RÜBAİLER-6
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Ne faydasını gördük?
Sait Özer'e
Medhiyye yazdık, ne faydasını gördük?
Mersiyye yazdık, ne faydasını gördük?
Mesnevî, Gazel, Rubâî, Kasîde,
Fahriyye yazdık, ne faydasını gördük?
*
Yahyalı Kapuzbaşı Şelâleleri
Yaylalardan geçerek ona rûhunu taşı
Çağlayanlar beldesi, tarihler kadar yaşı
Âşığını bekliyor sanırsın asırlardır
Toroslar'da saklanmış bir Leylâ, Kapuzbaşı...
*
Evim
Üç odalı evimin söyleyin neresi dar?
İnsana evi gibi dünyâda cennet mi var?
Önümdeki mezardan daha küçük değil ya,
Helâl kazançla aldım, anamın sütü kadar...
*
Gördük
Ahmet Sezgin'e
Karanlıkta nur topu beyazlar gördük
Yeri, göğü titreten niyazlar gördük
Ümit kesme Rabbinden, yeis haramdır
Kar altında gizlenmiş ilkyazlar gördük...
KURBAN OLURUM
SULTAN NURTEN ERGİN
Güzelim sevdanı başıma sardın
Ceylan gözlerine kurban olurum
Beni benliğimden nasıl çıkardın
Ceylan gözlerine kurban olurum
Dar zamanda çıkıp geldin önüme
Seher yeli esip dönsen yönüme
Güzel gülüşünle bakmam dünüme
Gamzeli yanağa kurban olurum
Sevdalı bakışım gönlüne aksın
Aşkımın ateşi kalbine çaksın
Seherin yelinde tenini yaksın
Aldığın nefese kurban olurum
Aşkınla olurken gönüllü eşim
Kollarım sararken doğar güneşim
Sönmez sana olan sevda ateşim
Eline koluna kurban olurum.
UYANIN
MEVLÜT EŞGÜNOĞLU
Bir yangın var uyanın görün şu felaketi
Tik tokları yayınca çağ atladık öyle mi
Ekranlara çıkıp da her türlü rezaleti
Utanmadan sayınca çağ atladık öyle mi
Uymuşuz zamanenin moda denen devine
Büyük derbe vurmuşuz insanlık görevine
Yalnızlığa terk edip varıp huzurevine
Büyükleri koyunca çağ atladık öyle mi
Tepki göstermek için kırıp yıkarız insaf
Bir şey olmamış gibi sonra da isteriz af
Kızım ile oğulumun kıyafeti bir tuhaf
Moda deyip soyununca çağ atladık öyle mi
Duyuyorum gencimin Türkçesi bir acayip
Saç sakal bıyık dersen kesilmiş ilginç tip tip
Sorunca susturuyor geri kafalı deyip
Biz çağdaşız deyince çağ atladık öyle mi
Müzikmiş gençler için çalıyorlar rak, rep, rok
Sesleri işitince beynime saplanır ok
Ne duygu ne zarafet ne nezaket gördüm yok
Bangırtıyı duyunca çağ atladık öyle mi
Çok yazık kıyıyorlar bu yaşta canlarına
Satanların kalmasın yaptığı yanlarına
Türlü uyuşturucu zerk edip kanlarına
Gençlerimi bayınca çağ atladık öyle mi
Sağlıklı genç bir kuşak yetişecekse eğer
Sarhoş eden her şeyi engellemeye değer
Kullanmazsan çağ dışı oluyormuşuz meğer
Alkol ile doyunca çağ atladık öyle mi
Eşgünoğlu haykırma gelirsin sonra göze
Halimiz ortadadır gerek yok fazla söze
Rızık Hak'tandır ama vermiş irade bize
Haram helal yiyince çağ atladık öyle mi
Not : Kıymetli eğitimci şaire Döndü Şinel hanımın " Çağ Atladık " şiirine nazire olarak yazılmıştır
YİNE
AYŞEGÜL AYAZ
Yine bir kadın öldü sokak ortasında
cansız bedeni kaldırımlarda,
kanlara bulandı umutları
geleceğe dair hayalleri
Bir kadın öldü işte
ismi Azize, Ayşe, Fatma her neyse,
simsiyah saçları döküldü beyaz tenine,
şimdi kar yağabilirdi gonca gülün üstüne
Bir kadın öldü ölümü sesiz, çığlıksız
namusum temizlendi adı altında celladı
başı dik gezebilirdi şimdi sokaklarda
Bir gül daha koparıldı dalında
bir güneş daha battı sabaha uyanmadan,
karanlığa gömülüp bir kadın daha öldü
suçu ne sorulmadan ölüm fermanı verildi
sevdiği tarafından.
