bu kış

Sular kutlu menzili elbet bulacak

Patlar yakında setler sel olur akış

Kudüs özgür kılacak seni hür kuşlar

Akıncıyla dinecek gözünde yaşlar

Kızılelma şahlanıp yola çıkınca

Eyyubi’nin destanı yeniden başlar

Kudüs çok ağlıyorsun sil gözyaşını

Dik dur sen mezalime eğme başını

Karanlıkları delen o nur gelecek

Gülsün yüzün ne olur çatma kaşını

Toplu vurdukça kalpler yüzün gülecek

Sular kutlu menzili elbet bulacak

Kızılelma şahlanıp yola çıkınca

Karanlıkları delen o nur gelecek.

SENSİZ

ELİFNUR ÖZCAN

Günlerin, saniyelerin, saliselerin

değeri kalır mı sensiz

gözlerine bakmadan geçer mi ömür

nefes alır mı ruh bu bedende

sever mi tekrar o kalp bu gözleri

bitti deyince biter mi

Sevmiyorum demene

sevmez mi o yürek

oksijendir o gözler bu bedende

yokluğun cehennemdir kalbimde

o cehennemde yanıp kül olurum

her saniye

Seni sevmektir aşk

seni hissetmektedir…

varlığının acı verdiğini bile bile

sevmektir aşk,

fotoğraflarında yaşam bulmaktır

gözlerinde kaybolmaktır

sarılınca, sımsıkı sarılınca

kalbindeki ritmi hissetmektedir

sendedir aşk

gözlerindedir .

AYDINLIKLAR ÜLKESİ

HELAT DOĞAN

Ne denli yaşamışsak

o kadardır gözlerimizdeki fer

hissettiklerimiz kadar büyüktür kalbimiz

okuduklarımızın ölçüsüdür aklımızı selim kılan

başımız ya eğilecek ya da dimdik kalacaktı

bu da inandığımız kadarıyla gerçekleşecekti

Ya aydınlığı tercih edecek

ya da karanlıklarda kayboldukça kaybolacak

meçhule giden yollarda yok olacaktık

ben aydınlığı seçtim

bunalmış zifirden ışık huzmeleri doğurdum

nerede bir özgürlük meydanı görsem

oraya rahvan atlarla ilerledim

ardıma savrulan zerrelerce umut bıraktım

 hüzünlerim kadardı ayaklarıma gelecek sevinçler

ne kadar ağlasam o kadar gülecektim

Bilirim, gözlerimden yağan yağmurlar

ucu bucağı olmayan yaşam deryası olacak

ruhum ıstırapları sayısınca sarıp sarmalanacak

ben ölmeyeceğim!

Yaşamak en güzel şeydir

Umutla, güçle, sevinçle, aydınlıkla...

Şimdi söyleyin ey karanlıklar

kim kime yenik düşecek, kim kime galip...

aydınlık mı beni yaşatacak yoksa karanlık mı?

Ben beyazla mı kuşanacağım yoksa siyahla mı?

söyledim, haykırdım ve yaptım...

siyah miğferler taktım göğsüme

 beyazlar içinden çıkacağım tüm savaşlardan.

EDREMİT AKŞAMLARI

ADNAN ÖZKAN

Güzelim toprağı var, gül kokar nefesleri

Sahili cıvıl cıvıl her yanı piknik yeri

Taa karşıdan duyulur dalgaların sesleri

Tatlı bir huzur verir Samiramis Bağları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları

Şamranaltı suyunu taşırken sinesinde

Ay-Yıldız dalgalanır şerefle kalesinde

Oradan göle bakmak fevkinin ötesinde

Tatlı bir huzur verir güzel su yatakları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları

Pırıl pırıl parlarken uzaktan ışıkları

Göle yansıyan şua mest eder aşıkları

Gözümde büyülenir o güzelim parkları

Tatlı bir huzur verir Edremit sokakları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları

Karanlığı yoklarken yayılan çığıltılar

Neşesini haykırır kanatlanmış martılar

Onlarla yüreğimde çoğalır parıltılar

Tatlı bir huzur verir Edremit çırağları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları

Çok kere sahil boyu orda dolaşıp durdum

Mutlulukla karışık nice hayaller kurdum

Başka yere benzemez, bir başka benim yurdum

Tatlı bir huzur verir Edremit şafakları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları

Van’ı  tepeden gören çıksam üstüne çıksam

Hayranlıklar içende Van’ın gölüne baksam

Gecenin bir deminde kollarına bıraksam

Tatlı bir huzur verir Edremit akşamları

İnan ki bir başkadır Edremit Akşamları.

DİNGİN SU DAMLASI

AYŞE TAŞDEMİR

Sen hiç yıldızlara bakarak ağladın mı?

