RAN /BİR SÜTUN
MUSTAFA AYYÜREK
1985, uzun metraj Akira Kurusowa filmi. Filmin Shakespeare’in ünlü yapıtı “Kral Lear”dan uyarlanma olduğu söylenir oysa ben, filme konu olan hikâyeyi doğu masallarının birinde anımsadığımı biliyorum. Fakat tam olarak nereden olduğunu bir türlü hatırlayamıyorum (ki zaten Shakespeare’in de Kral Lear’ı uyarlayarak yazdığı söylenir.)
Film, Japon tarihinin 16. yy dönemindeki feodal savaşları konu almaktadır. Aynı zamanda Japonya'da dönemin ünlü savaş lordu Hidetora Ichimonji'nin yaşadığı trajik düşüşü akıcı bir şekilde aktarılıyor. Yaşlandığı için eski gücünü ve ihtişamını kaybeden Hidetora, üç oğluna topraklarını paylaştırırken büyük bir savaşın patlak vermesine neden oluyor. İhanet, intikam, sadakat ve aile ilişkileri gibi temaları da gözden kaçırmayan film, Kurosawa’nın gözüyle o dönem toplumundaki değerleri ince eleyip sık dokuyarak sorgulanmaktadır. Filmdeki konunun işleniş şekli her ne kadar Japon kültürünü yansıtsa da filmi izlerken Japonların dünyasında bulunan kırılmalara gerilimlere benzer şeyleri iç aleminizin derinliklerinde bile yaşayacak kişi ve olaylarla empati kurmaktan uzak duramayacaksınız.
"Ran" sinema eleştirmenleri ve genel izleyici kitlesi tarafından Japon sinema tarihinin en büyük yapımlarından biri olarak kabul edilmektedir. Açık ara farkla izlediklerimin en iyisi. 7 Samuray ve Rashomon benliğimde bu filme yakın izler bıraksa da Ran zihnimde daha başka bir yer edinmiş vaziyette. Film, görsel açıdan muhteşem sahneler, çarpıcı renk kullanımları, etkileyici müzikleri ve başarılı oyunculuk performanslarıyla büyük bir etki yaratmayı başarmıştır. Ayrıca, Kurosawa'nın sinematik üslubu, düşünce derinliği ve insan doğası hakkındaki gözlemci bakış açılarıyla da övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Filmde bir baba (kral, hükümdar, lider, yönetici), üç oğul ve hükümdara biat edenler ve etmeyenler arasında mücadeleler usta bir işçilikle işlenmiş durumda. İzlerken sıkılmıyor aksine kimi sahnelerde insan kendisini filmin dünyası içerisinde buluyor. İlerleyen dakikalarda ihanet, entrika ve vefa üçgeninin keskin uçları parmak uçlarınıza değecek, kanınızın damla damla toprağı suladığını şaşkınlıkla izleyeceksiniz. En önemlisi ise bir kralın verdiği hatalı bir kararla deliliğe açılan yolların nasıl da ardı ardına açıldığını seyredeceksiniz. Ölüm, terk ediliş, açlık, kovulma, tekrar kovulma ve umudun tam tükeneceği yerde beklenmeyen davet göze çarpacak…
Sanırım bir filmde en çok dikkat edilen şey karakterlerin değişim süreci ve oldukları nokta ile geldikleri noktanın aktarımıdır. Filmi izlerken karakterlerin geldikleri noktayı yadırgamayacak bilakis işçiliğin çok iyi yapıldığını, karakter gelişimlerinin ne denli güzel işlendiğini kendi gözlerinizle göreceksiniz.
Kalem ile kalın, esenlikle.
