Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


DOKTOR

ALPER ALPEREN

Sılam benden çok ıraktır

Yol uzun, yorar mı doktor

Susuzdur gönlüm çoraktır

Gözyaşım yarar mı doktor

Sevenim yoktur, yalnızım

Her gün artar ağrım sızım

Ben inlerim, ağlar sazım

Yarama zarar mı doktor

Sevenlerim çekip gitti

Hasretlik bu cana yetti

Ömrüm gurbete elde bitti

Arayıp sorar mı doktor

Gözüm ırmak, bağrım göldür

Hayatım dikenli yoldur

Varacağım kızgın çöldür

Dönüp de arar mı doktor

Boynum bükük, benzim soldu

Tüm umutlarım kayboldu

Saçlarıma kumlar doldu

Paklayıp tarar mı doktor

Alperen’im bağrım yanar

Dokunduğum sular donar

Yaram derin, içim kanar

Merhemin sarar mı doktor

SABAH GÜNEŞİ

TÜLAY TOK

Sabahına güneş olup

Sol yanında sevdan olup

Nefesinde hayat bulup

Koşup sana geleceğim...

Engellere çelme takıp

Yokuşları bir bir aşıp

Çiçeklerden aşk kuşanıp

Koşup sana geleceğim...

Şiirlerde mısra olup

Şarkılarda beste olup

Dudağında güfte olup

Koşup sana geleceğim...

PUSUYA DÜŞTÜM

İMDAT FAAL

Kavurdu yokluğu külüne minnet

Onun yüreğinde pusuya düştüm

Bir bilene sordum diyor ki sabret

Sabır deryasıyla pusuya düştüm

Kaç bahardır bilmem saymadım gitti

Yokluğuyla canı tende eritti

Dehlizlere atıp beni çürüttü

Göz çukurlarında pusuya düştüm

Sesim duyulmadı feryadım boşa

Kendini beğenmiş doğuştan paşa

Kula kulluk olmaz bilirim haşa

Farkında olmadan pusuya düştüm

Avucuma yazdım duygularımı

Kimseler anlamaz kaygılarımı

Yare bildirmişim saygılarımı

Kusura bakmasın pusuya düştüm

Bir kaç kelam yetmez arzu halime

Beraatimi versen artık elime

Adın yasak olsun ahraz dilime

Seni sayıklarken pusuya düştüm.

HUZUR DA ÇABA GEREKTİRİR

ESMA GÜLAÇAR

Birşeylerin değişeceğine inanmak hayatta kalmanın en iyi yoludur

demişler

İnanmak umut etmek bize güç verir. Ama bazen, bazı şeyleri değiştiremeyeceğimizi, onları olduğu gibi kabullenmemiz gerektiğini bilmek değiştiremediklerimizle  başetmemiz için en iyi yol olabilir.

Çünkü bizim etki alanımız son derece sınırlı olup  pek çok şey bizim kontrolümüz dışında işliyor. Bizim birşeyleri değiştirebilmedeki başarımız, bizim çabamız ve azmimize bağlı iken bazı şeyleri de  değiştirecek güce sahip değiliz. Ve biz  gücümüzü aşan hiçbir şey den sorumlu değilken değiştiremediklerimiz için kendimizi yıpratmak yerine neden bu durumla başetmeyi kolaylaştıracak alternatiflere yönelmeyelim ki?

Tabi burda bizi kıskacına almış olan sıkıntılara boyun eğmeyi asla kastetmiyorum. Hayatta mücadele ettiğimiz sürece birşeyleri elde edebilir, pekçok şeyi

değiştirebiliriz. Fiili duamızla kavli duamıza anlam katmış oluruz.

Peki olumlu yönde değişimi sağlamak çok kadar zor mu?

Bunun standart bir cevabının olmadığı fikrindeyim çünkü birşeyleri veya birilerini olumlu yönde değiştirecek kişilerin sahip oldukları bilgi, beceri, azim, sabır ve tevekkül anlayışına göre bu farklılık arz eder.

Güçlü, ümitvar, sabırlı, özverili,  fedakâr ve  bilinçli adımlarla ilerleyen  kişilerin bu konuda daha başarılı olacakları kesin.

