BİZİM
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Doğan Kaya'ya
İpekten yumuşak huyumuz bizim
Kevser Irmağı'ndan suyumuz bizim
Yusuf’un kuyusu kuyumuz bizim
Beşten epey fazla duyumuz bizim
Bebek'ten gönüllü koyumuz bizim
Kırk gün kırk gecedir toyumuz bizim
Şehirden töreli köyümüz bizim
Dünyaya hükmetmiş Kayı'mız bizim
Kara Osman namlı beyimiz bizim
Yoktur torpilimiz, dayımız bizim
Göğe doğru uzar boyumuz bizim
Hilâl'dir, Bedir'dir ayımız bizim
Yoksulu gözetir bayımız bizim
Küheylan adayı tayımız bizim
İçtikçe içilir çayımız bizim
Kırılmaya hazır fayımız bizim
Sırların dilidir nayımız bizim
Müslüman Türklüktür payımız bizim
Cennete götürür rayımız bizim
On ikiden vurur yayımız bizim
Sayılara sığmaz sayımız bizim...
TOPRAK
SÜREYYA ŞAHİN
Şirk koştum toprağa,
bulandırdım suyunu Nil’in
absürt cümleler kurdum; bozdum dilini şiirin
ektiğim günahlardan kendime bir kaftan biçtim
kovuldum saraydan, yoruldum oyunlarından şeytanın
-hile yaptı tartı, eksik tarttı insanlığımı-
göğe yakındım; isyan ettim kaleme, kağıda
ve siyaha yıktım kendimle aramdaki köprüleri
vurdum kafayı yattım; unuttum verilmiş sözleri,
edilmiş yeminleri, sıktım dişlerimi
ısırdım sözlerimi, huy ettim dilsizliği
Şirk koştum toprağa,
bulandırdım suyunu Nil’in
kirlettim aynayı, bozdum düzeni
Züleyha’nın günahını sırtlandım, bıçağı körelttim
-kadınlar tırnaklarını geçirdiler kalplerine-
kuyuya yakındım, isyan ettim geceye, çöle ve güneşe
kestim saçlarımı; kısalttım geceyi, günü, mevsimleri
kapattım kitabı; sildim zihnimi, yazgımı
huy ettim sil baştan yaşamayı.
UMUT
KENAN GEZİCİ
Olabilseydin eğer gülüm
sade seninle upuzun bir ömür
bir kanepenin ucuna sıkışmış iki gönül
Yürümek bir filim karesinde
yeşilden kızıla döndüğünün
farkında olmayan yaprakların arasında
siyah beyaz bir karede olmak isterdim
kulağım seni duysa gözlerim seni görse
her anım sana ait olmasını istedim
Dünya yıkılsa varsın ne olacaksa olsun derdim
baka kaldığım daldığım tarafta sen olasın, istedim
ay benim adının ilk hecesinde sakladığım
her şey olup bitiyor gittiğin yerden dönmeyi bilesin
Güzel bir rüya gördüm içinde sen vardın
her konuşma dönüp, dönüp her sözcük
Seni anlatıyor güzel içinde sen vardın.
MEÇHUL
KURTAY SERTKAL
Yalnızlığın nağmesi mi bu
meçhul diyarların içinden gelen,
kanla yazılmış bir ah, bir huzur
sessiz feryatla bana görülen
Hangi bağın izzetiyle kirlettim elimi
kimin gözlerinde buldum son tesellimi,
öteler ötesinde, mutlak sonun eşiği
Azrail’in gölgesinde buldum kendimi.
EYLÜL'ÜN HATIRI
NAZAN YERLİ
Eylül'ün hatırına yazdım bu sefer. Kalemim eylül diyor mevsim aramıyorum artık. On iki ay bir olmuş benimle savaşır şekilde. Ne yazmama izin veriyor ne de gitmeme... Arafta kalmış gibi hiçbir duyguya tercüman olmayacak şekilde direniyorum, direndikçe kavga ediyorum düşüncelerim ve davranışlarımla. Sebebi yok bunların desem de hiçbir kaba sığmıyor söylediklerim.
Susmak diyorum en iyisi. Susunca anlatmak zorunda kalmıyorsun hele ki en çok anlaşılmak istenip , anlaşılmadığın yerde Susmak.... Susmak...
Evet susmak. Kalabalık bir caddede onlarca kişi içerisinde yürürken bir anda kaybolup gitmek gibi. Fırtına kopacak ve o fırtına susmaların içinde sessizlik adımlarının gariplik edasına bürünüyorum. Nerde unuttum yılları bilmiyorum ama bildiğim bir şey var eskisi gibi değilim. Değiştim, değişti düşüncelerim, aramıyorum artık iyi veya kötü olan ne varsa. Güneş ülkesinin enlem ve boylamında bıraktım kendimi. Arkama da bakmıyorum , geride bıraktığım benliğimi ya da benlik dediğim her ne ise yarı barışık, yarısı söz bitişlerimin tüm doğruları, yanlışları ucu kırık kelemle ellerimin titreyerek yazdığı sonsuz diye nitelendirdiğim hayal dünyasına ait her ne var ise yavaş yavaş silindi, sildim sağlam adımların ardından ve sağlam dediğim sebeplerle...
Bunları kendime kabul ettirmek bile zor oldu. Bir baktım ki zamanla her şey olacağına varmış. Farkında olmadan bardağı taşıran son damla taşmış . Tuhaf olan ben miyim yoksa yazdıklarım mı bilmiyorum. Belki de sonu kötü bitmiş bir baharın, yeşerecek olan yeni tohumların vaveylalarını duyurmak için böyle oldu. Sorgulamıyorum da.
Sormuyorum da…
İKİ YÜZLÜ
ARİF KUŞ
Cahil ile yol yürünmez
Yola çıksan yolun bitmez
Edepsizler haya bilmez
Edepli yolundan olur
Zaman bozuk saat gibi
Belki iki doğru söyler
Adalet terazi değil
Doğruyu yanlışa söyler
Menfaat olunca iyi
İspiyoncu akrep dili,
Yağcılıkta üstüne yok
Hain düşman sinsi tilki.
ŞEHRİN SOKAKLARI
MERAL ERBAĞA
Ziyan olmuş mutluluğum
acılar dem vurur bağrımda
dört duvar arasında mahkumum
yağmur tanecikleri gibidir hüznüm
Deniz gibiyim
dalgalar gönül kıyıma vurur
limanı batmış yelkene benzerim
yalnızlık sahil kumları
gölgesi sığınır gözüme
gözbebeğim feri sönük gökyüzü
Gece kızıl demirden mildir gözlerime
hesapsızca süzülür gözyaşım
deli fırtınaların rüzgarları
kıyametleri koşturur gönlümde
dertler sarar dört bir yanımı
çığlıklar peş peşe kulağımın dibinde
Uğultular sürükler ayağımı
uçurumların kenarına
kaybetme korkusu sarar benliğimi
cümleler nokta koyar boğazıma
sözcüklere kifayetsiz kılar soru işareti
avazı çıktığı kadar bağırarak
haykırmak isterim zamana düşen ahımı
korkular idam sehpasına çekip
dar ağacına idam eder sanki
nefes alamıyorum
kalabalık şehrin sokaklarında.
BİR YOL BULAMADIM
AYNUR GÖKALP
Yazıp yazıp içim döksem
göz yaşımı silip geçsem
sevda buysa sevmem desem
hiç bekleme giden gelmez
Mısralarda coşup taşsam
Leyla gibi bende yansam
dağa taşa haber salsam
herkes bana gülüp geçer
Yüreğimde sönmez ateş
umurunda mı solup gitsem
çaresi yok bu illetin
bir gün olur göçüp gitsem
Ne ekersen onu biçersin
biçtiğim elimde kaldı bilesin
daha kaç bahar böyle geçer
sen baharları kışa çevirdin
Tutsak oldum şimdi sana
döndüm durdum bu girdapta
ne kadar sabırlı olsam da
bir yol bulamadım geçti gitti.