GRİ RENGİN OLMADIĞI ŞEHİR: KUDÜS
ABDULHEKİM ÇİFTÇİ
Doğrusu söze nasıl başlanılır, gönüldeki duygu nasıl tarif edilir, bu konuda kelimeler nasıl dizilir bilmiyorum. Bir şehir düşünün ki insanlar bırakın haftayı gününü kurtarmanın peşinde. Şehir adeta üstü açık büyük bir ceza evi. Oraya ayak basar basmaz siyonist işgalin baskıcı tutum ve davranışları kendini hissettiriyor. İnsana olan kin ve nefreti bakışlarında görebiliyorsunuz. Çürütülmüş argümanlarla zorla aldığı toprakları yine zorbalıkla idare ediyor.
Çok sıkı ve üst düzey önlemler almış ve her şeyi didik didik ediyorlar. Peki işini iyi yapıyor mu? Yapıyor. E nede olsa Babillerden( ıraklılar) ve perslerden 2000 yıl boyunca ders aldılar. O yüzden böyle fırıldak ve ‘’zekiler’’. Orada yaşayan ve o toprağın asıl sahipleri olan Filistinliler o kadar mazlum ve mahzun ki bizi görünce bir yetimin annesini görmesi gibi seviniyorlar. Acaba bunlar bizi kurtaracaklar mı bize el uzatacaklar mı diye içlerinden geçirdiklerini hissediyor insan. Bakıyorsun dünyanın bir ucuna, kimi canını veriyor bu uğurda kimi teolojik- politik tartışmalara giriyor kimi ise itikadi tartışmalarla kendini heba ediyor hem de oturduğu yerden sıcacık kaloriferinin başında kahvesini yudumlarken.
Derler ki II. Mehmet İstanbul’u alırken Hristiyan dünyasının kanaat önderleri meleklerin cinsiyeti erkek mi yoksa kadın mı diye tartışmaya dalmışlardı. Sultan Fatih de bu fırsatı değerlendirerek İstanbul’u kuşatır ve alır. Aha işte bizimki de tamda buna benziyor. Dünyanın dört bir yanında mazlumlarımız zulüm altındayken, bizimkiler sakız orucu bozar mı, tavuktan kurban olur mu, Mursi’nin itikadı sağlam mı diye birbirini yiyiyor. Sonrada biz neden perişanız diye nara atıyorlar. Ne diyor kadim kitap: ‘’ Bir kavim kendini düzeltmedikçe Allah onu düzeltmez’’. Evet dünyanın merkezi Bilad-ı Şam, onun merkezi Filistin, Filistin’in Mescid-i Aksa, Aksa’nın Muallak taşı; göğe en yakın yer. Gökte yapılıp yeryüzüne indirilen yer. Peki nasıl kurtulacak burası? Klişe olmasın ama ilimle. Yahudiler güçlü olabilir ama diri olmak, orayı boş bırakmamak, hiç olmazsa gönülden bağ kurmak bir nebze de olsa işe yarar. Elimizde kalan tek varlığımız 144 dönümlük Aksa’mız. Artık teolojik ve politik tartışmaları bırakıp Yahudilerin yerine Süleyman mabedini yapmak istedikleri ve küçük bir sarsıntıda yıkılacak mescidimize sahip çıkmamız lazım. Yahudiler burada her taşın hikayesini yazmış olabilirler ama Müslüman bilincin diri tutulması ve yaşanması için sorumluluğumuzu yerine getirmemiz gerek. Ama öyle sloganik şekilde kahrolsun İsrail pankartı açmakla değil. Bizzat giderek, görerek ve sahip çıkarak.