Meselâ bir insanı değiştirmek tahmin edebileceğiniz gibi hiç de kolay değil çocukluktan itibaren yerleşmiş, kişi ile özdeşleşmiş olan kişiliğini değiştirmek zor.

Zor ama neysekiimkansız değil.  

Sevgisiz büyümüş bu yüzden de sevgiyi hayatına entegre edemediği için hapsolduğu  karamsar dünyasından çıkamayan ve çevresindekileri de kendi  hapsine çekerek onlara eziyet eden insanları erdemli insanlar haline getirmekten çok daha kolay olan bir yol varsa oda öncelikle dünyaya bakan penceresinin yönünü değiştirmek, ona sevginin dilini öğretebilmek olmalı.  O insanların hayatları boyunca görmedikleri ama  arayıp durdukları sevgiyi onlara  vererek.

 Bir kişisel gelişim uzmanından, bir aile danışmanından  çok daha donanımlı olan bir hocamız katıldığım "mutlu evlilik ve aile okulu" seminerlerinde  bunun mümkün olabileceğini söylemişti.  Bizler; bir toplumu yetiştiren biz kadınlar aslında mutluluğu da mutsuzluğu da bir aile hayatında oluşturabilecek donanımda yaratılmışız.

Böyle iken bilinçsiz, bilgisiz ve cahil oluşun ne büyük bir kayıp olduğunu tahmin edebiliyorsunuzdur.

Allahın vermiş olduğu muazzam yeteneklerle donatılmış olan bir beyni kendi akılsızlığı yolunda tüketen,  hile, kurnazlık, yalan, ikiyüzlülük gibi gayr-ı meşru yollardan hedeflerine ulaşarak mutlu olabileceğini sanan, ama aile hayatında  önce güven ve saygıyı sonrada sevgiyi yok ederek kendi mutsuzluğunu inşa  eden, yaşamları kurnazca planlar ve entrikalar üzerine kurulu olan bu kendini akıllı sanan akılsızları düşünüyorum.

Düşünüyor, gözlemliyorum kendi çevremi.

Ve bu insanlardan koca bir yığın olduğuna, bu yığınında  kendilerinin aynısı yığınları yetiştirdiğine üzülerek şahit oluyorum.

Bizi ayakta tutan değerlerin bilincinde olarak yetişen  bilinçli bir kadın gelekte bilinçli bir anne, bilinçli bir eş,  bilinçli bir gelin, bilinçli bir kayınvalide ve toplumda  daha bir çok rolü üstlenecek olan bir şahsiyet olacak.

Allah'ın, bir toplumu oluşturan iki ayrı cins, iki ayrı dünya olan kadın ve erkeğin üstleneceği role göre fıtratına yerleştirdiği kabiliyet ve eğilimlere bakarak, onun(cc) muazzam eseri olan insanı her yönüyle tanıyıp analiz ettikten sonra,

onun (cc) rahmet, hikmet, celal, vedud ve daha pek çok isminin tecelisini görüpte hamdetmemek mümkün değil.

Ama ne yazıkki çoğunluk fıtratını ters düz ediyor. Kadın erkekleşiyor, erkek kadınlaşıyor sonra da fıtri dengeleri alt üst etmenin bedelini koca bir toplum çok ağır bir biçimde ödüyor.

Bir kadın bozulunca  bir aile bozuluyor, bir aile bozulunca zamanla bir toplum bozuluyor

Hasan el Benna'nın dediği gibi "Ümmetin  yarısını kadınlar oluşturur diğer yarısını da kadınlar  yetiştirir".

Kadınların toplumda ne kadar önemli bir rol üstlendiklerini anlamak artık  o kadar da zor olmamalı. En basitinden bir eve girdiğiniz an o evin yansıttığı atmosferden o evin hanımının yansıttığı pek çok şeyi  görebilirsiniz.  Dört duvardan ibaret soğuk ve donuk bir evi sevgisi ve şefkatiyle sıcak bir yuva  yapan  kadındır.

Bir evin kapısından girdiğiniz an misafirperverliği ile sizi kucaklayarak istendiğinizi hissettiren de, rahat ettiren de kadındır.

Bencilliği ve açgözlülüğüyle orda istenmediğiniz size en iyi hissettiren de  yine o evin

atmosferine  şahsiyetiyle sirayet etmiş olan kadındır.

