HESAPSIZ
MUSTAFA GÜNEŞ
Yoktur hesabım dünyada verilecek asla kimseye
Sadece Yaradan’a yalvarır yürürüm
Düşman değilim yaratılmış ırklara, düşünceye
Sadece Yaradan’a teslim olup yürürüm
Ayrımcılıkta yoktur hayatımda renkler, fikirler
Ders verir dünyada tüm eşyadaki zikirler
Belki silinir kararmış kalplerde ki tüm kirler
Sadece Yaradan’dan affı diler yürürüm
Kavgada, ayrımcılıkta yokum, uzak dururum
Sadece gönülleri buluşturur, yoktur gururum
Kavgada sesler yükselince çekilmektir huyum
Sadece Yaradan’a sığınır yürürüm
Kalemim uzak boş ve ayrımcı her sözcüğe
Yaksa bile, uzak değilim asla hiçbir gerçeğe
Küfürler binler olsa benzetirim sıradan müziğe
Hakikat için Yaradan’a sığınır yürürüm.
GRİNİN EN MASUM HALİSİN
EBRU BEYİŞ
Gökyüzünde ateşten bir darağacı
kuşlar bile ağzını açıp su dilenirken
çölün ortasında küçük, siyahkarartı
bir çocuk, orada bir başına
yalnızlığın heykelini yontuyor
Ağlıyor, debeleniyor, pes etmiyor
yaklaşan buluta bakarken
gözlerinin buğusuyla
canhıraşça yakalamak isterken
sesler karışıyor sessizliğin uğultusuna
Gökteki bulutlar ondan kaçıyor gibi
çekilip giden bulutlar, darda kalan sabi
umut pınarları gönülde tükenmede
çaresizce sebeplerisukut ettirdi
Lakin yüreğinin biriktirdiği gözyaşları
gecenin karanlığıyla ay şavkında
sel olup arşıalaya kadar fışkırdı
kirpiklerini yummadan
görmelisin o kıvılcımı
Siyahı beyazı bilmem ama
vicdanı ile kalbi arasında kavgada
bu çağda grinin en masum halisin
YAZMAK
BAVER ÖZABAY
Yazmak elimde kalem kâğıt
birkaç eskimiş hatıra
aşktan ırak hüzünle dolu
yollarım uzun vaktim kısa
Garantisi yok ilerinin
geçmiş ise kesin
ama çok muğlak
biraz bulanık aklımda
gönlümde taptaze
sinemde ateş vardı zamanında
çehrem gülerdi
her ne kadar yalan olsa da
Şuan dürüst bir hüzün var
neden bilmiyorum
biraz cahil kalmak daha iyi sanırım
bilmek fayda vermez
sadece emin bir hüzün vardır
efendim.
CENNET’TEN BİR DAMLA
NURAN AKÇAP DEMİRHAN
Ganispi’den çıktık yola
şelalenin akan suyunda
çatak'ın ralli yolundan
alabalık için verdik mola
cennet’ten bir damla düşmüş
Müküs Çayı’na
Müküs’ün bağları,
kışın kapanır yolları,
yol boyu ceviz ağaçları,
cennet’ten bir damla düşmüş
Müküs Çayı’na
Bulak başına vardık
halay, düğün dernek gördük
yol boyuncaya
ceviz ağaçlarına hayran kaldık
cennet’ten bir damla düşmüş
Müküs Çayı’na
Ne sıcak kanlıdır insanı,
gül yüzü ile karşılar insanı
siz bakmayın yağan karına,
hoş sohbettir insanı,
cennet’ten bir damla düşmüş
Müküs Çayı’na.
ÜVEY
SAMLE ÇAĞLA
sen var git ...
benim kalbim çok hasarlı bir bina
sen ki eflatun sevinçlerini şiir yapan hayta çocuk
benim kuşkonmaz ömrüm talan
yazıcılar böyle yazmış neyleyim
ne sümbül boylu babam var artık
ne gül kokulu anam...