 İkindi vakitlerinin bittiği ve gün aydınlığının karanlığı öptüğü yirmi dört saatten net bir saati göstermeyen bir vakitti.Mutlu, istekli bir şekilde ev halkına üç çeşit yemek yapmıştı Gülistan. Gülistan çoğu zaman dingin bir ruha sahipti oysa gülünce yıldızlar parlar, bitkiler dans ederlerdi gülüşü karşısında.  Üzgünken de yüreği, kıyılmış bir et gibi hırpalanırdı ama yine de gülmeyi çok severdi.En çok da yüreğinin derinliğinden samimiyet kokan doygun sesi insanın içine neşe katardı. Hep gülsün isterdin bu yüzden.  Yemeği hatta çoğu kişinin kaçtığı temizlik işleri dahil her şeyi içtenlikle yapar ve gülüşünü eksik etmezdi ama her zaman gülünmüyordu hayat ve hayattakiler karşısında.

Gülistan’ın nazarında hayat hep bir mucizeydi tanık olduğu varlıklara, buna insanın yaratılışı da dahildi ama büyüdükçe küçülen karakterler dünyanın kirli yönüydü Gülistan için. Yine de bir insan doğmuşsa yaşamaya hakkı vardır düşüncesi Gülistan’ı çoktan olgun birine dönüştürmüştü. Gecenin orta yerinde, aydınlığın durulduğu saatlerde Gülistan’ın arkasının dönük olduğu vaziyette sırtına bir ağırlık gelmişti. Fizik yasalarına aykırı bir eylem değildi fakat insanlık bağlamında bir suç olarak nitelendirilmesi gereken bir hadiseydi. Canı yanmıştı Gülistan’ın. Arkasına döndüğünde aynı evi paylaşan, aynı sofrada oturan, aralarında beş altı yaş farkı olan bir kadının nefretiydi. Gülistan bir külkedisi gibiydi ablasının yanında. Arkasından geçerken orta sessizlikte hakaret içerikli söylemler diriliverdi dudaklarında ablanın. Mümkünü çok acıydı. Keyifle yaptığı yemek cehennemde zakkum içmiş gibi yansıdı. Gülistanüzgün,kırgın, belirsiz ve tanımsız duyguları arasında düşüncelere zihnini kaparken kapının ardında bir insan sıfatında, canavar görünümlü abla Gülistan’a doğru öfkeli, gözü kör, kulakları sağır bir vaziyette Gülistan’ın saçından tutmuştu. Neye uğradığına şaşıran Gülistan savunmaktan başka hiçbir çaresi olmayan bir zavallı görünümündeydi. Bir süre çekişmeli devam eden bu olağanüstü ve bir o kadar sıradan olayı bitirmek için Gülistan harekete geçmişti. Ablasının yüzüne bir tokat atarak onu bedeninden uzaklaştırmıştı.

Gülistan gücünün son damlasıyla yeter deyişleri bütün dünyayı ağlatacak kadar yeterli bir bağırıştı. Bunu derken ne yetti Gülistan’ın hayatında veya yetersizlik mi bunu bu hale getirdi. Bağırışlar yankılanırken bağrında, ablanın elinde saç yumağı dolanmış, iğrenerek yere atmıştı. Gülistan kafasında hissettiği bu ağrı derinin altından çıkan, sinir hücrelerine zarar verecek tellerin terk edişiydi. Gülistan onu kendi haline bıraktı, neden diye sormadı. Vereceği cevabı da merak etmiyordu. Öfkeli ve mazlum bakışıyla son bakış olacakmış gibi oradan uzaklaştı. Çünkü gözyaşını saklamak istemişti. Gözlerinin kızarıklığı, bir ateş levhasının getireceği gerçeği görünmesin diye gitmişti. En yakını olduğu uzak diyarların süsü olan yıldızlardan güç bekliyordu. Saatlerce yıldızlara bakarak ağlamıştı. Oysa yıldızlar Gülistan’ın nazarında dost ve sırdaşlardı. Ve onlara hep gülerdi, en içten gülüşlerinin şahididir yıldızlar Gülistan’ın. Dostuna kötü duygular aksettirmek onun için günah sayılırdı. Şimdi ise yüreğini parçalayacak şekilde hıçkırık düğümleri gökyüzünü yarıyordu. Gökyüzünün süsleri sönmüş ve bedenlerini kendilerinden ayırmış gibiydi. Hüzün kokuyordu şehir ve kâinat gözlerinin önünde. Gülistan'ın aklında binlerce kelime zinciri geçmişti fakat yazacak mecali olmadığı gibi en renkli kalemle karalanmış cümleler yazsa bile kuyuların dibinde yaşayan bir güvercin kanadı gibi kırık olacaktı çünkü izi asla silinmez bir yaraydı yaşadığı. Sessizce bacaklarına kenetlenmiş, yıldızlarla konuşuyordu. Düşünceleri arasında geçen onca kelimenin içinde ağzından çıkan yalnızca “neden" olmuştu. Yıldızlar sessiz, gökyüzü tedirgin, karanlıklar daha karanlıktı. Gözyaşları, yaralanmış elinin üstüne düşünce elinde yanmış bir acı belirdi. Yüreği yaralı birine bu fazla değil miydi?