Huzurlu mutlu  bir aile  hayatı için  eşlerin her ikisininde sorumluluklarının bilincinde hareket etmeleri gerekmekle birlikte bir ailenin iç işleri bakanı,  çocuklarının ilk öğretmeni hükmünde olan kadının etki alanı çok daha geniş olduğu için kadının her anlamda  eğitilmesi, kendisini geliştirmesi bir aile saadetinin  olmazsa olmaz bir şartıdır.

Bunalımlı  bireylerle dolu hasta bir toplumu incelerken  etiyolojide en büyük pay  kadınlara düşüyor.

Tedavisi içinse

Kadınların aile hayatındaki rol ve sorumluluklarına yönelik verilen eğitimlerin sayısı ve kalitesine,  çağımızın kadınları erkekleştiren, ona has özelliklerini kaybettiren yaşam tarzına,  çağımızın önemli birer putları olan para, makam, şöhret ve enaniyetin nasıl yaşatıldığına, dünyevileşmenin bir neticesi olarak rekabet ve hırsın; ilim, liyakat, hakkaniyet gibi ne çok şeyi ezip geçtiğine, kız çocuklarının ahlaki değerlerden, yaşamın zorluklarından uzak kıymet bilmez narsistler olarak yetiştirilmesine  bakıp  bunları  sorgulamamız,

bu hasta toplumu iyileştirmemiz için atacağımız  önemli adımlar olarak görülmelidir. 

Birileri hekimlik görevini üstlenip  adım atmadıkça bu hastalığın  kronikleşmesi, bir salgın gibi yayılması kaçınılmaz olacaktır.

Bozulan düzeni yeniden inşa etmek için harekete geçmeyi hep başkalarından beklemek hep kenara çekilip sorumluluklarımızdan kaçmak gidişatı değiştirmeyecektir. Değişime  önce kendimizden başlayarak kulluğumuzun önemli bir vazifesi olan iyiliği emretmek, teşvik etmek; kötülükten de sakındırma  ve onu durdurma yönünde çaba göstererek bir şeyleri 

değiştirebilecek cesareti göstermemiz gerekiyor.

Bunun için enerji sarfetmekten kaçınarak bir kenara çekildiğimizde   daha kötü neticelerle boğuşarak çok daha fazla yorulacağımızı bilmeliyiz. Bizler, yaşamımızın her alanında bir şeyleri elde etmek için çabalayabiliyorsak, hep birarada olacağımız değerli insanlardan oluşan aile hayatımızda da huzuru yaşatmak için  çaba gösterebilmeliyiz. 

Zihnimizde bu inanç, yüreklerimizde asıl gaye olan Allah rızasıyla ilerleyerek huzuru inşa edebileceğimizi görebiliriz.

Yeterki isteyelim.

Ve bir yerlerden başlayalım artık!

Olumlu yönde değişelim ve değiştirmek için çabalayalım.

SEN YOKKEN

KENAN GEZİCİ

Sen yokken ölüm çığlığı evim

anlamı yok akşamüstünün

sabahımın

gurbete düşmüş

sürgünüm

saatler koşarken yelkovanın peşinde

hüzünlenirim

geçti günüm cenazesiyle

bu gün sensizdim

en sevdiğin filmi izlerken

hatırlarken ılık gülüşünü

gözyaşlarımı durduramıyorum

biliyor musun

uzun uzun yürüyüşlerimizi

özledim

nasıl sevinirdik aklına getir

ayrılık bir ok gibi gülüm

yüreğime astığım resminle

avunurum

kaşıdıkça kanayan acı

anlamsızca ettiğim

boş sözlerim

şimdi yoksun yanımda

özlemim

seni her anımda

özlerim.

MÜCELLA

SİBEL KARAGÖZ

Tıkır tıkır bir sabahı işliyor

kara bir zetina makinesinde

ne umutlar, ne düşler

mavi menekşe, bir demet çiçek,

umudu düşler

Mücella dedi, bir ses, bir soluk,

kapı tıkırtısında, pencere pervazında

kimin kimsesi, bilen yok

kapı eşiğinde, bir papatya

bir umut torbası, bir bulut kümesi

Mücella, heyecanı boğazında

eli ağzında, eski kapıyı

sürgüsünden kurtardı

sonuna kadar açtı, gönlünün açkısını

bir tanır, bir tanımaz, bir kucaklaşma,

nasıl olur, sahi nasıl?

