UNUTAMAZSIN
NAZMİ SARAÇOĞLU
Sevdiğin göç etse fani dünyadan
Hep kalbinde yaşar unutamazsın
Şifa beklenilmez geçen zamandan
Derman olmaz zaman unutamazsın
Geçen her gün yaran derine iner
Onun gül kokusu her yere siner
Sanma ki bu sızın zamanla diner
Sızladıkça yaran unutamazsın
Mecnuna dönersin çöl düzlüğünde
Gözünden hasretle yaş döktüğünde
Ona benzeyeni her gördüğünde
Canlanır hatıran unutamazsın
Gezdiğin gülistan gelir aklına
Gözlerin takılır gülün dalına
Yanarsın bülbülün ah-u zarına
Gönlün olur viran unutamazsın
Gözlerin dalarak maziyi anar
Onulmaz yaralar kalbinde kanar
Yüreğin kor olur ciğerin yanar
Söndüremez umman unutamazsın
Teselli olamaz mezarın taşı
Gözyaşın söndüremez yanan ateşi
Kader böyle dersin Mevla’mın işi
Susuverir lisan konuşamazsın
Ukbaya kadar sen unutamazsın.
BİLE BİLE
NURAY DOĞAN
Zaman beyaz, kara, gri, bin bir ton
kimine bu an doğuş, kimine son
nefes nefes aciz kırlangıçlar
doğan ağlıyor, soluyor ölen
aslında bir başlangıçtır her son
Umut hep var hep bir köşede
her bitiş, bir diriliş
her diriliş, bir bitiş…
kısır döngü içinde sürer bu itiş,
sonsuzluğa doğru direniş...
Yokuşlar, çıkışlar ve sonrası iniş
Kırlangıçlar ötmede an be an,
sitem dilinde bazen/ serzeniş,
serüvendir yolcuya bu geliş gidiş
İpler elde değil/ hüküm
kalemi hünerli bir elde kudretli iş
kırlangıçlar uçmada öbek öbek,
örer yuvasını ilmek ilmek
bir gün gökyüzünü terk edecek
bile bile kanatlanır sonsuzluğa...
ÂDEM İLE HAVVA’DAN
İMDAT FAAL
Düşerim dalımdan hazan gelmeden
Baharın başında solmuş gibiyim
Şöyle doyasıya içten gülmeden
Sura üflenmeden ölmüş gibiyim
Vurgun yemiş yürek sanki lal gibi
Bir zamanlar namı Rüstem Zal gibi
Arı değil ama dili bal gibi
Kaybettiğin beni bulmuş gibiyim
Sorgusuz sualsiz dar ağacında
Kimsesiz yüreğim dağ yamacında
Bütün Umutlarım, üç tel saçında
Yeniden anamdan doğmuş gibiyim
Kör olsam da gözüm seni görüyor
Bir muamma gibi seni soruyor
Yokluğun aklımı ne çok yoruyor
Gönlümü yoranı kovmuş gibiyim
Yorgunluk yapışmış tatlı canıma
Kerem et biraz da otur yanıma
Gönlün şahit olsun senli anıma
Hiçlik makamında yokmuş gibiyim
İmdat’ım feleğin çarkına minnet
Herkes gibi sen de haline sabret
Eşrefi mahluksun ona da şükret
Ademle Havva’dan olmuş gibiyim.
KULLAR BİLMESİN
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Sensiz her nefesim gurbettir bana
Söyleme bülbüle güller bilmesin
Sevdanın hasreti zor gelir cana
Haykırma dağlara eller bilmesin
Bu gizli yarayı çile bilmedim
El ele tutuşup senle gülmedim
Çok defa denedim sensiz ölmedim
Bakma hasret dolu yollar bilmesin
Özleminle kalbim nasıl ezildi
Kader diye aşka hudut çizildi
Vuslat için nice engel dizildi
Sır gibi saklı tut fallar bilmesin
Düşünle uyudum susuz çöllerde
Rüzgârda savruldum sensiz küllerde
Kokunu kokladım esen yellerde
Özenme kuşlara dallar bilmesin
Yüreğim sevdanı söküp atmadı
Kanayan yarama merhem katmadı
Kaç kere diktim de dikiş tutmadı
Gizle bu yarayı kullar bilmesin.
GÖRÜYORUM
EMİR KURALKAN
Nasıl olduğunu anlatmaya ihtiyacın mı var
kalabalıklar içinde bile
yalnız mı hissediyorsun
ben buradayım
Yalnız değilsin
seni görüyorum çevrende insanlar
buna rağmen
anlaşılmadığını mı düşünüyorsun
ben buradayım
Anlaşılıyorsun
parktasın kedilere anlatıyorsun
gece uyuyorum rüyada o kedi
dönüyor dolaşıyor yanı başıma geliyor
bana her şeyi anlatıyor
eğer biriyle konuşmak istersen,
ben buradayım
O mavi gözlerden
benimkiler gibi yaşlar mı geliyor
yolda tek, konuşmadan, sessiz yürüyor
hayatın sana ağır geldiğini mi düşünüyorsun
elinden tutayım yükünü hafifleteyim
ben buradayım…
Ben buradayım ama sen yoksun.
SOKAK LAMBASI
KAMURAN ADIYAMAN
Bir dakika beyefendi!
Siz, sevmek denince ne kadarını anlıyorsunuz?
Ne kadarını uyguluyor ne kadarını paylaşabiliyorsunuz?
Madem sevmek günah diye tutamadığın bir el gibiydi
Peki, şimdiye kadar kaç tane eli tuttunuz
yahut kaç tanesini ellerinizde tutabildiniz?
El deyip geçmeyin… Vefasızlığı anlatır, yıpranmışlığı
cefayı söyler, yakılan sigaralar…
Şimdi geceleriniz sizin için şen şakrak geçer
belki de huzur içinde bir uykudasınız,
Gecelerin sessiz sedasız durduğuna bakmayın
masumların, yalnızların, vefasızca terkedilmişlerin
çığlıklarını, ağlayışlarını örter geceler.
Peki, sizin için güven neydi, hep değişmek mi?
Ne özde, ne sözde bir şey olamamak mı…
ya siz güzel bayan, sizin için sevmek neydi?
Hep kaşını, gözünü, boyunu, posunu sevmek mi?
Küçük yüreklere neler sığdırabildiniz?
Gördüğünüz sadece dış güzellik miydi?
Kırk yılda doyulmayacak güzel gönülleri
neden sevmediniz?
Doğru ya siz aşkı hak edene aşkınıza
hayat verene yüreğinizi sunmadınız ki…
Ağlıyor musunuz, ağlamak güzeldir
insanın içini açar, ferahlatır, terbiye eder
yanlışa kapılmış nefsin bütün arzularını…
Sevmek öyle değil işte azizim!
Sevmek günlerce, aylarca, bazen yıllarca
gözleri yaşlı, yatırlı bir mektubunu beklemektir,
Sevmek tek beden tek yürek olmaktı!
Ferhat dağları deldi gönülleri yıkmadı ki!
Kısacası aşk dediğin
Leyla’nın kavuşamama ıstırabı gibi olmalı,
sokak lambası gibi değil!
ELLERİM
FAHRİ HALİS DOĞAN
Ellerim hayata tutunamasa da
yollarım çıkmaza varsa da
dönüşü de olmasa da
ben sadece dururum
hep seni beklerim
Dünya yüzüme gülmese de
kimse bakmasa da
bir adım atmasan da
bilakis sana koşarım
hiç gücüm kalmasa da
ellerim hayata tutunamasa da
gidersen uzaklara
bir şeklide bulurum seni.
VAN GÖLÜ KIYILARINDA
YUSUF KAZAK
Okşardı dalgalar kayaları, dalıp
hem sana hem ufka, aşkla
sensizlikten ilk boğuluşum
Van Gölü kıyılarında…
Arardı gözlerim ötelerde
kalıntılarını kutsal sevdanın
duyardı hislerim ağıtlarını
Akdamar’ın, gözyaşlarıyla
Van Gölü kıyılarında…
Dertleşirdi efkârım geceler boyu
yıldızlarla, seni sorunca aydan
gözlerin suya düşen yakamoz olurdu
Van Gölü kıyılarında…
Titrerdi yüreğim karlar düşünce,
soğuğundan yokluğun çırılçıplak
düşlerim ötelerden beklerdi özlemle
seni getirecek gemileri,
Van Gölü kıyılarında…