Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

ÇIK GEL

NURAY DOĞAN

Beni benden aldın ey yâr yollara düştüm

dün benimdin,  nefesimdin, şimdi el oldun

solumda sen,  ruhumda deprem, gözde sel

 Allah aşkına, bir yudum da olsa çık gel

 

Dağı del, göğü del, hançer ol bağrımı del

yanağıma vur oluver ipekten yel

saçlarını dök yârime ilaç olsun tel tel

Allah aşkına, bir yudum da olsa çık gel

 

Sensin derdi eken,  derman sende, ey güzel

bekler seni solgun, yorgun, vurgun bu bedel

evvel ol ahir ol, ol bana tarifsiz ezel

Allah aşkına, bir yudum da olsa çık gel

 

Bak gönül bağım kurudu, uzanmaz vefalı el

beklerim pür umut,  sevdama getirmem halel

dilimden dökülür bir tas kan dolu gazel

Allah aşkına, bir yudum da olsa hadi çık gel

 

Amansız derde düştüm, azat et sinemi

soldu gözlerim, karşılıksız berdel et ışığı

medet sendedir ey yâr, ölmeden evvel

Allah aşkına, bir yudum da olsa çık gel

Van Gölü İncileri

CENNET KOKUSU

MUSTAFA AYYÜREK

Yere uzanmış göğün ışıltısına bırakmışken kendimi

kaymaya yüz tutmuş bir yıldızın bana anlattıklarındaydı

mağlup bakışların hüznü

duyup duyup unutamadığım o en tatlı sesin

en güzel kahkahasının çağrıştırdığı şey

/hüzün mevsimi/

 yirmi altı kasım yaslı yüreğimin ağıt yükü

her ne varsa bu zamanda dökülüp yıkılır içimde

/ah!/  gönlümde biriken solgun hazan

aksan bahara

yine ışık ışık parlasa her şey

versen ya oluk oluk rahmeti

kurumuş kalbim yeniden yeşerse

güneş aydınlığı tekrar neşeye dönse

poyraz esintisinin nisan yağmuru

hışırtılı damlalar gibi pınarlarımdan süzülüp kayaları

  /oymasa/ /ah!/

etrafı dertle dolmuş  yürek yangınım

  /her saniye diri kalan eski anıların acısı/

sura üfüren hasret rüzgarı

paslı kapının ardından tadı kaçmış neşe tohumu

nerde kaldı vuslat

ki ilkbahar, ne ilk ne son mevsim ...

ölüm yeni yıla zaman tanımaz oldu

ayçiçeği ile beslenen üveyik kuşunun göçüne

  /ve/  eylüle bırakmadı sürur

parçalanmış zihnin coşkusu

yeşermek için inci inci dökülen tanelerin arasında can buldu

estikçe esen sabah yelinin toprak kokusunda

  /ve yokluğun/ kaybolup dünyada

hiçlik perdesine değil

ayetlerin hissettirdiği müstesna hasretin

yankılı tınısıyla  /gök kubbede/

çeşmeler gözde saklıydı bir rüya vakti

açıldı yürek oluk oluk aktı nehir

ayın vurduğu yakamoz nuru suya değil

beklemesi sona ersin diye

sancısı içe çökmüş ruhlaraydı

                                                              ...

bir fotoğraf karesine sığmayan siluetten bilirim

kederin en dayanılmaz yerinde ses veren

hat sanatıyla işlenmiş ayetleri

oysa   /oğul bendim anne sen

       dert bendim deva sen/

her nefis ölümü tadacak,   /biliyorum/

tekrar tekrar baş gösteren

titremenin ardından

can havliyle boğazıma dolan

üç beş kadarcık an için

guguk kuşunun tik taklarına /çağrılışımdı/

irmi altı kasım gün batımı

can ağrım yaslı yüreğimin ağıt yükü

                    

annem en sevilesi yerde veda ediyordu

dünyam karanlık çorak bir araziye dönerken

cennet gül müydü              yasemin mi

ıhlamur muydu iğde mi bilemedim.

Van Gölü İncileri

NEDİR

MERAL EBAĞA

Nedir bu, beni gece gece

derin acılarla amansızca saran

aldığım nefesi tek tek saydıran

giderek canlanır benden anılar

 

Gözlerin mahkum eder gözlerimi

karanlık zindan gibi her biri

hoyrat poyrazların ayrılık rüzgarı

estirir saçının her bir telini

 

Bedenim çaresiz, gitmez işe ellerim

Felek çaresizliğin kelepçesi kollarımda

nedir bu sensizlik boğdurur ben

üzerime üzerime gelir dört duvarlar

sanma ki yaşıyorum yaşayan ölüyüm

yeryüzündeyim toprak kokar bedenim

 

Kokar ama güneş görmemiş yüzüm

baharda yaprak döker hazana benzerim

ecrin gibi yaprak döker yaram

derindedir sızlar sol yanım

 

Bir başıma terkedilmiş gurbet eldeyim

eyvah ömrüme, duman tüter dertli başım

Süphan dağına benzer, erimez karı borani

iki gözüm iki çeşme coşturdun çağlayana

nedir bu alevler közümde yeniler külüm

bu gece rengim solmuş gül benzim

gündüzler ömrüme batar

geceyi bekler gün batımı gibiyim.