Aslında işin başka bir tarafı da var. Siyonist yahudilerin temelsiz iddiaları. Nedir bu iddialar? Diyorlar ki bu topraklar bize Eski Ahit’te vadedilen topraklar. Burası atalarımızın yaşadığı yer ve biz dünyadaki bütün Yahudileri burada toplayacağız. Filistin toprakları bizim hakkımız. Peygamberlerimizin kabirleri burada ve burası dinimizin merkezi. Süleyman mabedi burada, özellikle Kudüs ile El Halil bizim. Fakat tarihi hakikatler pek te bu iddiaları doğrulamıyor. Çünkü MÖ 19. Yy’da Hz İbrahim henüz Filistin topraklarına gelmeden önce burada Ken’aniler ve Yebusiler yaşıyordu. Arap yarımadasından 4500 yıl önce Filistin topraklarına gelen bu iki kabile, buraya yerleşen ilk insan topluluklarıdır. Daha sonra Hz Davud MÖ 12. Yy’da burayı almış ve akabinde Hz Süleyman burada geniş sınırlara ulaşan bir devlet kurmuştur. Yani eğer burada hak iddia edilecekse bu Yahudilerin değil, buraya ilk yerleşen ve philistine diye anılan Filistinli insanlarındır. Hz Davud’un krallığından 1500 yıl önce bunlar burayı imar etmişlerdir. Daha sonra Asurlular, Persler, Grekler ve Romalılar bu topraklara uzun yıllar hükmetmiş, Yahudilerin 1800 yıl boyunca (M.135 ten 20. Yüzyıla kadar) bu topraklarla bağı kesilmiştir. Dolayısıyla günümüz Yahudilerin İsrail oğulları ile bir akrabalık bağları kalmamış, hatta çoğunun soyu da Hazar yahudilerine (Aşkenaz) dayanmaktadır. İlla bir hak iddia edeceklerse buyursunlar Rusya’nın güneyi onların işgal toprakları olabilir.
Bu toprakların asıl sahibi Filistinli Müslümanlardır. Çünkü Müslümanlar burayı Yahudilerden değil Romalılardan almış, M. 636 dan 1948’e kadar 1200 yıl boyunca (88 yıllık haçlı işgali hariç) bu topraklarla adeta mezc olmuştur. Fakat günümüzde Filistin’in demografik yapısı bir hayli karmaşık. Örneğin Kudüs’ün 800 000 olan nüfusunun %65’i Yahudi, %33,5’i Müslüman, %1.5’i Hristiyan; Yafa’nın nüfusu ise 500 000 yahudi, 25.000’i Müslüman. Müslümanların hiçbir idari ve siyasi yetkileri yok. Şehirden şehire giriş ve çıkış yok. Tam bir Auschwitz kampı. El Halil, Kudüs ve Yafa şehirleri Yahudilerin, Batı Şeria Yahudi işbirlikçisi Mahmud Abbas’ın önderliğinde El Fetih’in, Gazze ise İslami cihat örgütü Hamas’ın elinde. Gri renk yok orda ya siyahsın ya beyaz. Dişlerini sıka sıka yürüyorsun sokaklarda. Nefret bakışlarını yara yara. Bir Selahaddin gerek bize. Sağ elimizin hünerini unutturmayacak, oraya gidene hacılık taşlatmayacak, bizzat Kudüslü yapacak bir Selahaddin…
BÖYLE
EMİNE GÜLDEN GÜZEL
Bir öylesin, bir böyle
Derdin nedir durma söyle
Gam yüklü bu yüreğe
Kastın mı var acep senin
Bir güldürür, bir ağlatırsın
Gönlümü ataşlara yandırırsın
Söyle aklım zay etmeye
Kastın mı var acep senin
Gülden’i hor görme yar
Bu dünyanın ahireti de var
Sen de seviyorsun, bu aşikar
Gözüm yaşın sel etmeye
Kastın mı var acep senin.
