BİR KİTAP OKUDUM HAYATIM DEĞİŞTİ!
YUNUS EMRE ALTUNTAŞ
İnsan hayatı kısa, kitaplar ise çok fazla. Şöyle kaba bir hesapla her gün bir kitap okusak dahi ömrümüz boyunca okuduğumuz kitapların sayısı mütevazı bir kütüphane kurmaya ancak yeter. Şu halde bu kısa ömrümüzde okuyacağımız kitapları seçmek, bazılarına öncelik vermek durumundayız. Benim tavsiyem bir taşla iki kuş vurabileceğiniz kitapları tercih etmenizdir. Bu listenin en başında ise hatırat kitapları gelir.
Hatırat türü ilk kez 16. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış ve 18. yüzyıldan itibaren romandan sonra en fazla okunan edebiyat türü olarak yaygınlık kazanmıştır. Hatırat olarak adlandırılmasa da içerisinde hatıraların da yer aldığı kitaplar İslam coğrafyasında çok öncesinde yazılmaya başlanmıştı. Lakin başlı başına hatıralardan oluşan ve bu hatıraları edebi bir dil ile ortaya koyan ilk örnekler Fransa’da görülür. 19. yüzyılda zirveye çıkan bu türün yüzlerce örneği halen yoğun olarak okunuyor. Hatırat denildiğinde içerisine mektup, seyahat, günlük, söyleşi, otobiyografi gibi edebi türlerin de dâhil olduğu geniş bir kavram akla gelmelidir. Şimdilerde buna portre yazarlığı da eklendi. Bizde Nihat Sami Banarlı, M. Orhan Okay, Beşir Ayvazoğlu, Dursun Gürlek, Kurtuluş Kayalı, Reşit Güngör Kalkan, Fahri Tuna, Mehmet Aycı bu alandaki özgün çalışmalarıyla biliniyor.
Hatıratlar; olgunluk döneminde kaleme alınması, pek çok değerli tecrübeyi yansıtması ve samimi bir dille yazılmış olması gibi sebeplerle oldukça önemli kaynaklardır. Sadece edebi değeri bakımından değil aynı zamanda dönemin olaylarını anlayabilmek açısından da tarihi önemi bulunan bir türdür. Özellikle devlet adamlarının, büyük edebiyatçıların veya askerlerin kaleminden çıkan hatıratlar dönemi aydınlatmak bakımından altın değerindedir. Bu sebeplerle hatırat okumak aynı zamanda o yazarın tüm ömrünün birikimini, yaşantılarını, tavsiyelerini birinci elden öğrenebileceğiniz kıymetli eserlerdir. Hele ki söz konusu hatırat roman tarzında akıcı bir üslupla yazılmışsa tadına doyum olmaz.
Okuduğum ilk hatırat kitapları henüz ortaokul ve lise yıllarında okuduğum hatırat kitapları halen dimağımı beslemeye devam ediyor. Aynı dönemde daha pek çok kitap okuduysam da aklımda daha çok hatıra kitaplarının kalmış olması bu türün kalıcılığına yaşanmış bir örnektir. İsmet Özel’in “Waldo Sen Neden Burada Değilsin”, Cahit Zarifoğlu’nun “Yaşamak”, Hasan El Benna’nın “Hatıralarım”, Muhammed Esed’in “Mekke’ye Giden Yol”, Abdulkadir Es-Sufi’nin “Gariplerin Kitabı”, Sezai Karakoç’un -halen kitaplaşmamış- “Hatıralar”ı, Cemil Meriç’in “Jurnal I-II”, Zeynep Gazali’nin “Zindan Hatıraları”, Necip Fazıl’ın “Babıâli”, Alex Haley’in “Malcolm X”, Said Halim Paşa’nın “Buhranlarımız”, Cenab Şahabettin’in “Hac Yolunda”, Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam”, Rıza Nur’un “Hatıralarım” gibi eserleri bu dönemde okuduğum ve ufkumu önemli ölçüde genişleten çalışmalardı.