Van Gölü İncileri

BİR ŞİİR BİR ŞARKI

MEHMET MUHLİS ŞEPİK

Gökte kara bulut kapımda hüzün

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

Yarama şifadır buruk bir sözün

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

 

Gözlerin gizemi taşır derinden

Bakışın kalbimi söker yerinden

Sakındır beni de hasret şerrinden

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

 

Sevabın acıdan var mı nasibi

Sensizlik ukdenin en kuyu dibi

Yokluğun kıyamet mahşeri gibi

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

 

Güllere naz eder fettan bakışın

İşveyle naz ile tavrı takışın

Kerem’i Aslı’dan beter yakışın

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

 

Hasretin çemberi kırılır elbet

Umutlar sonunda yorulur elbet

Yürek bu ansızın vurulur elbet

Bir şiir bir şarkı ısmarla bana

Van Gölü İncileri

HESAP SORMAYANLARDAN DA HESAP SORULMALI...

MERAL YAĞMUR

Vaktiyle Behlül Dânâ hazretleri çarşıda, pazarda, halk içinde dolaşırken hatasını gördüğü insanları Allah rızası için uyarırmış ama ikazları insanların işine gelmediği için bir kulaklarından girer, öteki kulaklarından çıkarmış. Üstüne üstlük işittikleri nefislerine de ağır geldiği için pek karşılaşmak istemezlermiş mübarek ile.

Yine bir gün terazide haksızlık yaptıkları için pazarcıları uyarmış. Pazarcılar da altta kalmamışlar, “Vay efendim, sen bize nasıl iftira ediyorsun, hiç mi Allah’tan korkmuyorsun’’ diyerek velveleye vermişler ortalığı. Hatta hırslarını alamayıp bizzat Harun Reşit'e çıkarak şikâyet etmişler. Harun Reşit, Behlül Dânâ’yı huzuruna çağırmış. Bir de ondan dinlemiş hikâyeyi.

"Hile yapıp günaha girmesinler diye uyardım ben onları” diye sözlerini bitirmiş. Zabitler tezgâhları denetliyor. Sen hiç kafana takma. Ne yapacaksın sen milletin ne yaptığını, ne ettiğini? Her koyun kendi bacağından asılır. Kendi ibadetini yap, başkasına karışma.” demiş Harun Reşit. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan saraydan ayrılmış. Gidip bir koyun almış. Koyunu kesip butlarını mahallenin ortasındaki evinin cumbasından sallandırmış.

Onu görenler “İyice delirdi bu adam” deyip gülerek uzaklaşmışlar. Aradan birkaç gün geçmiş, asılan etler kokmaya başlamış. Etrafı kesif bir koku sarmış. İnsanlar mahallenin ortasından geçemez olmuşlar. Mahalleli “Deli misin be adam, kaldır at şu etleri, kurt düşecek yakında” diye ısrar etse de Behlül Dânâ kaldırmamış. Mahalleli de soluğu yine Harun Reşit'in huzurunda almış: Aman efendim, kokudan mahalleye girilmez oldu. Etraf sinekten, böcekten geçilmiyor. Bu adam iyice bunadı mı ne yaptı? Yalvarırız bir konuşun da indirsin şu leşleri, demişler hep bir ağızdan.

Harun Reşit yine Behlül Dânâ’yı huzuruna çağırmış. Bu sefer mahalleli de yanındaymış. “Ey adam, derdin ne de bütün mahalleyi kokuya verdin? Bak mahallelinin hepsi senden şikâyetçi. Bu kaçıncı vukuatın?” demiş. Behlül Dânâ gülümsemiş. “efendi,” demiş, “ben ne yapmışım ki? Her koyun kendi bacağından asılır, kimseye karışma diye buyuran sizsiniz. Ben de aynen öyle yaptım. Koyunları bacaklarından astım. Madem kimseye karışılmayacaksa herkes bana niye karışıyor?”

“İyi de” demiş Harun Reşit, “Senin yaptığının herkese zararı var.” “İşteee” demiş Behlül Dânâ “her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor. Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim" diye cevap vermiş… Hemen bu noktada, Resulullah (s.a.v.)'ın “Sizden her kim bir kötülük veya çirkin bir şey görürse onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirmeye çalışsın. Ona da gücü yetmezse kalbiyle onu hoş görmeyip kabullenmesin ki bu da imanın en zayıf derecesidir” (Müslim) hadîs-i şerefiyle giriş yapmak istiyorum.