Sorular sorulara,

yitik cevaplar gökyüzünün

eksik parçalarını tamamlıyordu,

Mücella’ydı işte bir hayal kumkuması

yine el vermişti nakşın rengi ruhsarına

göğün bitip tükenmek bilmeyen mavisine,

Mücella’ydı işte mavi gözlü bir dev…

ÜZÜLÜRSÜN..

SAİM KAYA

Her olur olmaza, sırrını açma

Demedik söz yayar, dilin üzülür

Cahille muhabbet, zatende saçma

Çömelir omzuna, dalın üzülür.

Verdiğin selâmı, selâmmı diye

Ne bilsin tatlı dil, kelâmmı diye

Kıymeti bilinmez, güzel hediye

Had bilmeze verme, malın üzülür...

Görmediğin karlı, dağın ardını,

Bilmeden gezersen, namert yurdunu

Boş boğaza açma, gönül derdini

Onurun incinir, hâlin üzülür...

Ar edepten yoksun, bir dil ise o

Hayasıza hami, kefil ise o

Merhabaya değmez, bir el ise o

Tutma sakın ola, elin üzülür...

Sakın namahremin, düşme eline

Ulu orta söyler, dolar diline

Tavana boy yetmez, basar beline

Saksıda zambağın, gülün üzülür

Bu dünya vefasız, bir şey bekleme

Kabirde kıymetsiz, akçe saklama

Kardan bina yapıp, imar ekleme

Erir toprak yutar, gölün üzülür

Tabedeceksen, et uluları,

Yoksa çeker seni, nefsin yuları

Kokmuş derelerde, lağım suları

Köpürür akarsa, selin üzülür...

Saim gönül alan, bir dil olasın

Allah'a adanmış, bir kul olasın

İlâhi vuslatta, bir yol olasın

Mâazallah yoksa, yolun üzülür...

Kara kovan balı, mumsuz mumdandır

Anlayanlar bilir, ne uyumdandır

Yanlış, yalancının bir huyundandır

Anlamayan yerse, balın üzülür....

KÜÇÜK ALIŞKANLIKLAR BÜYÜK GERÇEKLER     

LEYLA ÇİÇEK

Fikirlerimiz atacağımız her bir adımın söyleyeceğimiz her bir sözün doğruluğunu ve yolunu belirler, bizler fikir ile görür ve duyarız, her şeyden faydalanan her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten fikirdir geri kalan her şey kör sağır ve cansızdır fikirler arasında doğru yolu bulmak olacak iş değildir.

Doğru dürüst adım atıp yürümesini bilmeyen bir insanla gerçeği aramaya çıkmanın bir anlamı yoktur, aradığımız şeyi bırakıp onu nasıl bir yoldan arayacağımızı düşünürsek, konuya bir o kadar daha yaklaşmış oluruz, fikirlerimiz ile neye varılabilir? Biri doğuya gider biri batıya kimi konudan uzaklara gider, kimi konunun üstüne çıkar kimi bir kelimeye bir benzetmeye takılır, kimi söylenene kulak bile vermeden, bir şeyi tutturur ve yalnız kendi söylediklerini dinler, hiç bir fikri de kabul etmez; kimse zevkini yitirmemek için kuşkulandığı gerçeğin kendine söylenmesini istemez. Kana kana su içme zevkini yitirmemek için hekiminin kendisini sıtmadan kurtarmasını istemeyen hasta gibi, hoşumuza giden şeyler her zaman besleyici ya da sağlığa yararlı olmaz.

Bu zevk ne karın doyuruyor ne de sağlık getiriyor, ruh ne kadar yumuşak olur ne kadar az karşı koyarsa ona bir şeyi mühürletmekte o kadar kolay olacaktır. Bir de ruh bomboş ve darasız olunca inandırmanın ağırlığı da kolay olacaktır. Biri çıkıp fikirlerimizin tersini söyledi mi, onun doğru söyleyip söylemediğine değil, doğrusuyla yanlışıyla kendi düşüncemizi savunmaya bakarız, bize gerçeği inandırmak isteyen kişiye, kollarımızı açmak yerine, yumruklarımızı sıkarız çünkü kendimizde var olan gerçek ile yüzleşmeyi istemeyiz, örneğin cimri ve kıskanç olduğumuzu öne sürdüklerini düşünelim buna tepkimiz büyük olacaktır kimse böyle bir gerçeği kabul etmez ama tepkimizin büyük olması ne kadar kabullenmese de kıskançlığımızın bir belirtisidir, gerçekleri geç olmadan öğrenmek ve farkına varmak iyi sonuçlar verir.