BİR GÜN
GİZEM BODUR
Bir gün Balıkesir'in Gömeç ilçesinin Kavaklar köyünde oturan Emre öğretmen Bursa'nın uzak bir köyüne atanmıştır. Görev yerine gidip öğrencileriyle bir an evvel birlikte olmanın heyecanıyla köye giden Emre öğretmen, oradaki köylülerle hemen anlaşmış, onların dertlerini dinlemeye başlamıştır ki bir olay çok ilgisini çekmiştir.
Köyün yukarısındaki Göğerbeli arazisinde siyanürle altın arayan bir şirket yüklü miktarda bir rezerv bulmuştur ve köylülerle anlaşma yoluna giderek bunu çıkarmaya çalışılmıştır.Köylülerde bu şirkete yardım etmek için işe girmeye çalışmışlardır. Bu dertler içinde yine çok ilgisini çeken bir şey daha olmuştur.Belki bu sizin için basit bir şey ama Emre için anılarının canlanmasının sebebidir. Çoban Servet Mahmut Ağa'nın kızına âşık olmuştur fakat Mahmut Ağa kızını bir çobana vermek istememektedir. Bunun üstüne Emre, Mahmut Ağa'yla konuşmak için yola koyulmuş.
Eve varmış, kapıyı tıklamış ve içeri girmiştir. Mahmut Ağa'ya çok dil dökmüş fakat Mahmut Ağa onu dinlememiş bile bunun üzerine Emre, Servet'e şöyle bir akıl vermiş: Eğer Leyla'yı kaçırırsan Mahmut Ağa sana vermek zorunda kalır.
Çoban Servet, evim yok, kaçırsam nereye gideceğiz, deyince Emre de benim evime gelirsiniz, diye cevap vermiş. Bu durum üzerine Servet Leyla'yı kaçırmış ve Emre'nin evine götürmüş, kızının kaçırıldığını gören Mahmut Ağa Emre'nin evine götürüldüğünü öğrenmiş ve tüfeğini alıp hemen oraya gitmiş. Evin önünde bağırmaya başlamış. Emre dışarı çıkarak, onlar birbirini seviyor, gel sende razı ol bu işe demiş.Mahmut Ağa kabul etmemiş, Emre çabalarının ardından sonunda ikna olmuş ve Servet'le Mahmut'u evlendirmeye karar vermiş. Böylece sevdalılar muratlarına ermişler.
HADİ GEL
İSMET BOZKURT (DİLSİZ KALEM)
Gönlümdeki hicranın yaşayan son neferi
Kanatlanıp göklerde uçuluyor hadi gel
Erteleme sulh için çıktığın bu seferi
Bir nefeslik zaman yok göçülüyor hadi gel
Sen artık çıkamazsın kalbime mühür vurdum
Bir Ceylandın dağlarda yoluna tuzak kurdum
Arıyorken meçhulde karşında dildâr durdum
Aşk iksiri bu gece içiliyor hadi gel
Dualarda göz yaşı gönüllerde paktık biz
Gökyüzünü kaplayan yıldız kadar çoktuk biz
Tufandan çıkıp gelen bir vardık, bir yoktuk biz
Kör maziden el ele kaçılıyor hadi gel
Gözlerin medeniyet bakışın Kâbe yolu
İlkbaharda yeşeren öz yurdum Anadolu
Çıkardım geçmişimden hazan vuran her yılı
Badireler dört mevsim seçiliyor hadi gel
Sevmek miydi zor olan ne usandım ne yıldım
Düşmem ömür boyunca gül dalına takıldım
Zulüm etsen de artık cevrini mübah kıldım
Vuslat denen köprüden geçiliyor hadi gel
Kader deyip geçemem feleğe darılırım
Pes etmem yetti artık sevdama sarılırım
Günahımsa bu benim yanarak kavrulurum
Mutluluğa son perde açılıyor hadi gel.
