AKILLI UZUN KUYRUK VE ÜZGÜN AĞAÇ
MUSTAFA AYYÜREK
Bir zamanlar yuvasından yeni uçmuş akıllı mı akıllı bir serçe varmış. Bu serçenin kuyruğu diğer serçelerin kuyruğuna pek benzemezmiş. Diğer serçeler hem az akıllı hem de kısa kuyruklu olduklarından dolayı bu serçeye Akıllı Uzun Kuyruk adını vermişler. Her işi çabucak çözer, kimseyi incitmeden her şeyi kolayca halledermiş. Akıllı Uzun Kuyruk, bunları yaparken büyüklerden fikir alır, arkadaşlarıyla ortak hareket edermiş. Uçtuğu zamanlar orman sakinlerinin sıkıntısı var mı, yok mu ya da herkes iyi ve güvende mi, diye sürekli etrafı kollarmış.
Bir gün Akıllı Uzun Kuyruk uçarken dengesini kaybedip yalnız ve tek başına kalmış bir ağaca çarpmış. Hemen toparlanıp “Özür dilerim sevgili ağaç, umarım size bir zararım dokunmamıştır,” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş. Ama ağaç o kadar hüzünlü ve yalnızmış ki büyük bir ahtan başka hiçbir sözcük kullanmamış. Buna bir anlam veremeyen Uzun Kuyruk tam uçup gidecekken ağacın bir sorunu olduğunu anlayıp gitmekten vazgeçmiş. Ağaca dönüp saygıyla selam verdikten sonra şöyle demiş “Yoksa size çarptığım için mi bu kadar üzgün ve sessizsiniz.” Ağaç, “Hayır,” diye cevap vermiş. Akıllı Uzun Kuyruk, “O halde sizi bu kadar üzen şey nedir?” diye sormuş. Ağaç yine derin bir ah çekmiş ve susmuş. Akıllı Uzun Kuyruk ağacı şöyle bir süzdükten sonra ağacın dallarının gittikçe sarardığını ve hiç çiçek açmadığını görmüş. Ağacın yaprakları sarardığı için de kuşlar bu ağacı beğenmeyip hep başka ağaçlara yuva yapmış.
Uzun süredir terk edilmiş olan Üzgün Ağaç, hemen kaçıp gitmeyen serçeye “Adın ne senin,” diye sormuş. Serçe, “Benim adım Akıllı Uzun Kuyruk,” demiş. Üzgün Ağaç, “Eğer gerçekten akıllıysan sana derdimi anlatmadan sen benim derdimi çözersin,” demiş. Serçe ağacın kurumak üzere olan dallarından birine tüneyip, “Derdi veren dermanını da yollar elbet, sen yine de anlat bakalım,” diye karşılık vermiş. Yalnız Ağaç derin bir ah çektikten sonra, anlatmaya ne hacet her şey zaten besbelli değil mi? Akıllı Uzun Kuyruk, Yalnız Ağaç’ın etrafından bir kaç tur attıktan sonra hiçbir şey söylemeden uzaklaşıp gitmiş. Yalnız Ağaç, belki derdi çözülür diye umutlanmış ama bir kez daha terk edildiği için üzüntüsü birken bin olmuş.
Yalnız Ağaç bir hafta boyunca hem kulaklarını kapatmış hem de gözlerini hiç mi hiç açmamış. Hayatı son bulsun diye Allah’a yalvarıp durmuş. Aradan bir hafta geçtikten sonra Akıllı Uzun Kuyruk, Yalnız Ağaç’ın dallarından birine tüneyip gagasıyla gözlerine sertçe vurmuş. Ama Yalnız Ağaç hiç oralı olmayıp oflayıp puflamış. En sonunda canı o kadar yanmış ki hışımla gözlerini açmış. Tam gözlerine gagasıyla vuran Akıllı Uzun Kuyrak’a bağıracakken bir de ne görsün, dalları güzelleşmiş, sararan yaprakları yeşillenmiş ve de en önemlisi kuşlar tekrar tepesinden uçup yüzlerce yuva yapmış. Yalnız ağaç şaşırmış ve çok mutlu olmuş. Çünkü artık eskisi gibi kuşlara yuva olmuş ve yalnızlıktan kurtulmuş. Tüm bunları Akıllı Uzun Kuyruk, arkadaşlarıyla ağaç için su kanalı açıp köküne gübre atarak yapmış.
TELEFON
TUNCER SAVCI
Uzun uzun çalan telefon zırıltısı telefonunun ahizesini kaldırınca ses birden kesiliverdi. Arayan kişiyi daha iyi duyabilmek için başındaki yalığı parmağıyla geriye doğru kaydırdı, kulağını ahizeye dayadı:
-Alo, alo... Alo…
Arayan kişinin sesi cızırtılı geliyor, ne dediği anlaşılmıyor, sesi zor anlaşılıyordu...
Alo, kimsin? Alo, alo… Dediyse de kimin aradığını bilemedi, karşıdan ses kesilince ahizeyi yerine koydu, kapattı...
Kimse tekrar arar zahar dedi kendi kendine...
Sedirin üstüne pencere kenarına oturduğunda dışarıda usul usul yağan karın yağmasına seyre daldı. Kar taneleri buğulu gökyüzünden birikmiş bembeyaz kar örtüsüne sessiz ve yumşak yağıyordu. Kar o kadar yumuşak sessiz yağıyordu ki insanın hislerini kaygılarını yumuşatıyor insana iyimser bir hava katıyordu. Aksam vaktine dem vuran duvardaki saatin saniyelerinin tik tok sesi ve içten içe yanan odun çıtırtılarına sobanın üstüne arada sırada çaydanlıktan düşen kaynamış su damlacıklarının cis cis sesi odaya ayrı bir huzur verirken, içerinin ılıklığı insanın tatlı hoş uykusunu getiriyordu... Bu sessizlik rehavetini telefonun tekrar zır... zır... diye çalmaya başlaması bozdu. Oturduğu yerden kalktı, yalpa yalpa yürüyerek masanın üstündeki telefon ahizesine cevap verdiğinde az da olsa karşıdaki kişinin sesini duyabildi.
-Alo bibi bibi benim Haydar, dudulardan, babamgile çarttırabilin mi? Sana zahmet geri kapattım, geri ararım birazdan...
Arayan askerlik vazifesini yapan köylü bir gençti. Aileyle görüşebilmek için köyü aramıştı. Telefon serüveni Orta Toroslar'da yukarı dağ köylerine seksenli yıllarda elektriklerin köylere gelmesiyle doksanların başında her köye bir telefon hattı çekildi. Yetkililer köye iletişimi sağlamak amacıyla tek bir eve telefon koydular. Köylüler herkes gurbetteki akrabalarıyla ancak bu şekilde konuşabiliyorlardı. İletişim her zaman da istenildiği gibi sağlıklı da olamıyordu. Köyü aradığınızda telefonu bağlantısını kurabilmek çok zahmetlice bir işti. Telefonu düşürmek bir yana hadi düşürdünüz diyelim, ev sahibi evdeyse cevap verecekte, konuşma yapma istediğiniz kişiye haber verilecek de haber ulaşacakta, tekrar aranacak düşerse ancak konuşabilirdiniz. Bazen görüşme bir iki günü de buluyordu. Hele ki kar kış zemheri zamanında ceyranların kesilmesi veya telefon direklerinin devrilmesiyle belki de hiç görüşme kurulamıyor haftalarca köyle iletişim sağlanamıyordu. Belki de dışarıda yağan kar birazdan her tarafı dolduracak elektrik ve telefon kesilecekti arayan kişi bir daha telefonu düşüremeyecekti. İyi de şimdi kar kış kıyamette nasıl haber ulaştıralım diye Zilfice Garı düşünürken torunu dışarıdan içeri girdi.
-Ne o Ebe kimdi arayan? Telefon çalıyordu.
-Oğlum şoo Gici Mustafa var... evleri yukarıda bilin mi?
-Hee...
-Hadi gitte haydar abi aradı, gelecek misiniz de...
-Ee Ebe oraya kadar kim gidecek çok uzak...
-Oğlum olmaz hadi gider geliver ayıp olur bu telefon bizim amanatımız insanlar bize güvenip bırakmışlar hadi yiğidim koş geliver...
-Ee Ebe bıktım yav her gün her gün birilerini çağırmaktan telefon bozulsa da kurtulsak deyiverdi...
Gerçekten her gün her gün her saatte sabah akşam demeden çalan bu telefon zırıltısı bazen insanı canından bezdirtiyordu. Her gün mutlaka birileri arar onu yakınlarıyla konuşturmak için haber vermek, telefonun tekrar aranması görüştürülmesi nerden baksanız ev sahiplerinin iki saatini buluyordu. Bir gün içinde birkaç kişinin vakitli vakitsiz araması bir günlerine mal olabiliyordu...
Çocuk ebesinin sözünü dinledi zaten bu olaya alışkın olduğundan haber vermek için koyuldu yola. Lapa lapa yağan kar altında yürüyor bir yandan da söylenip duruyordu... Gittiği güzergahta çocuklar kızak biniyorlar, yaşlıca bir kadın başını gözünü sarmış sarmalamış çeşmeden doldurduğu suyu soluk soluğa kalmış halde evine taşımaya çalışıyordu.Yukarı çıktıkça bir evin damından aşağı doğru kar yığınları sanki bir çığ kopmuş gibi yüksek gürültüyle yere dökülüyor sonrasında birkaç çocuk damlardan aşağı kar yığınlarına atlayıp, kar yığınının içinden çıkmaya çalışıyorlardı....
Eve vardığında kapıyı çaldı, içeriden bir kız çocuğu karşıladı
Abla size telefon var Haydar abiden yarım saat sonra tekrar arayacak ebem gönderdi...
Haberi duyan kız birden sevin çığlığı attı. İçerideki babasına seslendi:
Baba, abim arıyor telefon etmiş, bizi çağırıyor demesiyle ev halkının yüzü ışıldadı.
Bir saat sonra telefon zili tekrar çaldı. Heyecanla kendilerine telefon geldiğini zanneden Gici Mustafa birden heyecanlandı, çocuk telefonu açtığında
-Alo, alo…
-He buyrun abi evet Evci köyü... Evet, abi Nadimin evi he... Kimi çaricim he ben Durmuş Aziz Emmiyi mi hee kahvedeydi şimdi sölerim kapatma istersen bekle
Arayan bir başkasıydı. İçerde yakınlarından telefon bekleyen üç beş kişi daha vardı. Gelenler o gün akşama kadar kulakları telefon zilinde oluyordu. Ev sahipleri için bu artık alışılmış bir durum olsa da her gün her gün birilerini misafir etmek zorunda kalmak biraz da can sıkıntısı olabiliyordu. Gelenler sadece telefon için gelseler hadi iyi. Onları karşıla, uğurla, İnsanın kendi özel hayatı kalmıyordu Ama yinede birilerini görüştürmek sevindirmek her şeye değiyordu onlardan hayır duası almak yetiyordu. Askerden arayan gencin yakınları o gün ne kadar bekledilerse de telefon onlara çalmadı. Bir kaç gün sonra ancak görüşme imkânı buldular...
Seneler sonra herhangi bir günde ister yaz ister kış olsun Yanıklar mahallesinde bir ana elindeki telefonla çok uzaklarda Almanya’daki oğluyla görüntülü konuşuyordu, bir başkası Cumalar Mahallesinde adam, kendi evinde sıcak sobasının yanında tuşlu cep telefonu ile dışarıdan gelen aramalara cevap verebiliyor, yakınıyla hasret giderebiliyordu. Bir başka birisi de üşengeçliğinden dünyanın bir ucunda uzaklıkta ama bir tık yakınında olmasına rağmen zahmet edipte bayramda seyranda da olsa yakınlarını arayıp hâl hatır soramıyordu. Koskocaman köyde tek bir evde bulunan telefonlu yıllar mı iyiydi yoksa koskocaman köyde herkesin cebinde bulunan şimdiki telefonlu yıllar mı?...
VAN BAĞLARI - ŞEHR-Î DİLÂRA
BÜLENT BAYSAL
Gönül mabedimin rûh-î mücerret incisi
bir şehr-î dilâranın zümrüt bahçelerine
düşerse yolunuz, biliniz ki burası Van’dır
çağlar boyu medeniyetler beşiği
asil ruhlar şehri, işte bu diyardır!
Erek Dağı’nın sol omuzundan, daha doğmadan güneş
beyaz badana boyalı, kerpiç duvarlı evlerinde
hayat başlamış, canlar uyanmış
kapı önleri sulanmış, süpürülmüştür çoktan
bahçedeki yaşlı eriklerin altına serilmiştir kilimler
sırtını möhre duvarlara dayamış
yaşlı iğde ağaçlarının rayihası
semaver kokusuyla hemhal olmuştur
Yeşilin tonlarıdır elma, armut, ayva, kiraz yaprağı
yine de o bağların mücevheridir erikler...
yapraklar arasından süzülürken güneş huzmesi
gök kuşağı raksında dilşad olurdu gönüller
billur kadehten ab-u hayat sunan misk
ilahi ve sonsuz bir senfonisiydi kuşlar
Söğüt dallarında sığırcık, serçe muhabbetleri
su şırıltılarla akarken arklardan
az mı dinlemiştik, dallara astığımız radyodan
yurttan sesler korosu az mı inmişti
'' bir seher vakti bizim bağlara''
az mı sarmıştı ''Erzurum dağlarını kar ile boran''
karpuz çatlatan edasıyla
az mı içilmişti toprak testilerden Zernabat Suları
burada yağan her yağmur tuanaydı
yağmur sonrası, toprağın cennet kokusu hep ondan...
Süphan'ın sol omuzunda batarken güneş
hanımeli, menekşe neşe kokan akşamlar inerdi
kapı önleri saksı saksı güllerle bezeli o evlerden
kavrulmuş çedene, kavurga kokardı
oyunlar oynanır, hikayeler anlatılır, masallar dinlenirdi
buram buram sessizlik
hışırdayan kavakların yapraklarında şarkılar vardı...
......
Ulu gölgelerinde dem çeken bülbüller gördüm
beyaz atlarına binip de nice gidenler gördüm
nev-î baharından dide-î giryan güller gördüm
görmez olaydım ah!
şu viranelikte ben neler gördüm...
Zaman yitmiş gitmiş, şehr-î dilâranın tozu kalmış
çalınmış ruhu özden, elde bir tek hazı kalmış
viran olmuş bağlarda, koca bir mazi kalmış
dem çekmiş gönül, arşede gam izi kalmış
OLUR
EMİNE GÜLDEN GÜZEL
Şimdi sana mısralar yazsam
bu ilden o ile yol olur mu
bilmem ki, kim bana bildirir
gönlün meyus mu yoksa
bahtiyar mı olur
Sana hitap edecek
bir kelam bulamam
bulsam da arz edemem
arz etsem bile acep
eksik mi olur
Acemisiyim adeta bu dünyanın
yabancısıyım güneş ve ayın
sanki bir tek senin aşinanım
desem...acep nazarında
mübalağa mı olur?
ANADOLU'DA KADIN
FUAT OSKAY
Anadolu'da topraktır kadın.
Toprağa umut çalmak, toprağın bağrında filiz filiz çoğalmaktır, toprağı yurt tutunmak, vatan kılmaktır kadın.
Anadolu'da ev'dir kadın, aile olmaktır.
Ev'lenmek bir kadının kalbinde sükûn bulmaktır.
Sabahın seherinde uyanmaktır kadın.
Terdir, emektir, sofra kurmak, aile efradını sofrada tutmaktır.
Ocaktır Anadolu'da kadın, sancaktır.
Pek değer bulmasa da emeği, kadın Anadolu'da dur durak bilmeden çalışmaktır.
Evde, tarlada, okulda, fabrikada, ofiste olmaktır.
Anadolu'da yârdır kadın yârendir, yavukludur, bir bedende nefes bulmaktır.
Çileye katlanmaktır Anadolu'da kadın, uzun uzun susmaktır.
Ferasettir Anadolu'da kadın, kanaattir, merhamettir.
Gözyaşlarıyla ıslanmasıdır seccadelerin.
Anadolu'da başak başak büyüyen sabır, şükür ve duadır kadın.
"VAY" ÇEKİP GİTTİ
SAİM KAYA
Hedefim kelebek, Kaşkar Dağı’nda
Ben oku atarken yay çekip gitti
Doğduğum gecenin, ilk şafağında
Güneşi beklerken ay çekip gitti.
Hayat merdivenim altmış yedide
Ucu görünmeyen dipsiz vadide
Azığın heybemde yüküm kedide
Küheylan yoruldu tay geçip gitti
Gözümden ileri, bakan göz gördüm
Gölgemden bakiye, çıkan iz gördüm
Aynaya bakınca, başka yüz gördüm
Benim sandığım yüz, "bay" çekip gitti
Beden debdebede, nefs başka yerde
Takke tesbih başka, fes başka yerde
Duygu başka yerde, his başka yerde
Cismine gücenen, "hay" çekip gitti
Sandık ki dünyayı, bundan ibaret
Altıda üstü de bin tür garabet
İçini doldurduk, almadık ibret,
Mevtama her bakan, "vay" çekip gitti
Kopmak kolay değil, dünya şevkinden,
Aldanan nefisler, doymaz zevkinden,
Yoktan var eden den, aslın fevkinden
Aktı damla damla, "çay" çekip gitti...
GECE VE GÖLGE
RAMAZAN ALKAN
Yalnızdım gecenin karanlığına sarılıp uyudum.
Beni dinleyen gölge her şeyi duydu yudum yudum
O da bana anlattı tüm gerçekleri bunu duydum
Yastığı yere attım, başımı gecenin göğsüne koydu
Sen gece, ben gölge, dertleşelim hep böylece
Tek damla ışık istemez, tüm gerçekler ortaya çıkar
Sus! sesli konuşma gecem, yerin kulağı var
Olur olmaz ışık ve aydınlık sırrımızı duyar
Ayan olmasın, gizli kalsın sende bu sır, bu efkâr
Sen gece, ben gölge dertleşelim hep böylece
Tüm yasaklar sende işlenir gecem, nedendir
Kirlilik bizim işimiz mi çirkinlikler bizdendir
Bizim suçumuz yok geceleri seçenlerdendir
Günahlar işlenir bizde, gündüz temizlenir
Sen gece, ben gölge dertleşelim hep böylece
Tüm savaşlar ve yenilgiler gece karanlığında saklı
Gözyaşı ve özlem, ayrılık acıları anlatıldı yasaklı
Kimi gizli, kimi muğlak, kimi kirli, kimi pasaklı
Gece ve gölgeyiz biz, bizim için herkes haklı
Sen gece, ben gölge dertleşelim hep böylece.
HUYUM KURUSUN
MEVLÜT EŞGÜNOĞLU
Ben memnun değilim kendi hâlimden
Dosta zarar veren huyum kurusun
Yanlış laflar çıkar bazen dilimden
Her hatayı gören huyum kurusun
Bir gurur uğruna dünya yakarım
Şeytan uyarım gönül yıkarım
İnsanlara tepelerden bakarım
Kimsin diye soran huyum kurusun
Bir gün okunacak bana da salâ
Nefsim iflah olmaz gaflette hâlâ
Milletin başına olursam bela
Kibre doğru varan huyum kurusun
Kavağın yelleri esmede yine
Dönüp bakmıyorum geçen o güne
Çokça canlar yakar durmazsa çene
Gönüllerden vuran huyum kurusun
Mısrada her sözcük olmuş bir inci
Olurum sanatta bir gün birinci
Dünya görmemiştir ben gibi genci
Derin hayal kuran huyum kurusun
Nedense nefsimi hâlâ yenemem
Yaptığım yanlıştan asla dönemem
Bir türlü hatamı kabullenemem
İnat edip duran huyum kurusun.
AŞK NE GÜZEL
FATMA TÜRKER
Bu bir aşk hikayesidir
benim seninle kadar sevdiğimin hikayesi
hayat seninle çiçek açan bir bahçe
her taraf papatya gül ve lalelerle
yeşil çimenler ile süslü her taraf
Bu bir sevda hikayesi
Sevmek güzelleştirir insanı
tahsisler bile çiçek açar
en güzel şekliyle güler bahar
Hep güzel bakar insanlar
Dereler şırıl şırıl akar
kuşların cıvıltısı en güzel müziktir
çimenler yemyeşil birer halı gibi
en güzel kokularıyla
karşılar bizi güller.