Osmanlı’da Hatırat Kitapları: Hatırat türü tıpkı roman gibi Tanzimat’la birlikte ülkemize girmiştir. İlk örneklerine 19. yüzyılda rastlasak da asıl gelişimini 20. yüzyılda sağlamıştır. “Hatırat” kavramı da ancak 20. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Ziya Paşa’nın “Defter-i Amal”i ile Muallim Nâci’nin “Medrese Hatıraları” türün Osmanlıdaki ilk örneklerindendir. Şeyh Şamil’in “Hatıralar”, Melek Hanım’ın “Haremden Mahrem Hatıralar”, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Maruzat”, Gazi Osman Paşa’nın “Plevne Hatıraları”, Mehmed Arif Bey’in “Başımıza Gelenler”, Ahmed Muhtar Paşa’nın “Hayatım”, Sultan Abdülhamid’in “Siyasi Hatıratım”, Hayrullah Efendi’nin “Avrupa İzlenimleri”, Kazım Karabekir’in “Hayatım-Hatıralarım”, Liman Von Sanders’in “Türkiye’de Beş Yıl”, Ahmet Rasim’in “Falaka ve Gecelerim”, Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Edebiyat Hatıraları” bu dönemin akla gelen önemli eserlerindendir.
Son dönem : Son on yılda hatırat kitaplarının yaygınlaştığı gözleniyor. Yeni nesiller Tanzimat’tan Cumhuriyete uzanan yılları bu hatıratlar üzerinden okuyor ve özellikle Cumhuriyetin ilk 30 yılındaki karartmayı bu tür hatıratlar üzerinden aşmaya çalışıyor. Son döneme ait okuduğum ve beğendiğim hatırat kitaplarını buna örnek gösterebilirim. Halil İnalcık’ın “Tarihçilerin Kutbu”, Kemal Karpat’ın “Dağı Delen Irmak”, A. Yüksel Özemre’nin “Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı”, Münevver Ayaşlı’nın “İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim”, Mahir İz’in “Yılların izi”, Yahya Kemal’in “Hatıralar”, Ali Ulvi Kurucu’nun “Hatıralarım”, İbnülemin Mahmud Kemal’in “Hoş Sada”, Ayşe Osmanoğlu’nun “Babam Abdulhamid”, Yakup Kadri’nin “Politikada 45 Yıl”, Tevfik İleri’nin “Yassıada Mektupları”, Ali Fuad Başgil’in “Hatıralar”, Uğur Derman’ın “Ömrümün Bereketi”, Hayreddin Karaman’ın “Bir Varmış Bir Yokmuş”, Semavi Eyice’nin “İstanbul’un Yaşayan Efsanesi”, Aliya’nın “Tarihe Tanıklığım”, Yavuz Bülent Bakiler’in “Unutamadıklarım”, Emin Ersoy’un “Babam Akif”, Ayşe Şasa’nın “Bir Ruh Macerası”, Tosun Bayraktaroğlu’nun “Amerika’da Bir Şeyh”, Necmeddin Erbakan’ın “Davam”, Samiha Ayverdi’nin “Hatıralarla Başbaşa”, Annemarie Schimmel’in “Doğudan Batıya”, Emin Işık’ın “Nurettin Topçu”, Çerkes Ethem’in “Hatıralar”, Vecihi Hürkuş’un “Bir Tayyarecinin Anıları”, Akif Emre’nin “Çizgisiz Defter”, Hasan Aycın’ın “Muşahedat”, İhsan Süreyya Sırma’nın “Yalan Dünyayı Adımlarken”, Bilal Kemikli’nin “Memleket Yazıları”, Edward Said’in “Yersiz Yurtsuz”, Mahmut Bıyıklı’nın “Yaşayan Hatıralar”, Nurettin Durman’ın “Haydi Bana Eyvallah”, Ayşe Hümeyra Ökten’in “Dindar Bir Doktor Hanım” son on yılda okuduğum eserlerden bazıları. Daha pek çok eser var lakin bu kadarıyla iktifa ediyorum. Kısacası “Hatırat” kitapları her zaman listenizin başında olsun derim. Çünkü bir kitap sayesinde yüzlerce kitabın özüne ulaşabiliyorsunuz. İyi okumalar.