Bu aşk bana fazla gelir sevgilim
gel beni dinle
hiç kimse sevmez beni uzun boylu
hiç kimse katlanamaz insan yanıma
ben bilmem öyle alengirli hesaplar
evler arabalar zengin kocalar filan
benim kalbim serseridir senin gibi
gün bulur gün tüketirim bir lokma ekmeği
sevinçleri kuytularda saklarım ama
lavantalı bohçalara sararım
babam gelir Sivas ellerinden yayan yapıldak
kızım der ağız dolusu ağlayarak
nazlı narinim...
ah neden sen hep böyle
sahte güneşlerin peşinde bir ayçiçeğisin
ve neden örselemeden gitmez her dost dediğin...
Sen var git...
benim kalbim çok hasarlı bir bina
dokunsan yıkılacak duvar
dokunsan gözlerimde bin pınar
çağlayacak
duydun mu heyyy
sizler öz çocukları tanrının
ben Havva’dan beri üvey...
MEHMETÇİK
SÜMEYYE TACİR
Çekildi tetik vurdu düşman Mehmetçiği
baba ocağına ateşler düştü
kalpleri sızlattı
nice çocuklar yetim kaldı
nice anaların yüreği yandı
bir değil bin değil
çok şehit verdi bu memleket
Mehmet Akif Ersoy çıkageldi
korkma diyerek başladı söze
yazdı milli marşımızı
getirdi bir milleti bir araya
başlandı okunmaya
okurken yürekleri yaktı kelimeler
şehitlerimizin kanı yerde kaldı sandı düşman
Al bayrağımız göklere çıkınca
yenilgi kapladı vücutlarını
al bayrağımız dalgalandıkça
milli marşımız okundukça
şehitlerimizin kanı yerde kalmaz
bu memlekette.
ÇALIYOR KULAĞIMDA GRAMOFON
BARIŞ ALTINTAŞ
Çalıyor ,kulağımda gramofon.Şarkılar yağmurlu havalarda ciğerlerime batar benim.
Neşeti hiç sorma o bıçak zaten "hep sen mi ağladın bende gülemedim yalan dünyada" tam kalbimi deldi bu darbe, bana bir ameliyat lazım annecim.
Betonu oldum olası hiç sevmem çünkü beton "ölümdür yaşanan yalnız başına, aşk iki kişiliktir" şiirinden hiç anlamaz ,birde senin üşüdüğünü bilme beton...Beton üşümez ama ben üşürüm yaşayarak.Üşüyoruz...
"Haberin var mı Demirkapı, kör testere, taşduvar, duymaz mısın ey gökyüzü sesimizi, bu uğursuz akşamın yok mu sabahı" diyen şiir ,hani yetiş artık yağmur can alıyor bizden, ekmek evlat, su sevgiliyi götürdü.Soğuk...
Çatlamış duvarlar sürerim dudaklarıma, dudaklarımı en çok sevgili sever birde toprak.
Toprağı geç ama sevgili öptü mü utangaç kızarmış bir yüzle ansızın ,bana gece gün olur, ışık en çok beni tanır o zaman...Karanlık şimdi ,ne dudak ne sevgili ne utanmak sadece toprak.Karanlık.
Güneş yıkar cesetlerimi sabaha karşı her solukta. Solumak sanırdım yaşamayı lakin bu derin bir kederin çocuk cıvıltılarına eklenmesi değil mi ? Keder ...
"Ülkem yıkıldı heyhat, ordugâhımda yandı ve devamında yandık sen ve ben." diyen şaire şimdi kendimi ekliyorum.Ey şair ,ey kül olan ve kul olan yandık ben ve biz. Yandık.
Ellerimle deşiyorum kara günü, geriye aydınlıktan bir fotoğraf kaldı güne hüzünlü...Toprak gözyaşlarımla ekin verir mi dersin, yetişir mi buğday, açar mı bir gül, öter mi bir bülbül, döner mi bahar yeniden?Gözyaşlarım susuzluğunu giderir mi bir kelebeğin, çırpınır mı bir koza bir kanat için yeniden?Gözyaşlarımız.