İSTEMEM
NURAY DOĞAN
Silahlar belde tespih olmuş geziyor
artık selamünaleykümle çekiliyor
vicdanlar karanlık, karası solmuş
terazi bozuk, maya bozuk, süt bozuk
insan çürümüş hem de nasıl bozuk
Kırılsın şeytanın fitnesi,
yıkılsın Nemrut’un kalesi,
inanmam bu firavun un son namesi
insanlık ölmüş, bu o salanın sesi
çınlıyor da duyan yok,
yok kalpte merhametin esamesi
Kaparım kulağımı, dayanmaz yürek
dinleyemem kan sesini
iki fidanın devrilişini
kusarım vahşetin dört zelilini
yıkasam paklanmaz lanetini
ben kırmayı bilmem, bilemem
düstur budur, karıncayı incitemem
nasıl kıydınız iki cana, kabullenemem
zalimi affetmem, affedemem
toprak da kabul etsin istemem.
VAN’IN BAĞLARINDA GÜLÜMÜZ BİZİM…
ADNAN ÖZKAN
Muhabbetle kokar, aşk ile açar
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Şamranı gördükçe mutluluk saçar
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Toprak kokar, vatan kokar, Van kokar
Hasret kokar, özlem kokar, can kokar
Tarih kokar, şeref kokar, şan kokar
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Bülbülleri Van aşığı erenler
Davasına sadık kalan yarenler
Zeve’lerde toprağa can verenler
Van’ın bağlarında gülümüz bizi
Kaç asırdır kurumamış solmamış
Yaprak yaprak açmaktan yorulmamış
Solup gitmiş emsalleri kalmamış
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
İlham olmuş şairlere, ozana
Hakikati okuyana yazana
Diken olmuş hasretinden azana
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Ne yürekler yakmış, ne canlar yakmış
Nefisleri arzudan öksüz bırakmış
Asalet mührünü dalına takmış
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Van Gölünün kokusunu taşırlar
Dünya ne ki iremle yaraşırlar
O gün gelir toprağa karışırlar
Van’ın bağlarında gülümüz bizim
Özkani der; soldurmayın dalında
Güller açmış âşıkların bağrında
Hakka ermiş Şehr-i Van diyarında
Van’ın bağlarında gülümüz bizim.
KÜSMÜŞ
ZELAL KIRAN
Bugün bir şiir yazmak istedim
aldım kağıtla kalemi
baktım ki küsmüş bana duygular
hizaya çektim ben de yüreğimi
Batan güneşin ışığını yakalayıp
sunak olan avuçlarımla
sunacaktım yüreğine halbuki
maviye boyayacaktım gülün rengini
Fısıldayacaktım o gülün yaprağına
sana getirsinler diye selamımı,
yağmurun sesiyle, toprağın nefesiyle
şiire dönüştürsün yüreğimizi
olmadı işte, ah, artık kalem
uyarak feleğin adetine
şairin ilhamına küsmüştü.
BİR UMUT
MERAL ERBAĞA
Bir umuttun yaralı yüreğimde
ateş olup düştün köz bağrıma
üstünde yıllar geçse de
kabuklaşan yaramsın sen
Gözümde ırak, dilimde isyan
bağrımda hasret, gecemde dert
boş sayfalara gözyaşımın resmi
dertli yorgun sarsın kalemin
İsmini aldığımda sayfalar arasında
kaybolup gider koca bir ömür,
tıpkı geceye kös döğüş gibi
kollarına aldığım nefesim yakını
yıldızlar kadar uzağımsın yar
Sonu gelmeyen yolculuğumun
yolun ucunda düğümlenmiş engel
hangi yöne çevirsem başımı
sana çıkan yolları adımlarım.
ANLAYANA
HAMİDE DONMUŞ
Havaalanına girmek üzere sol elimde valiz, sağ elimde mont ve çantam vardı. Yanıma bir de şemsiye aldım lakin hava bulutluydu. Uzun bir süre bekledikten sonra servis durağa yaklaştı. Hınca hınç doluydu. Uçağı kaçırmamak için binmek zorunda olduğumdan bindim.