ÖZLEMİM
NECDET TEKE
Çocukluğumu özlediğim kadar
bazen çığlığımsın duyulmayan
bazen kocaman sessizliğimsin
bilmezsinsessiz haykırışlarımı
Gecenin karanlığındayım
sana adamışım bakışlarımı
ay ışığında gömülen hayallerim
çocukluğumda saklı
Sevdan yürektekanar durur
hırçın sevdana düşmüş
tarifsiz bir çığ gibiyim
bilinmez gafletin içindeyim...
Çocukluğumda
uzak olduğum kadar
senden uzağım...
içimde çocukluğum
hayallerimde senin varoluşun
yakıyor beni...
Özlüyorum seniişte
çocukluğumu özlediğim gibi...
GURBETE SİTEM
OSMAN ERDAL
Gurbet yolun çiledir, karanlıktır her köşen
Gidenlerin sırtına çok ağır yük vurursun
Yoklukların içinde kucağına her düşen
Yolcuyu rüzgar gibi meçhule savurursun
Gözyaşıdır pınarın suyun yok içilecek!
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
Kiminin ocağına kor olup düşüverdin!
Kiminin her gününü çevirdin asırlara
Sızlattın yürekleri yarayı deşiverdin
Bir deva bulunmadı kök salan nasırlara
Bir gram huzurun yok kantarda ölçülecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
Yıllar yılı çalışır bir ekmek parasına
Yaban elde ezilir erken çöker gurbetçi
Vatanıyla ne hakla girersin arasına
İçini mektuplara bir bir döker gurbetçi
Bırakmadın sen ona başka yol seçilecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
Şu yokluk olmasaydı tanışmazdık seninle
Kara kaşın için mi ayrıldık bu vatandan
Bizi her dem ağlattın birazcık da sen inle
Dost mu olurmuş böyle aşa zehir katandan
İster sağ ister ölü illa ki göçülecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
Gidenin döner diye yollarına bakıldı
Zalimlerin başına sen önderdin ey gurbet!
Boynuna hasret denen yağlı urgan takıldı
Vuslatı musallaya sen gönderdin ey gurbet!
Her tarafı dikenli yolun var geçilecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
Memleket hasretiyle tutuşuyorken özler
Ne verdiğin ızdırap ne de sızın geçiyor
Yüreklerde bıraktın kalıcı derin izler
Öyle bir darbe ki bu vurduğun yer göçüyor
Şimdi sana ne desem sözlerim seçilecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek
Ey gurbet bırak artık garibin yakasını
Ey gurbet selam bile vermeden geç sıladan
Ey gurbet yiğit kalbin bozdun fiyakasını
Ey gurbet gidip kaybol bu dönek fasıladan
Gözyaşıdır pınarın suyun yok içilecek
Buz tutan bedenine kefenin biçilecek!
GÖNÜL
SERHAT YILDIZ
Ne gelen var ne giden gönül
öldü mü yoksa sevenler sevilenler
ne diye kurudu bu bahçeler
Yoksa yağmurda mı terk eyledi
hani güneş gelince gülerdi ya bahar,
o zaman nedir bendeki korku
yüzümde beliren ifadesiz
o hüzünlü ifadeler
Elim karıncalı, ayağım titrek
yoksa kapımda mı bekler
ıstırabı bol acısı ağır
Yoksa;yaşlanan bedenime
bir haber mi var,
tutsan tutulmaz görsen görülmez
vakitsiz, sessiz sedasız
gelir oysa insana
can dostu ölümler...