Kaç iklim yaşamak öldü içimizde bilmiyorum.Ben tandırdan sıcak bir ekmek, cenaze namazında yeni bir tekbir gibi inanıyorum hayata.Biliyorum kül ve kul olmak eylemi hepsi içkindir insana...Bundandır ümit beslerim koynumda, bahar düşlerim her yolda ve sokakta çocuklar bana doğru koşar yeniden ceplerimde şeker...Şeker
Biliyorum,yanmak, gözyaşı ve keder soğutur içimizin ılıklığını lakin yeniden yanar ateş, yeniden döner gün, yeniden ışık ekmekle bulur ağzımızı kalbimizden aşağı inerek ...Ekmek.
İşte umut, işte yeni enkazdan çıkan bir bebeğin imparatorluğu yıkılmayacak bir devlet gözleri asla...Bebeklerimiz...
Bir çadırın kenarında bilim karalarım toprağa, toprakdemişken hem ne demiş kıymetli olan " benim sadık yârim kara topraktır." diye. Tam toprak demişken gözlerime bir vatan ilişir ilmek ilmek bir askerin göğsünde, bir anne hamur yoğurur, bir kadın zeytin taşır, bir genç elbise ve ayakkabı koyar torbaya vatan olmak için.Tam işte burada göğsümde bir vatan uyanır milyonlarcası aynı hüzün ile uyanan, aynı baharı düşleyen ayrı ayrı ben ve hepsi bir olan...İşte vatan tünel olup can kurtaran yiğitlerin elleri vatan, düşleri bir olan milyonlar vatan, aynı ekmeği aynı ayakkabıyı bölüşmek vatan, beraber üşümek ve beraber ağlamak vatan, aç kalmak beraber, tok olmak beraber vatan, et ve tırnak vatan...İşte bu aziz millet vatan...Yeniden daha güçlü doğacağız.
Allah depremde ölenlerimize rahmet, kalanlarımıza sabır versin, vatanımızı selamette eylesin.
GELECEKTİNYA, ÇOCUK
SÜREYYA GÜRER KAYA
Bak yine bahar geldi çocuk
nergis,yâsemen papatyalarla öründü
ağaçlar yemyeşil, pembe beyaz çiçeğe büründü
sengelecektin ya, çocuk
Kırlarda koşup oynayacak
bahara kucak açıp, coşkun sularla çağlayıp
yağmurda ıslanacaktınız ya, çocuk
Kelebek kovalayacak
lâle, sümbül, menekşe toplayacak
her çimende oynayacak
kahkahalarla gülüp koşacaktınız ya, çocuk
Kuş sesiyle şarkılar, su değirmeninde çarklar
başının üzerinde dönerken kuşlar
yemyeşil tepeleri aşacaktınız ya, çocuk
Badem çiçeklerine bir göz süzüş
yağmurda ıslanmış, çağlasından yemiş
meyveler toplayacaktınız ya çocuk
Ümitlerle yaşayıp, umutlarla coşup
gökkuşağını takıp, buluta çıkacaktınız
kelebek kovalarken, zaman yarına akarken
düşleri hayra yorup büyüyecektiniz ya, çocuk
Çiğdemler toplayıp başına taç
Ayşe, Fatma, Melike, Aytaç
erguvan bahçelerinde saklambaç
koşup oynayacaktınız ya, çocuk
Nilüfer dökülür yaza, serin sudaki hazza
köz kondurmaz avaza
goncalar derecektiniz ya çocuk.
Ne hayaller ne ümitler, bırakmadı dünyayı büyükler
cömertçe davranırken yedi veren çiçekler
meyvesi elma kokusu öldürmeden el verenler
savaşa dur diyecektiniz ya çocuk..
Uçmasın hiç bir böcek, açmasın dalda çiçek
savaşlarda ölecekse hep börtü böcek
gün de doğmasın güneşte,
sen gelmeyeceksen çocuk!!!