TÜM BENLİĞİMİZLE ALLAH’A EMANETİZ
MERAL YAĞMUR
Sözlerime bu başlık ile giriş yapmak istedim. Çünkü bütün evren insanın muhatabı ve insana hizmet için yaratılmış, beraberinde insana emanet. İnsan ise kendini daima Allah’a emanet eder. Ve Allah(cc) kendisine emanet edilene sonsuz himaye edicidir. Allah’ın ahdinde hulf olmaz, emaneti mutlaka iade eder…
İnsan emin olmak itibariyle Allah’ın emanetini yüklenmiş tek varlıktır. Dolayısıyla insanlar, emin olmaları sıfatıyla kendi aralarında birbirlerine emanet bırakabilir ve emanete riâyet etmeye çalışırlar. Hayatımızda kendimize yetemediğimiz anlar olur. Başkalarının yardımına da ihtiyaç duyarız. Bu nedenle bazen uzanacak bir el bekleriz. Emanet duygusu; insan hayatındaki muamelelerin ve alışverişin ruhunu oluşturur. Ve bu hassa toplumsal güvenlik, refah, düzen ve intizam demektir ki; insanoğlunun yaradılış gayesinde insanî melekelerin oluşumunda etkisi yüksek olan bir latifedir. Ve aynı zamanda insanı, diğer canlılardan ayıran en belirgin sıfat, akıl melekesine sahip oluşudur. Aklın fonksiyonel özelliği iradedir. İrade ise seçme yeteneği ile üstün kılınmış ve bu minvalle donatılmıştır.
Allah’ın insana yüklediği bu misyon, onun seçme yeteneğine hitap eder. İnsanın edimlerinden sorumlu ve hesaba çekilebilir olmasının nedeni, onun yüklendiği akıl emaneti hasebiyledir. Bu paralelde insan, üstlendiği akıl emaneti neticesinde kendi bedeni başta olmak üzere bütün bir yeryüzünün ve kâinatında kendisine verilmiş bir emanet olduğu bilinç ve şuuruyla yaratılmıştır. Zirâ, kendisine verilmiş olan bu emanetleri de korumakla yükümlüdür. Vücut emanetini sağlıklı olarak, muhatabı olduğu doğasını bozmadan korumakla görevli ve mükelleftir. Emanet duygusu insana, her şeyin sahibi olarak gördüğü, Allah tarafından verilen her türlü nimeti kendisine addetmek ve onlara egemen olmak yerine, tahrip etmeden kendisine olan güveni zedelemeyecek ve onlardan gerektiği ölçüde, varlığını idâme ettirecek şekilde yararlanma anlayışını kazandırır. Geçici olarak bize teslim edilen herhangi bir eşyadan tutun da iman başta olmak üzere sahip olduğumuz maddi-manevi bütün nimetler, ikramlar, imkânlar ve kabiliyetler emanet kapsamındadır. Bunların yanı sıra yapılan vaatlerin, özel meclislerde, topluluklarda sarf edilen sözlerin, verilen sırların ve aile mahremiyetinin birer emanet olduğunu kabul edelim. Bu itibarla kişinin davranışlarında emanet duygusu, öncelikli bir duygu olarak yer alırsa başta kendi varlığı olmak üzere etrafında var olan her şeye karşı hükmetme veya ele geçirme yerine onların mutlak sahibi olmadığını fark ederek sadece yaşama süresince, kendisine emaneten verilmiş görüp, görev ve sorumluluklarını bu bakış açısıyla gerçekleştirme ve onların varlığının yaşamındaki değerini, önemini anlama, onlardan gerektiğince kendi gelişimine ve ihtiyaçları doğrultusunda kullanma, istifade etme davranışları gerçekleştirir. Bununla birlikte insanın başta kendi hayatı olmak üzere kendisine verilen her şeyi emanet duygusu ile görmesi ve ele alması, yaşadığı zorlukları aşmada, durumunu kabullenmede etkili olacaktır.
Bize emanet olarak bırakılmış herhangi bir nesneyi veya kişiyi kendi işlerimizde kullanmak, onu korumamak, gözetmemek, ona zarar vermek insan kişiliğine ve ahlak kurallarına aykırı bir davranıştır. Emanete riâyetin yeri ve ehemmiyeti, Mü’minun suresi 8. Âyet-i Kerîme’sinde “Onlar, emanetlerine ve ahitlerine riâyet edenlerdir. Ve o müminler ki, kendilerine gerek Allah’ın, gerekse insanların verdiği emanetleri en güzel şekilde korur, verdikleri sözü de mutlaka yerine getirirler.” şeklinde vurgu yapmaktadır.
Aslında dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de emaneti sadece maddi eşyalar olarak algılamamamız gerektiğidir. Meselâ aile bir emanettir; eşler birbirine ve dahi çocukları Allah’ın emaneti olduklarını bilmeleri ve onlara çok değerli olduklarını hissettirerek muamele etmeleri lâzım ki, bu vesileyle aile saadeti muhafaza edilebilir. İlim emanettir; ilim sahibi kendisinde var olan ilmi ifâ ederek, ilminin zekatını vermekle mükelleftir. Sır almak emanettir; sırrı saklayarak, tutarak gerek sırrı, gerek sırrın sahibini gözetmek, kollamaktır. Görevler emanettir; görevi alanda verende ehli olmalı ve bi-hakkın yerine getirmelidir. Peygamber Efendimiz(sav) “Emânet kaybedildiği zaman, işler ehli olmayanlara verildiği zaman, kıyameti bekle.” buyurarak emanetin önemine işaret etmiştir. Söz, ahit emanettir; bu noktada beni çok etkileyen bir atasözü beliriyor zihnimde ” Öl söz verme, öl sözünden dönme.”
Geleceğimiz emanettir; kendi yaşantımız ile örnek teşkil ederek, bulunduğumuz coğrafya, mensubu olduğumuz toplumda, hayata katkı sunacak her türlü eylemimiz neslimizin selâhiyeti adına emanettir ve hakeza geçmişimiz, sahip çıkmamız gereken tarihimiz de emanettir. Ve zaman; zaman, bize bağışlanan diğer bir emanet olup her saniyesini Allah’ın razı olacağı, insanların dahil ve memnun olacağı hayırlı işlerde kullanmak, zannediyorum en güzel kazançtır. Ahlakî değerler ve iffette bir emanettir ki; insana onur ve yüce şahsiyet kazanımlarının yolunu açar. Hâsılı; dinî ve millî değerlerimiz, vatanımız ve bayrağımız emanettir. Aldığımız her nefes, ömrümüz, aklımız, kalp atışlarımız, dilimiz, bilgimiz, birikimimiz emanettir. Duygularımız, latîfelerimiz, kabiliyetlerimiz; külliyen bütün bedenimiz, soyut ve somut sahip olduğumuz her ne varsa bize emanettir.
Emânet duygusu iman kökenlidir. Asâletinde insana bahşedilmiş çok değerli bir mücevherdir. Çıtası o kadar yüksek ve açısı bir o kadar geniştir. Binaenaleyh bu çerçevede bir kaç basamakla ele alıp belki bir hatırlatma nispetinde emanetin sahibine emanetiz.
Sevgi ve muhabbet ile…
KÖROĞLU’NUN SELAMIYLA
İBRAHİM ŞAŞMA
Uçun Bolu’ya doğru, uçun cümle koçaklar;
Dosta aşiyan olsun, ruhumdaki saçaklar.
Uçun Bolu’ya doğru, kim öle kimler sağdır
Zaman nice zamandır, dağlar kimlere dağdır
Bir küheylan kişnesin, zilzal olsun sesinde;
Çağ destana gebedir, bir çıranın isinde.
Uçun Bolu’ya doğru, Köroğlu’nun yurduna
Bir yiğit ki yürürken, bakar mı hiç ardına?
Narama kulak verdi, yer gök aynı lisanla
Haksızlığı görüp de, işim olmaz susanla
Benem sevda benem yâr, aşkla çarpan kalp benem
Oğuzlar lügatinde, o beklenen alp benem
Düşenin kaldıranı, suskunların diliyim
Bahadırım, ervayım, ben ki Ruşen Ali’yim
Yürüdüm Dörtdivan’da, Gerede’de, Seben’de
Ahı kalmasın kulun, ne dağlarda ne bende
Bir elimde kılıcım, bir elimde sazımla
Asırlardır okundum, alnımdaki yazımla
Seyis Yusuf’un oğlu, aklığıyım yüzünün
Yükü ağır kalbinden devşirdiğim hüzünün.
Arsızlığa isyanım, eşkıyayım zalime
Kimler gıpta etmedi, benim yaman halime
Silah diye verildi, mertlik cümle bedene
Bir çift sözüm olacak, tüfenk icat edene
Yürüdüm zulme inat, hak aşkına yürüdüm
Ben dağların burcunu, kimliğimle bürüdüm.
Zirvesinde kar benim, ılgıt ılgıt yeliyim.
Bahadırım, ervayım, ben ki Ruşen Ali’yim
Yiğitlikle sırlandım, rahme düştüğüm demde
Asalet mayasıymış, asıl servet âdemde
Kıyamete benzermiş, koç yiğidin asabı
Mil çekilen gözlerin, sorulacak hesabı
Kırat’ım var Kırat’ım, sakınır beni şerden;
Bir külek buğday derdim, ayak vurduğu yerden
Ne vakit ki garipler, ümidini kesti mi?
Çektim Bolu Bey’ine, rest üstüne restimi
Mührüm vuruldu benim, dağlara ve taşlara;
Kır atımla yetiştim, kanat çırpan kuşlara
Gözlerinden öpmüşüm, doruklara çıkmadan
Dizlerimde salladım, ben bir şehri bıkmadan
Mertliğin duru yanı, aşkın Bolu haliyim
Bahadırım, ervayım, ben ki Ruşen Ali’yim
Bin katlı bir kabuktan, çıkar öyle gelirim
At demezem Kırat’a, sanki kardeş bilirim
Yerde insan saymışım, gökte melek Ayvaz’ı
Dost var iken neyleyim, cihanda çoğu azı
Çamlıbel bilir beni, ateşimi közümü
Yedigöller yıkadı, her seherde yüzümü
Selam, sekizde saçak, dokuzda el göğüste
Hoş gördü Sultan Murat, evladım dedi üste.
Hoylu Bey, Ayıboğan, Güdümen, Dağdeviren;
Koçyiğitler değil mi, közü küle çeviren
Gariplerin gözyaşı, gönenli can duvarım
Gürzümün kösteğiyle, kılıcımdır tek varım
Yeri gelir berduşum, yeri gelir veliyim
Bahadırım, ervayım, ben ki Ruşen Ali’yim
Ben coşkun bir sesleniş, içli bir vaveylayım
Bolu’nun cemaline, şavkını vuran ayım.
Anadolu Türküyüm, boyun eğmemek tutkum
Han Nigarı görende, aşkla tutulur nutkum
“Hey hey yine de hey hey”, dilimde girizgâhım
Dağlara mihmandarım, asice bir âgâhım
Gölgem tazedir hala, Abant’ta ayak izim
Kırklara karışmışım, kırklarda saklı gizim
Hakkı tutun kaldırın, bir kenara atmayın
Garibi ağlatarak kalbimi sızlatmayın
Ben Bolu’nun gönlünde, hala gezer dururum
Tüfek benim neyime, bakışımla vururum.
Yârim yoldaşım dostum, kırık sazın teliyim
Bahadırım, ervayım, ben ki Ruşen Ali’yim.
EYLÜL/SEGAH
MEHMET OSMANOĞLU
eylül ve hüzün
şu kızıl yamaçların
yorgun arkadaşları olmalı
yolları aynı mevsimde kesişen
hüznün çehresindeki
eylül usancı bizi
hiçliğe koşturur
çiçek tedirgindir kuşluktan
yaprak
inceldiği yerden düşer toprağa
güneşin gölgesinden saçılır yağmur
artık bitti
yaz akşamlarını şenlendiren segah
alev dudaklardan hüzzam yükselir
acının yolcuları
birlikte yürüyecek bu kadim yalnızlığa
öylece yaşlandık işte
ölüme, öylece yaklaştık
şimdi takvimler eylül
vakit, akşam üzeri
fısıldıyor ömrü süpüren rüzgâr
zevâlin arifesindeki saatleri.
SENİ BİR ŞİİRE YAZMALIYIM
ÜMİT KARADENIZ
Bir şiir yazmalıyım sana
seni bir şiire yazmalıyım
hepsinden ayrı en güzelinden
kalemi Anka tüyünden olmalı
kâğıdı kaf dağının gülünden
kimse ulaşmamalı, sen gibi olmalı
Bir şiir yazmalıyım sana
seni bir şiire yazmalıyım
mürekkebi gözyaşından olan
sadece âşıkların okuyacağı harflerle
dolunayda yazmalıyım bunu
saf ay ışığında okunabilmeli sadece
sadece sen okuyabilmelisin gece
sesin ışık olmalı aşığa, sen gibi olmalı
Bir şiir yazmalıyım sana
seni bir şiire yazmalıyım
Şems’in serpuşuna tutturup
Mevlana’ya okutmalıyım
güneşe tutmalıyım şavkını bu şiirin
bir seher yeliyle kokusu yayılmalı âleme
misk u amber damıtmalı, sen gibi olmalı
Bir şiir yazmalıyım sana
seni bir şiire yazmalıyım
yıldızlara resmetmeliyim hüznünü
kapayıp gözlerimi seyretmeliyim yüzünü
penceremden yağan kar gibi, usul usul
dağlara gelinlik giydirircesine
bahara bereket müjdecisi, sen gibi olmalı
Bir şiir yazmalıyım sana
seni bir şiire yazmalıyım
çınarın tohumuna yazmalıyım
en zirveye dikmeliyim bu çınarı
binler yılca bayrak gibi dalgalanmalı
akan suya yazmalıyım
deryalar bu şiirle mayalanmalı
sahralara yazmalıyım bu şiiri
bir meczup misali mecnun gibi
ömür boyu seni okumalıyım, sevgili.
ÂH VE HÜZÜN
BARIŞ TALAY
-Ömer Demirbağ'a
Odalar durduruyor beni
Hüznün gömütlüğü odalar,
Katı, taş kesilir buralar
Acının gam köşesi
Sağ yanım durduruyor beni
Kalbimin zeyl yazıldığı yer
Yazılır baştan sona per
Aynadır yansıtır beni
Âh! Biçiliyor hüzünler
Tam da geliyor tenime
Yakup'tan bir hazannâme
Söyleniyor bu günler.
AZİZ ŞEHRİM
RAMAZAN ALKAN
Dün gece kanlı kurtlar sessizce görüştüler
Aziz şehrime leş kargaları gibi üşüştüler
On beşlik kardeşlerim birer birer şehit düştüler
Ya bu zulme sessiz kalan halkıma ne demeli
Diz çöktürüp yere arzı, semayı inletmeli
Gökyüzünde parlayan yıldız değil kurşun alevi
Yıktılar zalimler, tüten ocağı onca yoksul evi
Sen böyle kalmazsın uyandır içindeki devi
Ya bu ölümlere sessiz kalan kardeşime ne demeli
Öyle bir çığlık atmalı ki yer gök inlemeli
Düşman her tarafta Aziz Şehrime daldı
Bedenler parçalandı, üzerimize dehşet saldı
Ölen yavru meleklerin bizlerde ahları kaldı
Ya bu vahşeti durdurmayan dünyaya ne demeli
Ayağını yere vurup tepkisini göstermeli
Aziz şehrim artık bir çocuk mezarlığı
Geçti, kalemlik değil bırakın bu yazarlığı
Elden gitmekte feda et her şeyi, varlığı
Ya bu hüzne sessiz kalan kalbime ne demeli
Evde korkup oturmaktansa ölmeyi yeğlemeli.
NİLÜFER YANDI
BÜLENT BAYSAL
Dertler fersah fersah, geldik biz göze
Can evimden vurup kıydılar bize
Kustular kini nice asılsız söze
Suya ateş düştü nilüfer yandı
Günleri şaşırdım mevsim hazandı
Kırıldım, incindim çıkmıyor sesim
Kaybettim ümidi dünya kafesim
Çile kapısında kesik nefesim
Suya ateş düştü nilüfer yandı
Yönümü şaşırdım söyle ne yandı
Unuttum dünümü, günü sormadım
Hakk’ı aradım ben, bana kalmadım
Dertler eşiğinde estim durmadım
Suya ateş düştü nilüfer yandı
Uyuşamadık hayat bizi ne sandı
Cılkın çıkmış dünya her günün sızı
Mahvettim ömrümü bu nasıl yazı
Geçip gitti sanma zalimin kızı
Suya ateş düştü nilüfer yandı
Karanlık geceler ışığa kandı
Yazan kalem yazmaz oldu tükendi
Dost bildiğim ardın dönüp gidendi
Yelimde savruldum közüm nedendi
Suya ateş düştü nilüfer yandı
Şaşırdım yolumu bu da bir candı.
HAYALETLİ ŞEHİR
ŞERİFE YEŞİL
Şehrin hayaletleri sardı sokakları yine
rüzgarla dans eden soluk ruhlar
peşlerine renkli bir uçurtma takıldı
eskiyi hatırlatan güzel rüyalar
Kaldırımlara dizildiler sıra sıra
bir yabancı fısıldıyor kulaklarına
duydukları buruk bir hatıra
geri gelmiyor yaşananlar her ne olsa
Soğuktan ölü kalpleri dondu
koskoca yeryüzünde hiçbirine yer yoktu
yaşadıkları eski bir rüya
güneş doğunca döndüler yurtlarına.