Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Van Gölü İncileri

YA RABBİ

NAZMİ SARAÇOĞLU

Mescid-i Aksa Kudüs, esareti yaşıyor

Müslümanların sabrı, gün geçtikçe taşıyor

Siyonist köpekleri her gün haddi aşıyor

Ya Rabbi bu Kudüs'ü Müslümansız bırakma

Mescid'i Aksa'mızı zalimlere bırakma

 

Çocuk, kadın yaşlısı, parçalanmış bedenler

İmdadına muhtaçtır sana dua edenler

Kutlu zafere erdir gelsin o güzel günler

Ya Rabbi bu ümmeti inayetsiz bırakma

Küffarın ordusundan bir tek ferdi bırakma

 

Ebabiller inerken ol Mescid-i Aksaya

Tüm ümmet bir oldular el açtılar duaya

Mazlumların her ahı yetişmekte semaya

Ya Rabbi bu ümmeti yetim öksüz bırakma

Küffarın ordusundan bir tek ferdi bırakma

 

Güç ver atılan her ok hedefine ulaşsın

Demir kubbe delinsin tüm engelleri aşsın

Ümmete sıçrayan kan zalime  de  bulaşsın

Ya Rabbi bu ümmeti n'olur sensiz bırakma

Küffarın ordusundan bir tek ferdi bırakma

 

Şımarık siyonisti n'olur dizgine getir

Kudret sendedir Rabbim n'olur bu zulmü bitir

Bir daha çıkmasınlar yerin dibine batır

Ya Rabbi bu ümmeti  sen müjdesiz bırakma

Küffarın ordusundan bir tek ferdi bırakma.

Van Gölü İncileri

MAVİ DÜŞLER

NURAN AKÇAP DEMİRHAN

Hayaller umutlar düşler

özlemlerimiz, rüyalarımız

hicranla tüllenen şafaklar

hepsi birer maviydi…

 

Severim maviyi,

her sabah uyandığımda

gökyüzünde uçuşan

kuşların, kelebeklerin sesi

 

Denizin mavisi, suyun mavisi

sevginin rengi içimizdeki coşku

mavi ruhun rengi..

 

Kimilerine göre uzaktır,

kimine göre çok yakında,

belki de hemen yanı başında

maviye geldik mavi huzurunda

 

Nazar boncuğu gözlerin içi masmavi

şu her şeyin ilacı zaman söz konusu

yaşanarak daha çok geçer acılar

kurtulursun sanırsın

oysaki acının rengi mavi..

 

Şu mavi gökyüzünde

ne işi var kara bulutların

gitsinler, gitsinler

denizler göller rengini

hep gökyüzünden alırmış.

mavi biraz daha mavi.

denizler mavi, gök mavi

en önemlisi mutluluk mavi…

Van Gölü İncileri

SEN MİSİN

MEHMET MUHLİS ŞEPİK

Sevdandır gönlüme mührünü vuran

Mihri’de verdiğim sözüm sen misin?

Koca bir hasrettir hatıra kalan

Özlemin peşinde özüm sen misin?

 

Hep seni aradım emsalim görsem

İnan ki az gelir ömrümü versem

O gönül bağından gülleri dersem

Bedenimi saran közüm sen misin?

 

Yürekten sevmişim neylesin gözler

Şu biçare gönlüm hep seni özler

Bizde bu aşk varken güler mi yüzler

İçime nakşettim; sızım sen misin?

 

Hayalim kuru bir umuda bağlı

İçerim kan ağlar yüreğim dağlı

Esrarın çözülmez sevda otağlı

Geceyi saklayan gizim sen misin?

 

Varlığına hasret baharım geçti

Yaşamak mı bana sensiz bir hiçti

Yazlar umudumu çileyle biçti

Kışlarım çetinse güzüm sen misin?