UMUT
ZEYNEP YARIMBATMAN
Umut öldürür mü insanı
yoksa yaşamak denen çileyi
yaşanır kılan mıdır umut
belki fakirin sofrada ekmeği
yahut bülbülü güle virane eden
zehir
Kim bilir Eyüp’ün sabrı
İbrahim’i oğlunu adamaya hazır
eden inancı
Bilal’i eziyete dirayetli kılandır
belki de
İnançtan sonra gelendir umut
sevmeyi bilmeyen gönülde
filizlenir mi yediverenler
ey umut çölden mi göçtün sen
suyun kudreti çorak topraklara
vurur sanırsın
Oysa bu zalimler diyarında bir
yabancının adıdır umut
yarayı kabuk bağlatan
körün karanlığına güneş olan
ceylanı kırlara korkusuzca salan
bir sahil kenarında göz yaşları
denize karışırken
onları mehtabın ışıltısıyla
kurutan
Şimdi söylesenize bana
umut, umut. umut….
hiç umut yok mu
umut insanda…
NE ZAMAN GELİR BANA ÖLÜM TRENİ
SERHAT YILDIZ
Saniyelerle hesaplıyorum kalan vaktimi
acaba ne zaman uğrayacak
bana ölüm treni?
gitmeden son bir kez bırakıyorum size
sözlerimin en ağırını
HOŞÇA KAL'ın...
Annem, babam
herkesten sakındığım hayali eşim
renklerle süslediğim bisikletim
yüreğimin acılı dizeleri şiirlerim
ellerimin telaşında kırılan
kalemlerim
utanmadan gittiğim komşularım
kuruş eksiğimde canın sağ olsun diyen
bakkal amca
eskiyen ömrümü tazelediğim
sabahçı kahveleri
yorulmanın es geçtiği
geleceğimizin çılgın nesli
hoşça kalın mahallemin akıllı delileri
gidenin özlemiyle oldum bende
sizden biri
Ne zaman gelir gitme vakti bilmem
işliyor kalbime yaşlılık
ellerim sıcakta eriyen buz tanesi
saçlarımda ölümün beyaz gölgesi
acılarımın en şahit'kar sahibi gözlerim
zaman en güzel yıllarımın şahidi
gündüzleri uyuyan
geceleri uyanık mezarlık sakinleri
gelmekte sahipsiz' leşen bedevi
Ey toprak seni kirli sanır
yaşayan insan bedeni
vakit geçince biter insanın değeri
ölümüme kaç dakika kaldı
kordun'suz saatim
Ben hep gidenlere öldüm
hicret sayarım gidişini
gurbetler olur bende zulüm
en güzel ebedi evim mezarlık
timsah gözyaşıyla
başıma toplanan kuru kalabalık
Herkes sussun
benle sessizce konuşmakta
ölüm...
MASA
METİN ÖZDOĞAN
Kırık dökük bir masada
bazen yanan bir gaz lambası
yarım mum, buruşuk kağıtlarda
yazdığım şiir denilen şeyler
bulduğum yarım kurşun kalem ile
bir bacağı yabancı olan
ince inşaat demiri ile ayakta
durmaya çalışan kırık dökük masada
yanında arada bir miyavlayan
benimle birlikte hayatını bitiren
bazen aç bazen tok sokaklarda
hani şair denilen şiir yazmaya çalışan
Şiirlerin arasında dolaşan
işte o şair diye geçinen
şiir yazmaya bir masası
bir defteri kalemi olmayan
hayatı boşa geçen
gece karası ismiyle
hayatını benim gibi
boşa harcayan biri ile
boş bir hayat yaşayan
okuyunca sanki anlıyor gibi
miyavlayan gece karası kedim
ben şair denilen kuytu köşelerde
unutulmuş öksüz ve yetim
şiirlerin yazarıyım ben
şair denilen zatım.
Emeği geçenleri yürekten kutluyorum Tüm şair arkadaşlar ımı canı gönülden kutluyorum başarının devamını dilerim