Yol ücretleri 6TL olmuş. Ücreti şoföre uzattım. Solumda yaşlı, nur yüzlü bir kadın gördüm. Sade, beyaz eşarp takmış pamuk anne dersiniz ya aynen öyleydi. 16 yaşındaki gençler gibi ayakta dolmuşun cam kenarındaki sarı renkli direklere tutunmuştu. Beli ağrıyor ya da ayakları mı kim bilir belki de o çınar ağacını taşıyan dizleri ağrıyordu. Yüzündeki ifadeden, mimiklerinden anladım ki rahatsız…
Acısını iliklerimde hissettim o anda. Sağ tarafımda mavi eşarplı genç bir kız koltuğa oturmuş, elinde akıllı cihaz öyle dalmış ki, ineceği yeri geçtiğini fark etmediği gibi yanı başında ayakta duran gebe hanımefendiyi de fark etmiyordu. Sağ koltukta gözlüklü belinde sırt çantası olan 14,15 yaşındaki gencin kulağına eğildi:
- Bak yavrum, sen gençsin ayaktaki yaşlı ve gebe şahıslara yer vermen gerekir.
Dedim ancak beni anlamıyormuş gibi davrandı sanki duymamıştı. Yanındaki yetişkin kadın sanırım annesiydi. Bana sert bir bakışla bakarak sessizce:
Otur ve boş ver.
Haliyle ben de yaşlı kadının ayakta duramayacak olduğunu ineceği hastaneye henüz 25 dakika gibi bir süre olduğunu düşündüğümden aciz kalbimin ve mantığımın bu eylemi kabul etmediğinden yer verilmesini istedim. Daha farklı bir yol olmalı diyerek bu sefer minibüste yüksek sesle herkese seslendim.
Bakınız! Ayakta yaşlı ve gebe kadın var koltuğa yayılmış cep telefonu elinde dünyayı kendileri yarattığını zanneden gençlik biz büyüklere karşı saygı, edep bilen bir toplumduk. Ruhum acıyor, kalbim ağrıyor bu manzara karşısında ne zamandan beri bu kadar ukala vurdum duymaz olduk.
Haykırışlarıma orta yaşlı bir beyefendi ortak oldu: Evet bacım, haklısın valla ne desen haklısın edep, haya, sevgi ve saygı gibi en güzel değerlerimizi yitirdik. Allah cümlemizi ıslah eylesin, diyerek yaşlı kadına yer verdi.
Oturan yaşlı kadın elimi tutarak:
Yüce Allah ne muradın varsa versin kızım.
Tesadüf mü yoksa tevafuk mu, bilemem ben durakta inerken yaşlı ve muhtaç insanlar için inen ayetler, hadisler aklımda zihnimi öyle meşgul ediyordu ki kendi kendime gençlerin büyüklerimize duyarsız kalması ne utanç ,ne acı bir gerçek diyerek yürüyordum. Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Zayıf ve düşkünlerinize dikkat ediniz! Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.” (Ebû Dâvûd),
“Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler ve otlayan hayvanlar olmasa idi üzerinize (bela ve) azap yağardı.”
"Küçüğümüze merhamet etmeyen büyüğümüze hürmet göstermeyen bizden değildir.” buyurdu. (Tirmizi,)
Umarım 2023 yılında yeniden milli irade ve millî şuurla büyüyen, manevî değerlere, kültürümüze bağlı dinamik bir o kadarda ahlaklı bir gençlik yetişir. Hep gençlik suçlu diyeceksiniz. Ancak son olarak bu gençliği yetiştiren eksik bilgi veren ,karakterlerinin oturması için örnek olamayan, doğru eğitemeyen yetişkinler suçlu... Anlayana sivri sinek saz....