Van Gölü İncileri

BİR PUL ETMEZ

MERAL YAĞMUR

Sana korkusu var düşlerimin

kalbe batmış sen tutkusu...

yarası-beresi var derinimin,

çile-i çaresi sen muştusu yâr...

sükûtu gizleyip keyfinden

dile değmemiş kelimeleri

her bir yerinden

sessizliğin dibine gömeyim

 

Su yeşili, gök mavisi gözlerde

göğe meftun ay benizli güzelde

can havliyle diriltip gülüşleri

sırma saçlı ahulara vereyim

 

Yüreğime müptelâ ince bir sızı

öyle loş bir mum alazında değil

gönlümden ziyade ruhum içinde

alır sevdalığı şükürler, battığı közde,

insafına soyunmaz, bana acımazda

ıslanır ateşte, ayazda soğumaz da

kan gülleri isyanı var kurşun bakışlarımın

vurur efsunlu geceleri muhtelif vakitler,

hayallerin yandığı bir yâre varamaz

 

Hiç bir yere koyamaz da

ne dolu, ne de boşa sığamaz

son bulacaksa nefesim

kopacaksa ruhundan

ayan beyan nasibim külse bağrında

kapat canımın kapısını

 

Düşme peşine...

öyle avuçlarında kalacaksa yüreğim.

sür kalbimin sefasını,

ben bölüneyim tümünden.

bir pul etmez endamımda öleyim.

Van Gölü İncileri

BOZKIR

TUNCER SAVCI

Kuru ve kavurucu sıcakların başladığı bugünlerde güneş tepe noktasındayken dallarıyla budakları ağacın her tarafını sarmış, sığ tırmanmaya elverişli olmayan sivri sivri dikenleri bulunan yazı armut ağaçları tarla sınırları içinde tek tük boy gösteriyor. Ağaçların dalları ucuna takılmış yeşil yapraklar arasında gözüken küçük top top olgunlaşmamış armutçukları taşıyan bozkır ikliminin karakteristik ağacı, uçsuz bucaksız ova arkasında sıra dağların eteklerine kadar uzanıyor. Tarlaların başında, ortasında veya kenarında kendiliğinden bitmiş büyümüş yazı armudu ağaçları; kuru ot diken çöp vaha gibi duran bozkırda yeşilliğiyle doğaya ayrı bir renk katıyor. Tabiatın sarı renk renk tonlarında var olan ot ve dikenler arasında karasineklerin, arıların bir ottan diğer ota konduklarında vızıltıları, uzaklarda ekin başakları içinde sığırcık kuşlarının şarkılı melodileri duyuluyor.

Diğer yandan bu armut ağacı yeşilliğiyle ve serinlik katan gölgesiyle doğaya canlıya ayrıca bir hayat katarken ağacın üstünde altında sağında solunda bir canlılık bir kıpırdama hareketlilik göze çarpıyor. Gövdesinde aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru sıralı bir şekilde dizilmiş birbirini takip eden gidip gelen karıncaların tıkırtılarına,  dal yapraklar arasında ot çöpten yapılmış kuytu bir kuş yuvası içindeki iki tane benekli kuş yumurtasına veya armutçuklar içinde dünyaya merhaba diyen yemeğini hazır ve nazır bulan armut kurtçuklarına ev sahipliği yaparken canlılığın en güzel örneklerini barındırıyor.

Ağacın altında ise gölgelenen birkaç adamın varlığı dikkat çekiyor. Biraz uzaklarda tarla sınırları içinde dönen biçerdöveri seyrediyorlar, ekinlerini biçtirmek için sıra bekliyorlar. Adamların bu kavurucu sıcakta armut ağacının gölgesi arayıp da bulamayacakları bir yer. Az da olsa güneşin beyinleri şimşek hızında delen keskin ışınlarından korunmak için oldukça korunaklı. Ağacın gölgesi ne yana kaysa adamlar ona göre yönlerini değiştiriyorlar. Bu adamlardan biri yoksul gariban Anadolu köylüsü profili çiziyor. Başında tek köşeli kasketi üzerine geçirdiği siyah şalvarı, yüzünde kirli kır sakalı, ayağında ökçesine çökmüş tozlu kundurasıyla yazlı kışlı aynı renk tonunda giydiği çizgili gömleğiyle Gadoğlu Hasan, sigaranın birini söndürüyor diğerini yakıyor. Soluk alıp verdikçe nefesinin darlığı hastalığından olsa gerek hırıltısı, oflayan puflayan iniltilisiyle gırtlağından konuşan bu adam; orta yaşlı, kalbinde ufak bir kötülük barındırmayan, eline vur ekmeğini al misali melaike gibi saf temiz biri.