İnsanlar kendi yaptıklarından sorumludur. Herkesin günahı kendi boynunadır ancak başkalarını da ilgilendiren konularda insan kafasına göre davranamaz, dilediği gibi keyfince yaşayamaz. Kendisine değmeyen yılanı sevemez. Severse şayet, o yılan gün gelir onu sever.

İnsanoğlunun bu dünyadaki aslî görevi yemek, içmek, uyumak, malına mal katmak, "orası benim, şurası senin" kavgaları içinde boğuşmak, hakkı olmayanı yağmalamak, gerek duyguyu anda hiç gözünü kırpmadan savaşmak, savaşırken dahi adaletsizce acımadan hunharca öldürmek anlamı taşıyor sanki. Dönüp bakıyorum tarih sayfalarına, yakıyor, yıkıyor, delik deşik ediyor "yer"in yüzünü. Görüyorum ki yıllar boyu, hiç bitip tükenmeyen, sürekli birbirini tetikleyen insanlık suçları ile dolu. Ve çok acı ki bunların tümü, insanoğlunun yaradılışında var olan, önyargıların yönlendirdiği kin ve acımasızlık göstergeleri olduğunu fark ediyorum.       

Kafası kızdı mı tohuma gebe topraktan, çiçeklerini bezenmiş ağaçlara değin basıyor bombayı. Süslü saraylar, sonra üzerine görkemli tapınaklar, dağ gibi kaleler yapıyor özene bezene. Bağnaz bir hoşgörüsüzlük, kendinden olmayanları hain, aşağılık ve kötü; ikinci sınıf insanlar olarak görmesinden kaynaklanıyor. Ve Gazze' ye dönüyor çehrem. Gazze'de insanlık tarihinin en ağır durumlarından biri yaşanıyor. Savunmasız ve masum bir halkın üzerinde ampirik apriorilerini uygulayan işgalci İsrail; kadın-çocuk, yaşlı- genç demeden, suçsuz-günahsız sivil halkı katlediyor. İsrail'in gözetleme kuleleri ve duvarları altında, evlerinin her yerinde bomba deliklerinden bakarak ölümü bekleyen küçük bedenler... hastaneleri, okulları, ibadethaneleri bombalayarak savaş suçu işliyor. Ve israil, aynı zamanda Filistin halkına karşı insanlık suçu işliyor.

Üç İbrahimi din için kıymeti açısından Filistin ve Kudüs gerçekten ümmetin önceliği olması gereken bir husus olsa da, sadece Müslüman ülkeleri baz almak ne kadar abesle iştigaldir. Çünkü İsrail kontrollü, ABD destekli bu katliamdan, tüm dünya ülkeleri sorumludur.

Allah Teâlâ Mâide Suresi 51. Ayeti Kerîme'sinde "Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez." buyurarak açık bir şekilde tarif ettiği İsrailli Yahudilerin özelliklerini anlamamıza yeter de artar. Görüyoruz ki bu Âyet-i Kerîme, bu gün yaşananların sebebini gayet net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak yaptıkları zulüm ve ihanetin asıl gerekçeleri tahrif ettikleri Tevrat’ta zikredilmektedir. Yani kendi uydurdukları kitaptan cesaret alıp dünyayı kasıp kavurmaktalar ne yazık.

Müslümanların yeryüzündeki en azılı düşmanları Yahudilerdir. Allah'a verdikleri hiçbir sözde durmamışlardır. Lanetli bir millettirler. Kalpleri katıdır. Merhametleri yoktur. Kendilerine gönderilen kitabı (Tevrat) tahrif etmiş, Allah’ın onlara bildirdiği tembihleri unutmuş âdeta deontolojik bir zihin hakimiyetindeler. Pek azı hariç tamamı ihanet içindedirler. Onlar birbirleri ile ve Hıristiyanlarla dostturlar.

Vel-hâsıl; göğüyle- güneşiyle, toprağıyla-bitkisiyle, havasıyla-suyuyla insanoğluna bağrını açmış bu dünyanın gözü önünde yaşanan katliamlara sessiz kalanlar, görmezden gelenler, duymayanlar âdetâ üç maymun kesilenlere karşı sesimizi duyurmak, vahşeti onlara anlatmak ve onları insanlığa davet etmek, İnsanlık adına boynumuzun borcu ve bir insanlık vazifesidir. Ama insan, dünyanın da değerini bilmiyor. Ve insanlık, insanlık suçu işleyenlerden, hesap sormayanlardan da hesap sormalı diyerek, hiç bir milletin bir başka milleti sömürmediği, barışın hakim olduğu, merhametin, vicdanın, insanî duyguların tek yürek olduğu bir dünyada var olmayı niyaz ediyorum.