NAR’I AŞK
İSMET BOZKURT
Sevdiğim bir hayır kalmadı bende
Çileli canımdan beziyom gayrı
Duyuyorum yakın, artık ensemde
Ölümün nefesi, seziyom gayrı
Nar’ı aşk insanı tarumar eder
İnmez yüreğinden ahir’e gider
Dayanmıyor canım çektiğim yeter
Bir Mecnun misali geziyom gayrı
Giderken yürüttün katlime akın
Artık anlıyorum sonum çok yakın
Sana bir sözüm yok alınma sakın
Kendi kaderime gızıyom gayrı
Hayaller kurmuştuk gelecek için
Gönüller arası olur mu seçim
Günahı büyüktür böyle bir suçun
Kurduğum hayali bozuyom gayrı
Gözüne bakınca hüzün görmüştüm
Kanayan yarana canım sürmüştüm
Beklerken yoluna güller sermiştim
Ömür defterimi çiziyom gayrı
İnancım yitirdim aşka sevgiye
Bu şiirler sana olsun hediye
Dünyada tek izim kalmasın diye
Son satırlarımı yazıyom gayrı
İçimde yaşattım sen bilmesen de
Kemal-i dirayet bitiyor tende
Artık gelsen de bir, hiç gelmesen de
Ecel girdabında yüzüyom gayrı.
BULAMADIM
MEHMET ÇİFTLİKLİ
Bu günüme kadar yaşadım kışı
Ayların içinden yaz bulamadım
Tencerede kaynayan sıcak aşı
Lezzet katmak için tuz bulamadım
Fırtına borandır dertlidir başım
Ne baharım bellidir nede kışım
Uzaktan uzağa baktı gardaşım
Hep üvey oldular öz bulamadım
Yoktur halini de anlayan bilen
Nefislere uygun her şeyi bölen
İflah olmaz kul emeğini çalan
Hakikati gören göz bulamadım
Olmaz kimseye de zerre zararım
Dünya için yormam budur kararım
Doğruyu anlatacak kul ararım
Ne yazık öyle bir yüz bulamadım
Çoban olmuş yalanları güden var
Nefsinin peşinden koşup giden var
Gerçekleri görüp inkâr eden var
Doğruları gören göz bulamadım
Kelamın son buldu sözüm kalmadı
Dünya sizin olsun gözüm kalmadı
Çare uzak durmak çözüm kalmadı
Dostu güldürecek haz bulamadım.
KAFAMIN İÇİNDE
EZGİ NİLAY BEYİŞ
Yitik bir benliğin içinde yalnızlık semtinde yine
çevremde bir sürü insan, söylenmemiş sözlerin cebinde
gözyaşların desen yoklar artık
bir yıkılışın öyküsü yazılıyor bu şehrin silik bir köşesinde
Haberi yok kimsenin kimseden kalabalıklar içinde
yürekler soğumuş, gözlerden ferler çekilmiş sessizce
her sokak içine saklamış içinde dünyalar taşıyan zihinleri
sayısız ama en ıssız olan beynin sesleri
Çanlar çalıyor sayısız çığlık içinde
çarklar dönüyor beynin içinde bir yerlerde
yalnızlığın türküsü bile susmuş bu demde
yalnızca soğuk, garip bir sefillik var gizlice
Bir yanı kış, bir yanı ayaz, bir yanı bilmem ne bela
sitemler, efkarlar saklı bu mezarlık gibi olan kafamda
ben bu dünyaya değilim ait o da bana
yalnızca bir dem var o demi bekliyorum gelecek baharla.
SUSMAK
ELİFNUR ÖZCAN
Susmak bazen hayattaki en acı duygudur.
İnsan neden susar peki? Konuşsa kelimelerin duygularını ifade edemeyeceği için mi susar insan yoksa etrafında anlayacak birinin olmayışından mı?
Konuşmak bir çözüm değildir bazen hayatta, anlamsız geçen saniyelerin çığlıklarıdır suskunluk; çaresiz, koca bir sessizliğin çığlığı. Kelimeler yetmez bazen duyguları anlatmaya bu yüzden nedensizce susar insan.
Mutluluğun geçici olduğunu bildiğimiz gibi mutsuzluğun da geçici olduğunu bilmeliyiz. Hayatta her anın önemli ve değerli olduğunu hatırlamalıyız, kendimizi sevmeli ve saygı duymalıyız .
Bize mutluluk ve huzur veren işlerle ilgilenmeliyiz.