Ama zaman geçtikçe kabullenmemek sonrasında çok acı olacaktır. Bazen gerçeklere aklımızı erdiremiyoruz, bize acayip gelmeleri onları bilmediğimizden değil alışkanlığımızdan geliyor. Çünkü gerçekleri hiç bir zaman düşünmeyiz en başından bu şekil alıştık. Bir hikâye ile alışkanlığı örnekleyelim; bir Köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonrasında bunu rutin haline getirmiş her gün danayı kucağına alıp sevmiş böylelikle alışkanlık edinmiş, dana kocaman öküz olmuş onu yine kucağına alıp taşıyabilmiş, bu hikâye alışkanlığın gücünü anlatıyor. Alışkanlığın şakası yok gerçeği vardır.

EY YÂR

TALİP ÇAKIR

Ey yâr, sevdanı alıp gidesin

boncuklarım dökülür, bilesin

halimiz hemhal, göresin

kıştır bu devran üşümeyesin!

Ellerine su dökülmez yârim

gözlerine yol biçilemez yârim

saçlarına gam sürülmez yârim

güvercin kafeste gönülsüz halim

Urfa, Diyarbakır, Hizan’adır

hem feryattır hem figandır

bunlar bizim komşulardır

bir bahadır bir borandır

Bükülmüş lale yıkılmış kule

harmana yetişir  mi  hile

bir gönülde kaç tane  hisse

hissem kaldı ulu meclise

Mekan meydan-ı mahir

ortalıktan fışkırıyor cevahir

ya paşa bunlar ya da sultan zahir

bir ben kaldım  çulsuz sırası ahir

Yolu yardık da yarıladık

sevdamızı prangaya bağladık

ha güldük ha ağladık

sevda takvimini bu yılda karaladık...

DÜŞ / MEK / MELİ

MUHAMMET BARAN ASLAN  ( BARANÎ )

Eskidikçe zamanlar, mazim toprağa düştü.

Kesildi soluklarım, dağlarıma kar düştü.

Yıkıldı şehrimdeki haneler birer birer...

Payıma zelzeleler, kuru yapraklar düştü.

" Harabat ehline hor bakmışım ki bunca dem!

Gayrıya defineler bana virane düştü. "

Yaşamadım dünyada bir, iki gün gülerek!

Ömrüme; evvel, ahir her dem ağıtlar düştü.

Ey ruhumu kemiren akrebin hayaleti,

Pes et çün senden evvel sineme bir mar düştü.

Ey etimi, ölmeden kemiren garip halkım,

Durun zaten bana şems daima garptan düştü.

Düştü düşlerimdeki kabuslar ellerime...

Benden gayrıya gökten kutlu helvalar düştü.

MÜPHEM

ARZU ALPDEĞER

Seni baharın daha doğmamış tomurcuğuna yazdım,

Eylülde bekleyen çiselenen yağmur huzurunda,

Munzur’da adını göğe çizdim!

Tozlu raflarda resmini,

Dudaklarımdan titreyerek dökülen ismini

Seni yolların en karasına dizdim!

Kum saatlerinde her bir zerreni,

Topladım seni güneşin dünyaya dar geldiği,

Turnanın sevdaya veda ettiği,

Duanın semadan geri döndüğü anda,

Seni kör buluta, hırçın dalgalara,

Dingin fırtınalara yazdım

Hani neredesin, gelmeyecek misin daha?

Vaadim körpe kız misali dağlara

Kızgın vahalarda çiçek açan fundalıklara

Aşkın meyinden içen sarhoş kullara

Ve bir gün belki bir umutla

Avuçlarımda doğacak olan sana

Seni arşın en müphem mavisine çizdim,

Duyuyor, görüyor, anlıyor musun?

En müphem mavisin, doymadın mı sükûta?

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme