YAŞIYORMUŞ GİBİ
GAZEL YİĞİT
Unutulmuşların üzgün ruhları içinde
geziniyor ezgilerimiz
kulak verirsek ağlamayı öğreneceğiz.
kapı eşiklerinde gezineceğiz
yıkık duvarların dibinde...
Kendimize yakışmayan bağrışmalara katlanacağız
kendimizin olmayan dertleri seveceğiz.
bileklerimiz kanayacak, zincirlerimizi çözeceğiz,
yaramıza merhem sürüp tekrar
kendimizi zincirleyeceğiz
Bunca hengamede ruhumuzu özleyeceğiz
ve bulmaya korktuğumuz o anılara gideceğiz
karıştıracağızdoğmuş, doğmamış tüm duyguları,
başkalarının ayak izinden yayılan kokuları...
ve hiç bir şey yapamayacaksak da
yaşıyormuş gibi güleceğiz.
GELSİN
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Ak düştü saçıma elemden yana
Bitmeyen hesabı vermeye gelsin
Akan göz yaşımı çevirdi kana
Yüzüme gömleği sürmeye gelsin
Mecnuna benzedim vardım çöllere
Anlatıp durdum da onu güllere
Anlayan olmadı düştüm dillere
Şu müflis halimi görmeye gelsin
Çevirdi zehire tatlı aşımı
Un ufak eyledi sabır taşımı
Yerle yeksan etti eğdi başımı
Karşımda gururla durmaya gelsin
Yokluğu hasretle belimi büktü
Aldığım her nefes bağrıma yüktü
Kederi katlandı içime çöktü
İdamda boynumu vurmaya gelsin
Aradım yıllarca izi yok olmuş
Dilimde feryadlar baktım çok olmuş
Özlemi sinemi vuran ok olmuş
Garip mezarımı sarmaya gelsin
GÖNÜL TAHTI
ZEYNEP SÜMER
Sevdan olsun hesabım her celsede sorulsun
Gözlerin müebbettir son nefeste durulsun
Mukadderat değil mi kesin olan son; ölüm
Benim boynum yaftamla yüz bin kere vurulsun
Gel ki artık şenlensin tarumar olan hanem
Taç olsun ikimize gönül tahtı kurulsun
Yollarıma revan ol biraz murat alayım
Dertlerim,kederlerim eşiğinde dürülsün
Soldu servi ağacı bilmiyorum kastı ne
İstiyor ki sevenler aşk nârına sürülsün
Derdin nurdan bir serap başım gözüm üstüne
Sana amade yürek aşkın ile yorulsun
Lime lime etsinler her uzvum,her parçamı
Değmesinler kalbime içindeki görülsün
Gel hasreti vuslata bağlayalım sımsıkı
Yüzümdeki zülüfler ellerinle örülsün
Kim usanmış sevmekten ben nasıl usanayım
Sımsıcacık bak bana ruhum gönlüm dirilsin.
BU GÜN
MERAL ERBAĞA
Bugün öyle bir rüzgar esiyordu ki
yalnızlık çökmüştü limanın kayalarına
suskundu martılar, geceye bürünmüştü okyanus
hüzün yağıyor bulutların göz damlacıkları
sahil yitirilmişti sesini, soluğunu
sabaha doğmaya küsmüştü güneş
Sahil teslim olmuştu azgın dalgalara sanki
çünkü yoktun, ey yar, ey gönlümün efendisi
umutlarım ağlıyordu, sevincim yas tutuyordu
ağlayan bir çocuğun gözlerindeki o umudunu
yitirmiş kaybetme korkusu yaşıyordu
Süzülen damlalarda,vedalar uğurluyordu
beni ebedi mutsuzluklar ülkesin,
hoşça kallar miras gibi gönlüme mühürlenmişti
bir sanat eseri gibi çizik atmıştı derinliklerinde
takvimler ad koymuş yasak özgürlüklerime
kelimeler yetmedi, kifayetsizdi seni anlatmaya
İsyan eden kalemimin ucundaki mahkum
beraatsizdi keşkelerim isyanlarım, pişmanlıklar
bazı şeyleri korkusunu ağır basmıştı kalbime
ağlıyordu bugün sanki, bütün sokaklar caddeler
kızgın kumsalında sensizlik demir atar gönlüme,
zaman durmuş gibi ağlıyor kabul olmayan dualar
ÇAĞIN BAĞIMLILIĞI
ESMA GÜLAÇAR
Teknoloji çağı...
Yaşadığımız çağa yoğun bir biçimde yön vererek damgasını vurmuş olan teknoloji, bir çağa adını verecek kadar hayatımız da büyük bir yer kaplamış durumda.
Hep daha iyiye daha ileriye yönelik yeni icatlarla bizi şaşırtmaya devam eden belki de yakın zamanda çağımızı "uzay çağına" dönüştürecek olan teknolojik gelişmelerin hayatımıza kattığı artılar kadar hayatımıza yansıyan eksilerini de görmek hatta irdeleyip analiz etmek gerekir ki zararı faydasından çok olana karşı bir set çekilebilsin.Teknolojinin hiç uğramadığı veya bilinçli olarak alınmadığı, ilkel bir yaşam tarzıyla, dünyadan kopuk yaşayan kavimlerin günümüzdeki varlığı, teknolojiden uzak kalmak ile iç içe olma arasındaki iyi kötü tüm farkları görebilme olanağınıza sunmuş oluyor.
Teknolojik gelişmelere paralel olarak yaşantımızın doğallığını hızla kaybedişinin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerini görmezden gelmek mümkün değil.
Alternatif tıbbın bugün kullanılan sentetik ilaçlara rağmen önemli bir ihtiyaç olarak görülmesi, hiçbir katkı maddesi barındırmayan doğal ürünlerin bulunmaz Hint kumaşı misali değerli hale gelmesi, doğallığa olan ihtiyacın ve özlemin bir göstergesidir.Teknolojik gelişmelere sadece biyolojik sağlığımız açısından değil, diğer bireylerle sürekli bir iletişim halinde olan bir birey olarak sosyal etkileri açısından da bakmak gerekir. Evet kabul ediyoruz iletişim hiç olmadığı kadar kolay oldu. Ama telefon, tablet bilgisayar gibi iletişim araçlarının insan iradesinin emrine amade kılınması; çocuk, ergen gibi iradesini kontrollü bir biçimde kullanamayan gruplar için bir bağımlılık etkeni olmuş durumda. Bağımlı olup olmadığınızı anlamak için Young'un önerdiği tanı ölçütleri şu şekildedir: (Young, 1999)
1. İnternetle aşırı zihinsel uğraş (sürekli olarak interneti düşünme, internette yapılan aktivitelerin hayalini kurma, internette yapılması planlanan bir sonraki etkinliği düşünme vs.)
2. İstenen keyfi almak için daha fazla internet kullanma isteği
3. İnternet kullanımını kontrol etme, azaltma ya da tamamen bırakmaya yönelik girişimlerin başarısız olması. İnternet kullanımını azaltmak için denenen her girişimin başarısız olması.
4. İnternet kullanımının azaltılması veya sonlanması sonucunda huzursuzluk, çökkünlük veya kızgınlık duygularını hissetme. İnternet kullanımını azaltınca ondan ayrı kalmanın verdiği çökkünlük hissinin yaşanması.
5. Başlangıçta plana süreden daha uzun süre bilgisayar başında vakit geçirme. Örneğin, yarım saat internet başında kalacağım denilerek oturulur ve iki buçuk saat geçirilir.
6. İnterneti çok fazla kullanma sonucunda aile, okul, iş ve arkadaş çevresiyle sorunlar yaşama, eğitim ve kariyerle ilgili fırsatları tehlikeye atma veya kaybetme. İnternet başında çok fazla vakit geçirince ödevler yapılamaz, evdeki veya işteki sorumluluklar yerine getirilemez.
Teknolojik aletlere bağımlı olmak ise; böbrek rahatsızlıkları, görme sorunları, duruş ve iskelet bozuklukları, radyasyon alımı, hareket kısıtlılığının getirdiği kas ve eklem problemleri, obezite riski, uyku kalitesinde bozulmalar ve uykuya dalış sorunları gibi fizyolojik rahatsızlıkların yanı sıra, özellikle de çocuklarda asosyalleşme, içe kapanıklık donuk, tepkisiz yüz ifadesi,toplumsal yaşamdan kaçma, bu aletleri kullanması anne ve babası tarafından engellendiğinde aşırı tepkiler verme, davranışlarında hoşgörüsüzlük, empati yapamama, olaylar karşısında çözüm üretememe, zamanla agresif kişilik yapısına sahip olma gibiruhsal problemlerde oluşmaktadır. Bu grup çocuklarda depresyon, otizm, dikkat eksikliği ve bipolar bozukluk daha fazla görülebiliyor.
Ancak belki de hepsinden de önemli olan sorun, bir neslin karakterinin, bakış açısının hızlı bir biçimde ve olumsuz yönde şekilleniyor olmasıdır.Buda gerçek hayatımıza bir alternatif olarak şekillenen kendi dünyamızı yaratırken enaniyeti besleme potansiyeli de taşıyan bir sanal alem ile gerçekleşmektedir.Kitlelere daha rahat ulaşabilme, küçük dünyasında herkese popüler olma seçeneğini sunan sosyal medya kanallarının oluşturduğu sanal alemde oluşan bir sanal kültürün etkisiyle insanlar, özellikle de genç kesim gerçek hayatlarının, gerçek kimliklerinin dışında kendi ideallerindeki bir benliği oluşturma çabası içine girme, imrenilen bir hayatı sergileme çabası içine girmektedir.Bir akımın peşinden giden milyonlar kıymetli zamanlarını, durmadan her anını, o mutlu sahte mutlulukları sergileyen fotoğraflarını paylaştığı, onun enaniyetini besleyen, gerçek dünyasında değil sanal dünyasında var olan ve hiçbir zaman da gerçek hayatında yeterince var olmayacak olan o kaybetmek istemediği yüzlerce takipçilerine harcayıp duruyor.
Kendi kimliklerini bulma çabası içindeki genç nesil, sanal alemleri tatil, parti, eğlence, sorumsuz ve haz odaklı yaşam tarzı ile gelen, sadakatsizlik kokan ve tekrarı bir oyun gibi basit gelen boşanma ve tekrar tekrar evlenme den ibaret olan parçalanmış aile hayatları ve övünç kaynağıymış gibi sergiledikleri yarı çıplak bedenlerinden, oluşan görsellerle dolu olan oyuncu, ve şarkıcıları rol model alıp onlara benzemeye çalışıyorlar. Ne büyük bir ahmaklık öyle değil mi?Özendikleri ve benzemeye çalıştıkları hayatlar için gerekli olan tek şey çağın fitnesi ve putu olan PARA.. Geriye sahip oldukları hiçbir şeyhakiki manada değerlerini ölçecek düzeyde değil. Fenomen olmanın, tanınmanın yüzlerce takipçi ile pohpohlanmanın, ünlü olmanın hatta köşeyi dönerek kısa yoldan para kazanmanın (ne kadar doğru bir yol o da tartışılır ya) bir yolu olarak görülüyor nasılsa genç nesil tarafından. Zengin, modern, sürekli mutlu (!), hunharca para harcayan, (üstelik bir kahveye 15 lira verecek kadar zekice(?) ) bir algı oluşturan görsellerden oluşan paylaşımlarını ve neredeyse her anını, onu hep merakla takip ettiğini sandığı takipçilerinin istifadesine sunan tabi bu arada kölesi haline geldiği takipçilerinin beğenilerinden(egosunun tatmin edilişinden) mahrum kalmamak için yapacağı paylaşımlarının güncel ve ilgi çekici kılma adına hayatını belli kalıplara sokan, kılıktan kılığa giren, herkes(özelliklede rol model aldıkları ünlüler) yaptı diye dil çıkaran, katatonik şizofreni hastalarının da sık sık yaptığı öpücük pozlarını vermekten geri kalmayan aptal bir nesil var karşımızda.
Sosyal medya bağımlılığınıbireyin beğenilme, takdir edilme iç güdüsü ve bazen de sevgi saygı gibi ihtiyaçlarını buradan giderme eğilimi besliyor olabilir.Ancak sadece bunlara takılıp kalmamak lazım. Bireylerin kendilerini kitlelere kanıtlama ihtiyacının yanı sıra yaşam tarzlarının onları özellikle de çocukları evde sınırlı sayıda aktiviteye mahkûm edişi sonucu o yüksek enerjilerini deşarj edecek bir uğraş arayışı içinde olmaları, kitlelerin yaptıklarını yapmaya yönelerek dışlanmaktan kurtulma düşüncesi gibi durumlarda göz ardı edilmemelidir. İstifade edeceğimiz şey her ne olursa olsun. Kontrolü sağlayamadığımızda biz kullandığımız nesnenin, nesnenin bizi yönlendirici etkisine bağlı olarak bağımlısı haline gelebilir ve nesneyi kullanan değil nesne tarafından bir nevi kullanılan" haline geliriz.Bir anlamda bizim için araç olan şeyleri amaç hâline dönüştürdüğümüzde onun kölesi hâline gelişimiz gibi, belli bir düşünce, akım, algı ve bakış açısını kitlelere hem kolay hem de etkili biçimde yaymak ve benimsetmek için de yaygın olarak kullanılan sanal alemde seyahat ederken zeminin kaygan olabileceği düşünülerek adımlar dikkatlice atılmalıdır.
Takip ederek sürekli maruz kaldığımız görsellerin empoze ettiği düşünce ve yaşam tarzına, bilinçaltı mesajlarına, normalleştirdiklerine ve en önemlisi de bizim bakış açımızın zamanla ne yönde şekillendiğine dikkat etmemiz gerekir. O alemin iyi ve kötü her türlü zihniyeti barındırabildiği unutulmamalıdır. Hayatımıza aldığımız her insanın bize bir şeyler katabileceği gibi bizden bir şeyleri eksiltebileceğini düşünerek sanal dünyanıza alarak takip ettiğiniz insanlara, onların verdikleri mesajlara dikkat edin. Yakın tanıklığını yaptığınız hayatınızda yaptığınız gibi.
ELİNDE MEŞALE
EMİNE GÜLDEN GÜZEL
Tüm hayırlarda güzel işlerde
hep gidersin en önde öğretmenim
seni sığdırmışlar yalnız bir güne
oysa sen her gün özelsin öğretmenim
Işığın aydınlatır tüm çağları
güneş gibi gönlüme doğdun öğretmenim
çaresizlik elimizden sen tuttum
yol gösterdin rehber oldun
adeta kanatsız bir meleksin oldun
özü güzel sözü güzel öğretmenim
Seni sığdıramam asla bir sayfaya
adına bir kitap yazsam azdır sana
duayla emanet ediyorum Allah’a
benim güzel öğretmenim.
İYİ İNSAN OLMAYA YAKIN SOLUKLAR
AYŞEGÜL ORAL
Ölüm benim kağıdım
kâğıt olmazsa ölmeyi düşünürüm,
kalem benim yaşamım
kalemim yoksa yaşamayı unuturum
İlim benim şuanım
ilim varsa sinede kağıt, kaleme de gerek
boş duvara kazarım gönlümün kelamını
özgürlüğü hisseder, resmederim onu
tırnaklarımla kazıya kazıya taşlara
Bir sanatçının özgürlüğünü almak
onu diri diri gömmektir eceli gelmeden
belki yüzünü unutursun ebedi
belki varlığını, ziyanı yok
mühim olan size iyi gelmesi değil midir
intihar etmeden bıçağı elinden alması
bir kahramanlık değil midir
yaşamak ona bir borç değil midir
Sanatçı için okurlarının kahramanı olmak
gelecek için büyük bir iyilik değil midir
sanatçının kaleme ihtiyacı var mıdır
ilim elinde varken,
gerek var mıdır başkalarının geleceğini
yaptığı kalenin tek tek tuğlalarını çalmaya
Sanatçı o kalenin içine çiçekler dikmeli
içini döşemeli, en iyisiyle vermeli sahibine
Sanatçı yazmasaydı ne bir kalen olurdu
nede kaleni gösterişli yapan bir sebep
sanatçı yazmasaydı sana ve sizlere
parlak geleceklere büyük borcu olurdu.
YARAMDA KALMA YANIMDA KAL
YAPRAK TÜRKELİ
Kötü günleri geride bırakıyorum. Sende o günlerin emanetisin, bu yüzden senide o günlere teslim ediyorum.
Simsiyah bir gecedeki yalvarışlarımda bitti artık. Sağlam olmayan gelişin, gidişi de başkaymış. Ben bir yaş daha ömrümden eksiltiyorum. Farkına vardığın gün sende bu yaşta olacaksın. Yanında ben olmadan yolları yürüyeceksin, sonra ardına baktığında olmadığımı göreceksin.
İşte! O an yokluğumun rüzgârı esecek. İçini derince hüzün kapladığında; sesim yankılanacak kulaklarında, olmadığım yerlerde bana dair şeyler göreceksin. Bana ulaşabilmeyi ilk kez isteyeceksin. Şimdilerde görmezden geldiğin, üzdüğün ne varsa iyi bak! Her yaşında onları arayacaksın. Kaybetmekten korkmayı bıraktığım gün kaybedecek bir şeyim olmadığını gördüm ve buna sende dâhilsin. Kaybedenler kulübünden gururla, iç çekerek ayrılıyorum.
Onca yıl elbette güzel şeylerde oldu ama bilirsin güzel şeylerin ömrü kelebeğin hayatı gibidir. Gönlümün buketlerini sana sunsam "susuz bırakırsın" o kadar büyük bir gidişin kollarına bırakıyorum kendimi. Kahvemi yudumlarken şunu fark ettim. Ne yaparsan yap, yıpranan hep sen oluyorsun. “İstese ömrümü veririm."gibi lafları sevmeyen ben, kalbimi sökmeye hazırdım.
Şimdi yağmur yağarken ellerim cebimde yavaşça yürüyorum, yasemin kokusu etrafı öyle bir sarmış ki gözlerimi kapatıp birkaç saniyeliğine acımı unutuyorum. Önüme çıkan gökkuşağını görünce siyaha üzülüyorum. O da benim gibi dışlanmış, iyi günlerde yer edinememiş, kötü günlerin dostu olmuş.
Uzun lafın kısası sıra sende azizim! Şimdi varken bilmediğin değerimi, yokken istediğin kadar ara. Yaramda kalma yanımda kal demiştim. Şimdi ikisini de istemiyorum.
YILLAR GEÇİYOR
ZEYNEP ZENGİN
Yıllar geçiyor,
mevsimler, aylar
günler, haftalar, saatler…
Hepside bir varmış
bir yokmuş
bir seversin
bin ayrılık
Bu hep böyle olacak
hep bir şeyler
gelip geçecek, bitecek
Kimse bilmeyecekama
kimden kimin bittiğini,
kimin kim için gittiğini
Herkesten biri gidecek
kimse bilmeyecek
kimseyi..
darmadağın
bozulduk…
YARALI SERÇE
EBRU TAŞDEMİR
Sessizliğimi sesiyle bozan da kim şimdi? Uzaklardan gelmiş besbelli, bir yaralı serçe, penceremin önünde. Yerleştirdim hemen sol yanıma. Derman olsun istedim ruhum. Kim yolladı bu serçeyi bana ayağa kalksın. Gözlerini kaçırdı biri. Koştum ardından. Yetiştim:
-Sana emanet. Ben de yaşayamaz artık o. Sol yanım karanlık ve kış mevsimi. Tipi çıktı zor kurtardım da sana getirdim. Korkar serçem siyahın sonsuz karanlığından, kışın sonsuz beyazlığından.
-Gidemezsin. Daha serçeme uçmayı öğretmedin, birgün karşılaşırsak söz ver bana. Uçmanın ne denli güzel olduğunu anlatacaksın ona. Kanatlarına güvenerek sessizce doğaya karşı uçsun, korkusuzca... Hadi serçem korkusuzca uç ve gökyüzüne benden selam söyle, yarın o kervana gönlümdeki tüm serçeleri azat edeceğimi müjdele.
Ey insanlar Gökyüzüne bakın, serçelerin şöleni var bugün. Geldim işte söz verdiğim gibi. Sol yanından çıkar ver avuçlarıma. Uçuralım birlikte. Avuçlarımın içinde can verdi çamur serçem. Serçem öldü, umudum öldü. Dizlerim de derman kalmadı.
Ey insanlar yeryüzüne bakın, serçeler tek tek yeryüzüne iniyor. Minik canlarına veda ediyor her biri. Can çekişleri ruhumu yaralıyor. Ben miyim bu hikayedeki zalim? Kafir topluluğa ebabil kuşlarıyla taş yağdıran Allah, her cansız serçeyle ruhuma birer taş gibi değdiriyor.
Serçemi sol yanında sakladığın gibi beni saklayabilir misin mabedinde? Koruyabilir misin kutsallarınla beraber?