Selam ve dualarla...

Van Gölü İncileri

BAHARLA GEL

SİBEL KARAGÖZ

Her birimiz bir ağaçtık

kimi güller satan, kimi ağıt yakan,

kimi de üzüme üzüm katan

 

Her baharı coşkuyla karşılayan,

her yaza meyve koşturan,

hele güz gülleri, içimi içimden söken

bir de kardelen vardı, işte o ölümü

belki de kökten sökümü çağrıştırır

 

Sadece çağrıştırmaz,

gözüme soka soka, vade der

dolup taşıyor, belki de aşıyor

 

Baharla gel, derim,

belki de bir yağmurun sesini getir

belki de bir sarnıçta kuşlarla

al beni benden,

toprağın taze kokusunda.

Van Gölü İncileri

NERE VARACAK

CİVAN KAPLAN

Seven yüreğimi közde kavurup

Kaç bakalım sonun nere varacak

Onca emeklerim sürüp savurup

Saç bakalım sonun nere varacak

 

Bayram geldiğinde barışır küsler

Her gönül içinde bir sevgi besler

Gücün yettiğince başıma işler

Aç bakalım sonun nere varacak

 

Ben kendi halimde gezdiğim yerde

Kim düşürdü beni bu zalim derde

Anlaşılan gözün hep yükseklerde

Uç bakalım sonun nere varacak

 

Düşeceğin kadar düştün dillere

Kınalar yak bundan sonra ellere

Beni terk eyleyip başka illere

Göç bakalım sonun nere varacak

 

Dar ettin başıma bu garip hanı

Sana verdim bütün cümle cihanı

Devir sana döndü şimdi dalganı

Geç bakalım sonun nere varacak

 

Civan'ım da derki sevmiştim seni

Ben deli değildim sen ettin beni

Öldürüp aşkıma beyaz kefeni

Biç bakalım sonun nere varacak…

Van Gölü İncileri

YOZLAŞMIŞ YOSUNLAR

TUTKU SAVUR

Yozlaşmış yosunların rutubetli kokuları

tırmalıyor burnumu

ak saçlı kalbimin son tıkırtıları yankılanıyor kulağımda

paslanmış gözyaşlarım mesken tutmuş kemiklerimi

ümitlerim nerede, hangi genç kızın çeyizinde?

giyotinle doğranıyor kireçlenen hayallerim

günahkar bedenlerin terli tövbelerinde gizliyim

hürriyetine özlem, içinde yaşlı bir gülümsemeyle

 

Güneşten korkmuş titrek bir ruh, elleri ateş

sensiz cümlelerin devrik hallerinde kaybolmuş

tahliye ediliyor yüklemlerin yükü, noktalar yetkisiz

emirler yağdırıyor ünlemler arsızca sayfalara

aklını yitirmiş kelimelerim anlam arayışında

satırları katlediyorum elimdeki neşterle

 

Hayaller ülkesinin gökyüzünde gözlerin

sona kalan iki parlak yıldız

saçların gecenin siyah perdesi,

alevle dans eden şiir kuşaklı kadınsın sahnede

yozlaşmış son melodram bu

ayrılığın ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Van Gölü İncileri

AZİZİM

BAHAR SANCAK

Azizim!

seni yâd etmeye geldim,

aylardan sonra ilk kez

bugün gördüm seni,

soğuk bir kış günü

şehrin ortasında

yanakların al al...

 

Gözlerin birini arıyor gibi

birini bekliyormuşsun gibi,

gözlerin; çığlık çığlığa

yârimi bekliyorum dercesine

 

Azizim!

karşıya bak belki de

yârin karşıda

seni bekliyor

gözleri; çığlık çığlığa...

Van Gölü İncileri

SUSMAK

ELİFNUR ÖZCAN

Susmak bazen hayattaki en acı duygudur.

İnsan neden susar peki? Konuşsa kelimelerin duygularını ifade edemeyeceği için mi susar insan yoksa etrafında anlayacak birinin olmayışından mı?

Konuşmak bir çözüm değildir bazen hayatta, anlamsız geçen saniyelerin çığlıklarıdır suskunluk; çaresiz, koca bir sessizliğin çığlığı. Kelimeler yetmez bazen duyguları anlatmaya bu yüzden nedensizce susar insan.

Mutluluğun geçici olduğunu bildiğimiz gibi mutsuzluğun da geçici olduğunu bilmeliyiz. Hayatta her anın önemli ve değerli olduğunu hatırlamalıyız, kendimizi sevmeli ve saygı duymalıyız .

Bize mutluluk ve huzur veren işlerle ilgilenmeliyiz.  

Bakmadan Geçme