BEKİR FUAT HAKKINDA
EMİNE GÜLDEN GÜZEL
Bekir Fuat namı diğer Ebubekir Kurban üstadın kaleminden, her kelamı muhabbet yüklü bir kitap “Kurban Olduklarım” O samimi havayı her an teneffüs edebiliyorsunuz satırlar arasında. O kadar güzel başlıklar ve başlıklarla müsemma metinler var ki kâh tebessümle kâh hüzünle okuduğum kitapta. Hangi birini alıntılayacağını şaşırıyor insan ve bir kez daha insan olmanın erdemini ve onurunu tüm hücrelerinizde hissediyorsunuz.
Dostumuz evliyaların, gariplerin, çocukların, kimsesizlerin ve engellilerin dostu. İyi ki tanımışım onu. Bildiğiniz üzere herkes kendi derdine daha duyarlı, aşağıda paylaşacağım yazı da biz engellilerin haline tercüman olmuş, hissiyatımızı dillendirmiş. Dostumuza vesilenizle bir kez daha teşekkür ediyor, sizlere iyi okumalar diliyorum...
Nasıl yazmalı, nasıl konuşmalı bu insanlık durumunu? Derdimiz, insanlığımız, engelliliğimiz... Sözün başında söylemek isterim: Fiziksel bir engeli olmayan insan, her şeyden münezzeh gibi bakıyor hayata; öyle yaşıyor. Engelli olmanın bir kusur, bir zayıflık olarak sayıldığı- bir bakış açısı mevcut. Engelliyi, insanlığından da bir şey kaybetmiş̧ bir sınıf gibi algılıyoruz. Onlarla yan yana gelmekten çekiniyor, uzaktan sevmeyi tercih ediyoruz. Bir engelliyle karşılaştığımızda kendi zayıflığımızı görüyor, uzak durmayı tercih ediyoruz. Engelliler olmazsa eksiklikler de olmayacak!
İnsan kadındır, çocuktur, siyahtır, sağırdır, kördür, topaldır... Ama insan insandır. Cennetten dünya gurbetine gel- miştir. Âdem’de eşitlenir ‘özürlü’ ‘özürsüz.’ İyi ve kötü, güçlü ve zayıf yanlarımızla insanız. Yeryüzü macerası, öncelikle insan olmayı öğrenmekle ilgilidir. Engellilik, başkalarının bir çırpıda yapacaklarını uzun bir süreçte yapabilmektir kimi zaman. Başkalarının yapabilece- ği bazı şeyleri hiç yapamamak bazen de... Ancak insan olmak ve insan kalmak için bu yapabilme yeteneklerinin hiçbirine ihtiyaç̧ yok.
Engelli dediğimiz kişiler insan. Üstelik her biri ayrı meşrepte, ayrı özellikte... Onlar sadece özel ihtiyacı olan insanlar... Sağır, topal, kör... Bunlar bir engellilik durumunun sıfat- laşmış hali. Yürüyemeyen adama ortopedik engelli, görme- yen kadına âmâ, duymayan gence ahraz demekle aynı şey. Kimileri kullanılan bu sıfatların kaba olduğunu, incitici olduğunu söyleyebilir. Ancak bu sıfatları bahane ederek asıl incinen ve ağrıyan yerlerimizi göremediğimiz de bir gerçek. Mesele birine kör ya da topal demek değildir. Mesele o insanların ‘anormal olduklarını’ hissettirecek acıma hislerini adeta kusarcasına her seferinde gündeme getirmektir. Onlar için kullanılan ‘yazık’, ‘zavallı’ gibi acıma duygularını ifşa eden kelimeler ‘sağır’, ‘topal’ gibi sıfatlardan ağırdır. Meselenin bu boyutuyla hiç ilgilenmeyiz. Onların onurlarını kıran, ‘yardıma muhtaç insan’ gibi düşünülmeleri.
Tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaşım anlatmıştı. Bir kadın sürekli olarak annesinin yanında ona “yazığ, yazığ” diyormuş. Sürekli yazığ, yazığ diye seslenilen bir engellinin kendisine nasıl hitap edildiği pek de umurunda değildir artık. Zavallılık bütün sıfatların üzerine karabasan gibi çöken bir tanımlamadır çünkü. Bir dostum var. O anlattı: “Çocuktum, annemle bir misafirliğe gittik. Ev sahibi kadın bize çay getirdi. Sonra da anneme dedi ki, ‘Kızınız çayı kaç şekerli içiyor?’ Çok zoruma gitti biliyor musun? Gözlerim görmüyo olabilir ama kulaklarım işitiyor. Niye bana sormuyorsunuz diyecektim, diyemedim!”
ŞEHRİN YOLLARI
ARZU ALPDEĞER
Şehrin yolları mı puslu
gözlerim mi buğulu
sokak sokak sen kokan bu şarkı
iki parmak arası içli içli bir Urfa tütünü
bu hasret ile günaha sığmayan tövbe
parçalar nasıl da hunharca kesiyorlar bütünü
gece mi üzerimi örten
yoksa sen misin şu köşe başında beliren
Ellerini görüyorum o uzun ve asil parmaklarını
ah ki taşıyor korkularım, ağrılarım
ağrıyorum aklımla durmadan
aklım seninle kitabeler imzalıyor
bu savaş bitecek gibi
inzivaya çekilecek savaşçılar
şahitler, yine şahitler
kalabalıklar görüyorum yerli yersiz
bir kaç ceset dünden kalma
çıplaklar, çarpıklar
bir sokak köpeği ile üşüyorum
titriyor bacaklarım durmadan
bilsen nasıl üşüdüğümü ceketini uzatırdın
bir adım daha atsam yol kırılacak
beddua edecek bekçiler, hırsızlar, polisler
susuyorum
sahi hiç kıpırdamadı ki dudaklarım…
EY ŞEHR-İ RAMAZAN
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Göklerden sessizce gelen kutsal bir fermandır
Oruçla güzelleşen gönüllere sultandır
Allâh'tan kullarına en büyük armağandır
Hayâtımıza hoş geldin ey şehr-i Ramazan
Nefsimizin beton duvarlarını kırandır
Bütün ayların içinde en mübârek olandır
Yoksulları giydiren, açları doyurandır
Hayâtımıza hoş geldin ey şehr-i Ramazan
Şeytan elçilerini zincirlere vurandır
Bu ayda tüm mü'minler daha bir Müslümandır
Hatimle kılınan namaz, okunan Kur'ân'dır
Hayâtımıza hoş geldin ey şehr-i Ramazan
Merhametin somut hâle geldiği zamandır
Câmiler dolar taşar, bereket çağlayandır
Minâre minâre mahya, mahyalar nurdandır
Hayâtımıza hoş geldin ey şehr-i Ramazan
Af ve mağfiret ayı, bu bir mâh-ı gufrandır
Sabır eğitimiyle dertlilere dermandır
Yeryüzüne huzûru cömertçe dağıtandır
Hayâtımıza hoş geldin ey şehr-i Ramazan...
GAMZELİ MAHŞERİM
BÜLENT BAYSAL
Narin bir yağmur yağar ki inceden, inceden
Sorma! İçime bir gariplik çökmüş geceden
Kalem, illâ ki yaz artık yaz diyor heceden
Kızıl akşam sefası yıldızlarını dökerken
Fesleğen küslüğünde gitmeler, kuşlar susmuş
Can gelmiş buralara, bahar yeşilini kusmuş
Kaysı çiçeğe durmuş, tomurcuk nede çokmuş
Gamzeli mahşerim gece başıma çökerken
Suskun dağlara, mülteci gözlerle gülerim
Hoyrat geceye, kahrı yazar yazar silerim
Dost bağında yandım ki ahu zarda çileyim
Ay aydınlık dökmüş, canımdan can giderken.
KARDEŞİM
CİVAN KAPLAN
Sende elif gibi doğru olursan
Eğri belasını bulur kardeşim
Hak yolunda hakikati bulursan
Akıbetin hayır olur kardeşim
Ne eylerse Mevla güzelin eyler
Ne bilsin sevdayı softalar beyler
Sıkmasın canını birtakım şeyler
Kul başına işler gelir kardeşim
Her olur olmaza açma derdini
Hak aşkıyla doldur taşır bendini
Ne kadar gizlersen gizle kendini
Seni bilen elbet bilir kardeşim
Yer kapan yetimin hakkını çalar
Faydası dokunmaz avcunu yalar
Gün gelir gözüne topraklar dolar
Değerler ölmeden ölür kardeşim
Âdem isen eğer ademce yaşa
Adem ol benzeme gereksiz taşa
İster padişah ol istersen paşa
Yaptığın insanlık kalır kardeşim
Civanım da derki sonumuz belli
Aniden bakarsın yaş olmuş elli
Koyarlar kabire dört yanı telli
Emaneti veren alır kardeşim.
CAMİ KÖŞESİ
EBRU BEYİŞ
Sessiz adımların atıldığı ölü mezarlığında
vaaz veren bir suretle çıktın karşıma
Sandım ki teselli veren sevgin saracak
lakin bilmiyordum temelden sarsacak
Mahşer miydin sen fani, tökezledim
tutunacak dallarım kalmadı, tükendim
eden bulur, ya dünyada ya ahirette
Aldığın ahı sakın tövbeyle öderim deme
Gidince mübrem sandın ya kendini
can çekişen tek bir beden kaldı oysaki
Rüku da başın eğik, hırsın dik başlıysa
kusura bakma ulaşamazsın arşı alaya
Beynimin içi konuşuyor ama susturamıyorum
yüreğim kanıyor delice ama durduramıyorum
İnanıyorum ki kul ilahiye yönelmedikçe
cehennem ateşini hazırlayacak kendisine
Avrel, bak hissettin mi ecel bile
böyle çektirmeyi istemez bir faniye
Düzen değişiyor diye kırma gönül kapısını
secdeye varırken başlayacak o ağrılı sancı
Günler aylar geçecek elbet ama sen
asılı kalacaksın bir cami köşesinde
Onca yetim öksüz bırakılırken avlulara
yüreğin, ruhun gezip duracak yanlarında
Kimsesiz kaldığında secde başında
anlayacaksın, vurduğun kişi çok uzaklarda
Gözün aramasın, gelmez mezar başına
ölmeye mahkum bekle cami duvarında.
SENSİZ OLMAZ
FATMA TÜRKER
sensiz olmaz hayatın anlamı
bırakıp gitmelerin yaktı yüreğimi
elbet bir gün bulaşacağız
bir bilirim senli iki alemi
bahar mevsimidir çiçekler açmış
güller, nergisler, papatyalar el ele
öter kuşlar ağaç dallarında
ama eksilmiyor gönlümün elemi
sevmek yaşatır insanı
hayat anlam kazanır sevilmekle
dünyayı güzellik kurtarsın
güneşler ısıtsın cümle cihanı.
DİLİMİZDEN VURDULAR BİZİ YÂR
YAŞAR AKGÜL
Öyle serbestim ki şiirim bile bilmez aslı Leyl olan kim Leyla nedir
Leyla da bir bahanedir aslında asıl Leyladan geçmeyen divanedir
Desem ki desem ki ey lisanım lisan-ı hâl ile neydi bu hâlim desem ki
Aşk dedikleri de bu muymuş şimdi sana ben ne desem ne söylesem ki
Sen bizi kiminle sanırdın ki ey nefsim ben kiminle sanırdım ki böyle seni
Göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa bakmasaydım bakmasaydım yüzüne
Leyla tipim değildi zaten bunu sen de biliyorsun kim neylesin ki söyle seni
Allah’ım ben günah işledim de günah işledim inmez oldu melekler
Dilimizden vurdular bizi yâr dilimizden kafeleden geçmişiz k kafiyelerle
Ya ben bu kızları anlamıyorum ya kızlar benden bir şeyler bekler
Ölüm dediğin nedir ki oğlu yürüme mesafesinde ola ki lazım olur
Nedense hiç kimse alınmıyordu ne nefsinin ne de nefesinin üzerine
Düşünebiliriz şimdi mahşer gününün anlam ve öneminin üzerime
Yüzümden düşenleri topladım bütün riyalarım sanadır Allah’ım
Hayırlı bir iş için gelmiştik de evinize kendi evimizmiş gibi sanki
Gülün çektiği neydi bu şairlerin elinden ve hassaten dilinden
Gülü dikeninden ayıran ozanların kan damlar mendilinden
Bütün yanılmalarım için sehiv secdesi de benden olsun
İlkin göndermemiştin ya Tanrım bari son dize senden olsun
Yoğun istek üzerine mümkünse biraz epik biraz da lirik olsun
‘Olursa bir şikâyet’ noktalama işaretlerinden o da eksik olsun
Bundan böyle gaf bizedir zaaf bize sanadır af laf ü güzaf bize
Ben bir dize istemiştim senden sen göndermişsin bana iki dize
Allah diyor ki ey Müslümanlar yardım edin Gazze’ye
Biz de diyoruz ki Allah’ım sen Gazze’ye yardım eyle!
GÖĞSÜ GÜN /GÖĞS-Ü GÜN
MUHAMMED FURKAN DEMİRADAM
Tanrım gece ile yoğurduğun toprağımı ayır
göğsümden iki yana
İmkânsız bekleyenim,
göğsümü yıka yüzünle
ağır bir türkü
ağır bir doğu lehçesi çökmüş içime
İki yakaya ayır göğsümü
sarı buğdayların denize vurduğu
bereket gerdanlı kız çocuklarının ellerindeki kaybolmuş kınalarla
Ege’den
Akdeniz’den
Hint Okyanusu’ndan ayır göğsümü iki yana
ayır ki yetsin yaşamaya
Aşka ve toprağa
Ekine ve Sarp olana
doğu dilinde güneşe.
BİTMEZ BU HİKÂYE
HATİCE TÜRKMEN YURTSEVEN
Varlığı gül goncası, yokluğu bir elemsin
Sen ki gözlerimde yaş, benim cümle alemsin
Sen dilber-i ranâsın, çözülmez muammasın
İsmi arş-ı alaya, yükselen bir duasın
Efsunlu bir aşktır bu, dolaşır el dilinde
Bestesiz bir şarkıdır şimdi sazın telinde
Bu hikâye biter mi? Bitmez sensiz yaşarım
Sevdan başta oldukça yüce dağlar aşarım
Sen ki benim gözümde, düşmeyen son damlasın
Beni sen anlamadın, söyle kimler anlasın
Var git artık yoluna, ben razıyım kadere
Senden gelecek olan, acıya ve kedere
“Rabbim sevdiği kula, dert verirmiş” diyerek
Türkmenkızı kabul der, fazla söze ne gerek.