 Emzikli sigarasını dudakları arasında pofuttururken kendisine ne zaman sıra gelecek diye bir elini çenesine dayamış düşüncelere dalmıştı. Öğle sonrası mı? akşam mı diye avunurken bir şekilde sırası gelecek buğdayı bir traktör römorkuna akıtıp evine götürecekti. Çok da geç kalırsa gece çiğ yağma ihtimali var, biçerciler paydos yapıp işlerini yarına bırakabilirler sabah ıslaklık kuruyana kadar başlamazlardı. Aman dedi içinden

-Ne olursa olsun bugün yarın ekini biçecekler ne kaygı edeceğim dediyse de yine de şimdiden içine bir kurt düştü bir aksilik olmasından endişe duymaya başladı. Kafasındaki kaygıları gidermek adına düşüncelerini eskilere çevirdi.

Eskiden böyle miydi? Bir tarlanın biçilmesi ve en son buğdayın eve ulaşması günleri haftaları belki bir ay boyunca uzun uğraşlar sonucunda elde edilirdi. Ek, biç harman kur, harmanı düvenle sür, rüzgârda savur buğdayı torbala sonra eve kağnıyla eve götür. Şimdi makina çıkınca işler daha kolaylaştı ama tarlayı ekecek biçecek adam kalmadı diye düşüncelere dalarken, yakınlarına kadar yaklaşan homurdanarak ses çıkaran kocaman öküz gibi dev biçerdövere gözü takıldı. Nasıl bir icat olduğunu anlamaya çalıştı.

-Ya mübarek(mübarek) nasıl bir makina bir taraftan önündeki dönen tablasıyla ekinleri devriliyor, devlilen ekin saplarnı kocaman azıyla yutuyor arkadan toz duman eşliğinde saplar dökülüyor. Yarayışlı buğday tanelerini kendisi alıyor. Hazinesinde birikiliyor, akıl sır erecek değil vallahi diye kendi kendine konuşurken, oturanlardan birinin kendisine laf vermesiyle hayali düşünceleri bırakıp adamın seslenişine cevap verdi.

-Söndülülüm kurban söndürücüm bilmem mi ben... Her yer kavruluyor bahane alıyoy ataş çıngı... İki fırt kaldı çekim hemen söndülüyom dedi.

 Sigarasının ucuna tükürdü közünü söndürdükten sonra toprağın içinde iyice sağa sola çevirerek ezdi. Toprağı eliyle bir o yana bir buyana karıştırarak izmariti kaybetti gömdü.

Suyu soğumasın diye üzerine örtü geçirilen bidonu eline geçirdi, kasketini kafasından geriye doğru kaldırdı bidonu ağzına dayadı. Kana kana iki üç dört defa yutkunarak içtikten sonra elinin tersiyle çenesindeki ıslaklığı sildi. Bidonu geri yerine koydu.

Oh mübalek ne de  sookmuş dedi. Yangınımı aldı mübalek dedi.

Vakit bayağı ilerledikten sonra kendi tarlasının etrafındaki komşu tarlalar biçilmiş kendisine sıra geldiğinde olacak ki biçer arıza yaptı. Aman Allahım endişe ettiği şey durdu durdu sıra kendine gelince oldu. Saatlerce sıra bekledikten sonra biçerin bozulması tam da aksilik kendisine denk gelmişti.

Gadoglu Hasan elini diğer elinin avucuna vurdurarak, kendi kendine söylenmeye başladı.

-Kadale (kader) bak sanşıma bak... kadele bak şansıma bak tüh nedim ben... kadale bak şansıma bak ne edeyim ben... kadelime bak şansıma bak kadelime bak... Şansıma bak diye, bozuk plak gibi dakikalarca bir o yana bir bu yana gezinerek söyelenip durdu...

Van Gölü İncileri

SENSİZLİK

ERCAN ULUTAŞ

Dolaştım karış karış

aydınlığın başladığı andan

 zifiri karanlığa değin

ses kesildim sesini duymak için

kulak kabarttım

kuş cıvıltılarından

 kalabalıklara değin

yoktun

 

Ne sen vardın

ne sana dair bir iz

yılmadım aradım dört mevsim

tüm aylara sordum seni

günlere değin saatlere değin

her gelen saniyede bekledim

yorulmadan usanmadan

kahrettim her defasında

binlerce kez sensizliğe

ve anladım ki gelmeyeceksin

seni sana bıraktım

beni de sensizliğe mahkûm ettim…

Van Gölü İncileri

ZALİM İSRAİL

MEHMET AKÇAY

Müslüman yurdunda  İslam’a düşman

Olarak yaşama zalim İsrail

İnsansın insana  vermesin aman

Gülerek yaşama zalim İsrail

 

Düşmanın yok ama hedefin belli

Yerin birdi şimdi ettin yüz elli

O yerden kesilmez İslam’ın eli

Çalarak yaşama zalim İSRAİL

 

Mazlumun başına evini yıkma

Kutsal mekanlara fitneyi sokma

Bura bana hazır ağzıma lokma

Bilerek yaşama zalim İsrail

 

Yok edip var olma değil marifet

Birlikte yaşamak asıl cesaret

Yüce rabbim size eylemiş lanet

Silerek yaşama zalim İsrail

 

Âşık çağlarıyım ettim feryad

ALLAM’ım mazluma  eylesin imdad

Yaptığın bu işten asla lezzet tad

Alarak yaşama zalim İsrail.

Van Gölü İncileri

GÖNLE SİTEM

VEYSEL ÇAKI

Yıllar yılı neden tutturdun gönül

Lütfedersin bırakırsan yakamı

Noktan yoksa eksik midir bir virgül

Çektiklerim yoksa sana şaka mı

 

Hele bir dur iyi anla dünyayı

İncitmeden seni veren Mevla'yı

Bir sayarsın hülya ile leylayı

Gözlerime yaptırdığın muska mı

 

Diken de var çimen de var pamuk da...

Bezmedin mi ne bulursun yamukta

Bir kere de bir tat kalsın kaşıkta

Söylesene bu sefer ki başka mı

 

Gerçekleri atasözü bildirir

"Duvarı nem insanı gam öldürür"

Çok seveni kabristan mı güldürür!

Bütün bunlar gerçeğe mi aşka mı

 

Behey gönül son ihtarım son sözüm

Ağlamaktan kurumadı hiç gözüm

Garibinim yıllar yılı öksüzüm

Sana bir gün dönemedim arkamı.!

Van Gölü İncileri

VEFA

ARZU ALPDEĞER

Bir ah ile bin vefa, çokça hissedip çokça bilmeli

sana şiirler yazılmalı tutuklu ve masum,

her an ölecekmiş gibi yeninden dirilen şiirler…

heybene yolluk olacak bir kaç damla mutluluk

bir tas su olup ellerine dökülen damlalar olmalı

seni anmalı yoldan geçip giden acılı sancılı yolcular

görünen ve görünmeyen her şey…

 

Bir şarkının en huzur dolu notasında

bir şiirin en derin ve anlaşılması zor mısrasında

ince belli bardakların çayla muhabbeti gibi

biraz deminde biraz da sıcaklığında…

seni sormalı bu hoyratça yılların şakaklarına

söyle bana ey dili sonsuzluğa esvap olan!

var mı yüreğinin yoluna, uzun mu dehlizin sonu?

varalım bu ummanın huzur dolu karasına…

bir çiçeğin kıvrımlarında kaybolacak ruhum,

sen esmaları say ben fezaya savrulup gideyim..

avuçladım gözlerinde baharı, ellerinde karanfilleri

ve çokça gülüşler… gözlerim meşe ve gürgen dolu...

 

bir seher vaktinden selam olsun sana,

akşam sefaları, fundalıklar ve leylaklar..

sanki seferber melekler ve ifritler yürüyeceğin yollara

dümeni  kırık gemiler ve karaya atılan demirler…

bir dua ile yoluna meftun gözü yarına âmâ çocuklar..

sen dingin deniz, değer gölgen sessizliğin çığlıklarına..

Diyarbakır surları gibi asil ve dimdik,

dinlenir yüreğinde uzaklardan gelen yolcular…

ve onlar ki seni olan olmayan her yola okur ve anlatırlar

selamını söylerler doğmak için batmaya koşan güneşe

camlarda süzülüp giden yağmur damlalarına,

sessiz sessiz… seni bildikçe, usul usul huzur yağıyor,

rüya değil bu daha fazlası… sanki yaşanılan gerçek

geçtim siyahı vardım beyaza,

mavileri, yeşilleri kahvelere emanet ettim,

buralar artık nirvana..

Bakmadan Geçme