Yüreği birçok yerden acı çekiyordu. Düşmanı bile yaşamasın bu yürek halini...Bunların ardından evdekiler korkmuş, Gülistan’ ı göremeyince başına bir şeylerin gelmesinden endişe edip aramaya koyulmuşlardı. Başına kötü bir şey geldiği doğruydu zaten! Üstelik başından çekilen saçların kökü ağrıyor, ağladıkça ağrısı daha da şiddetleniyordu. Başına baş ağrısı geçmişti!

Ağrı devam ederken omzunda bir el hissetmişti.  Gülistan’ın küçük kardeşiydi. Omzu düşük ve yük ile doluydu. Üzerine koyunca hafiflik gelmiş gibi hissetti Gülistan. Gözyaşlarının aynı anda aktığını hissetmişlerdi ikisi de. Burunlarını çekerken sessizliğin sesini bastırmaya çalıştıkları fedakâr bir yardımlaşmaydı. O daha üzülmesin diye Beristan’ın yaptığı, Gülistan’ın ise gizlediği çaresizliği ve dayanağı belki de...Sarılmak istedi kolu kalkmadı “Ah sen yürek her şeyi senden bilmek ne büyük bir cahillikti.” diye yüreğine teşekkür ediyordu adeta. Yıldızlardan şifa bekliyor gibi gökyüzüne son kere bakıp oradan gitti. Merdivenlerin basamaklarından inişi Gülistan’ı yaşanan olayayakınlaştırıyordu. Önünden geçmek aynı şeyleri yaşamak gibiydi. Tıpkı ölen kimsenin mezarına gidince her seferinde onun yokluğunu, kendinin de kimsesizliğini hatırlamak kadar zor ve geçitsizdi. Bir yanı kadere diz çökmüş hareketsiz bir anıt misali.Karanlık yerden aydınlık yere doğru yol alırken asıl karanlığın ışığın yandığı yerde olduğunu anladı.Son kez camın aralığından yıldızlara bakarak ve elini ruhen onlara uzatarak başını eğdi.

“Ey gökyüzünün süsleri geçmişe geçmiş olsun ne olur, şifasını da Allah’tan istiyorum. Geçmiş geçti şifasını bir türlü vermedi.” diyerek ağrıyan başını yastığa koydu...

HUZURUN YERİ

AYŞE ÇETİNTAŞ

Bugün içimde depreşen anılar

kör etti gönlümün gözünü

saçımın telinden kalbimin tenhasına

Azrail’den daha çok can alır oldu

parça parça aldı beni benden

Hiç bilmediğin bir yerdeyim

bütün uzuvlarım gayya kuyusunda,

ya sen neredesin

Çin sahilleri gibi yosun bağladı yüreğim

bu yerdeki ölüyü dirilten bakışın

geliyor aklıma aklım gidiyor öteye

bir ben kalıyor etten kemikten bir ben

huzurumsun dediğin yerdeyim

huzurdan bihaber

Yamacımda kalmaya

bin türlü bahane aradığın yerdeyim

avutmuyor hiçbir dere suyu sol yanımı

ve bu sokaklarda anılar

üstündeyürünen kanar kalbimdir

Yalnızlığıma susuyorum

biraz da ölüme benzeyen yalnızlığıma

söyle yârim sen neredesin.

SESSİZCE

ARZU ALPDEĞER

Sessizce git! daha sessiz..

hayır duyuyorum, biraz daha sessiz..

ayakların yere basmadan

bedenindeki kor taşmadan

gölgen değmeden pervazıma

ruhun soluklanmadan git

Geceye matem karışmadan

saymadan konyakları

bardakları kırmadan git

ne dudağın tebessümünde yaşadım

ne de dilindeki yalan sözlerde

sana inat!

Gidişine de katlandım

şimdi nefes almadan git

duymasın mahkum uzuvlarım..

kirpiklerimin ucu yanmasın..

dolan ölüm meleğinin boynuna

arşa ağırlık etmeden git…

Düştüğün toprak bedenini

ellerime saklasın, inadına!

geceye, deliliğe, hasrete git…

TÜRKÜLER

EFDAL PETEK

Aşığın gönlünden rahmet misali

Yağar da aleme coşar türküler

Dolaşır her köyü ilçeyi ili

Dillerden dillere düşer türküler

Kimisi sevdayı aşkı anlatır

Kimisi Mevlayı Hakkı anlatır

Kimisi mazlumu halkı anlatır

Türlü halden hale koşar türküler

Dede korkutlardan, Hatayi'lere

Pir Sultan Abdal'dan, Mahzuni'lere

Aşık Veysel'lerden, Daimi'lere

Asırlar boyunca yaşar türküler

Kimi dertli olur yürekler yakar

Kimi asi olur isyana çıkar

Bahar seli gibi çağlayıp akar

Yıkar da bentlerden taşar türküler

Ne güzel bir kültür ne güzel sanat

Bir yürek içine sığmış kainat

Bazen fırkat olur bazen de vuslat

Yol eder dağlardan aşar türküler

Efdal'ım, türküler ruhun gıdası

Asırlar geçse de geçmez modası

Sanki seher vakti bülbül sedası

Bir başka ruhumu okşar türküler.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme