POLEN
ZEYNEP SÜMER
Ağlama başucumda
Ben ölmedim
Orada sadece bir toprak yığını
Taşına adım yazılmış bir mezar var
Duymuyorum, görmüyorum seni
Ben yokum orada
İlla ki görmekse dileğin ya da hissetmek
Ahşap çerçeveli pencerenden sızan
Duru bir yağmur damlasında
Afacan bir serçenin ürkek gözlerinde
Veya gün ağdığında cemaline akseden
Güneş huzmesinde görürsün beni
Beni hissetmek istiyorsan
Efil efil esen sam yelinin
Saçlarına yaptığı gezintide
Islıklar çalarak sana şarkılar söyleyen
Deli poyrazda belki de
Şu çılgınlar gibi uçuşan
Polenlerin içindeyim burnunu kaşındıran
Bir nergis tarlasından gökyüzüne yayılan
O alkolik kokuda da olabilirim.
Kim bilir belki de ruhunu coşturan
Bir ilkbahar sabahında
Yeniden doğabilirim.
İtaat edeceğin tek şey ruhunun sesi
Sükuta er ve dinle beni
Kalbinin her atışında,
Benim de kalbim atıyordur
Başucumda oturup ağlama
Ben ölmedim.
"HİÇ" OLMAYA VAR MISIN
MEVLÜT EŞGÜNOĞLU
Ey kalem benimle söz meydanında
Gönüller almaya var mısın söyle
Olup bir bağlama saz meydanında
Söyleyip çalmaya var mısın söyle
İlhamla dolusun hazine gibi
Derin duygular mi nedir sebebi
Sanat bir ummandır görünmez dibi
Benimle dalmaya var mısın söyle
Geçirdim seninle bahar yazımı
Dindirmek isterim gönül sızımı
Güneş ol eritmek için buzumu
Kendine gelmeye var mısın söyle
Hâlâ uykudasın geçti kaç asır
Toparlan haydi kalk inadını kır
Bütün yazar çizer hep seni tanır
Gücünü bilmeye var mısın söyle
Yüzyıllar var ki ben, kaybettim beni
Yanlış yorumladım imanı dini
Kendime gelirim bak yeni yeni
Sen seni bulmaya var mısın söyle
Sözlerimi sakın atma yabana
İstemem bir zarar gelmesin cana
Olmalısın daim haklıdan yana
Gariple gülmeye var mısın söyle
Şiir yazar mısın duygular karıp
Bir dost olur musun yaralar sarıp
Öksüzün yetimin yanına varıp
Gönülde kalmaya var mısın söyle
Kadılar korkudan bakmakta şaşı
Yanlışa atalım ilk önce taşı
Mazlumun mağdurun gözünden yaşı
Benimle silmeye var mısın söyle
İnsan için akıl, gülmek ve hayâ
İbretle bakalım her bir olaya
Rabbin huzurunda bir "hiç" olmaya
"Ölmeden ölmeye" var mısın söyle
Ergenekon bir dağ eridi kat kat
Hür olup dünyada yaşamak murat
Şirin için, olmak gerekse Ferhat
Dağları delmeye var mısın söyle.
Haziran 2024
AĞLA, AĞLAYABİLDİĞİN KADAR
GÜLTEN KARA ATEŞ
Bağır, bağırabildiğin kadar
topraklar döşenmiş üstüne
sesin duyulmaz ne de olsa
Dünya çiçekler açsın yeniden
bağrında melesin kuzular
baharı müjdelesin yağmurlar
ağla, ağlayabildiğin kadar
Bir sarı, bir yeşil bir de…
ucu yanık bir türkü dilimde:
Kırmızı gül demet demet
sevda değil bir alamet…
çınar ağacı baş ucunda
selama dursun arşı alaya
Dallarında ötüşüp dursun kuşlar
mor menekşeler açsın nazikçe
sevdiğin ayak bastığın toprakta
ağla, ağlayabildiğin kadar
Hava alabildiğine soğuk
pardösün yok, üşüyeceksin
beyaz gelinlikte üstünü örteyim
dizerdin incik boncukları
ölümsüz aşklar gibi bulutlara
ağla, ağlayabildiğin kadar
Kuru dallar çarpışıyor rüzgardan
uğulduyor melodisi kulağımda
dalıyorum düşüncelere
kış düşüyor yüreğime
çare arıyorum çaresizce
gökte yedi tane yıldız bakıyor
uzun oval toprak yığınına
karanlıkta yalnız açan çiçek gibisin
yakındır bahar, sabret
ağla ağlayabildiğin kadar.
BAHAR BAKIŞLARINDA
HAŞİM ALA
Bahar bakışlarında asılı kaldı gözlerim
kıyamadım sana bakmaya
o tarih kokan gözlerin
Tut ki bir asır sevmelerimi erteledim
bir başka bahara,
nevruz gelecek, kır çiçeklenecek
cemre düşecek, tomurcuklar açacak
kim bilir belki ben bir daha olmayacağım
Ne çok sevdim ben seni
ismini andığımda boğazım düğümlenir
nefes almaktan zorlanırım
Kıyamam, içim cehennem ateşinde
kıvranırken hasrettin özleminde
sıcak bir bakış içten bir tebessüm
gamzelerinde kayboluşumu ne çok isterdim
geceler celladım olmadan
ilmeği geçiresim geliyor boynuma
Yüreğimde heybetli bir aşk hikâyesi idi
Bizimkisi, birileri baş rolde
kimisi figüran sahte yaşamaya inat
sevgiyi, aşkı, vicdanı haykırmıştım
Dedim ya, kıyamam o narin dokunuşuna
muhteşem suratına
gülüşlerine takılı kaldı bakışlarım
gel desem kıyametler kopar
tut elimi desem depremler oluşur
sev desem şimşekler çakar
ve tüm dünya ayaklanır yasak sevdama
Sahi sevmek suç muydu
ben kaç kez dünyaya gelirim
ve aşık olmaktan sevmekten
çiseleyen yağmurdan duygular kamaşırken
yağmur tanecikleri yüzümüze çarparken
koşar adım sahilde kaldırımlara takılırdık
Düşe kalka umuda yürüdük
ne şah ne nemrut ne hükümdar taktım
bu aşk uğruna, vermez mıydım bu canı
Evet, sevgi dedim ya kainat kuralıydı
sevgisiz sevgiler sevip sevilmeler
oyy kara gözlüm, hawar çektim
sensiz tüm zamanlara
Gerçekten sevgi neydi, acı çekmek miydi
ya da tüm zorlukları bir çocuk sevincinde
düşleyip mutlu mu olmaktı
neydi çelişkiler, ayrılıklar, özlemler
tüm her şeye rağmen seni sevmek
dünyaya meydan okumaktı
Dedim ya, sevmeye bile kıyamadığım
sendeki beni benden eden
içimdeki seni kutsayan
kutsal ve güzel yüreğine olan amansız sevdam
kim bilir belki çok geç belki de erken
Gidiyorsun ya gözlerim sende kalıyor
yüreğim sana tutsak nisan yağmur misali
yaban çiçeği asi sevdiğim
inadına sevgi aşk inadına sen olacaksın.
VALİDEM
RAMAZAN ALKAN
Zülfün misk-i amberdir, kokun cennet
Ey güzeller güzeli gönlümün sultanı
Sunsam ömrüm buyunca sana hürmet
Yine de hakkın ödenmez canımın cananı
Ellerinle dokunsan, diner tüm sızılarım
O eller ki ipek yumuşaklığı saklar üzerinde
Dokununca kar beyazı saçlarına ağlarım
Var altmış yılın kederi her bir telinde
Leyla, Züleyha değil, sensin asıl sevgili
Sen ki can tohumu ekersin bir damla suya
O bahşedilen can ki cananın delili
Dalmışım bedenimi saran gafletle uykuya
İsterdim sonsuza dek benle kalasın
O ağyar ki sevdamızı parçalayan bir yaradır
Hiçbir güç seni benden alamaz bilesin
Neylersin ki toprağın yüzü karadır
Hayat senle başladı seni ister her an
Başka canan istemem neylerim ben
Senin olmadığın dünya, bir yıkık viran
Sensiz imar dünyaları neylerim ben
Aşk dolu yüreğimle geldim sana
Kapında yüzü kara çevirme beni
Merhametli nazarınla bir bak bana
Can bahşeden yardan ayırma beni.
KALEM
MEHMET ÇİFTLİKLİ
Benim bu bahtımı da yazan kalem
Gövdeni bırak ta ucun kırılsın,
O yazdığın yazgıyla nasıl gülem
Gövdeni bırak da ucun kırılsın
Dert ile doldurdun benim defteri
Dünyaya geldiğim o günden beri
Ne ileri gidebildim ne geri
Gövdeni bırak da ucun kırılsın
Bir gün gülmedi ki bu iki gözüm
Bulamadım bende buna bir çözüm
Tezgahlara da düştüyse şu özüm
Gövdeni bırak da ucun kırılsın
Miadımı doldurdum gün görmeden
Vuslat yaklaştı murada ermeden
Hedef tahtası yaptın bilmem neden
Gövdeni bırak da ucun kırılsın
İsyan etmem de Yaradan’a hâşâ
Şükür eyledim ne geldiyse başa
Yaşamak bu ise gel sende yaşa
Gövdeni bırak da ucun kırılsın
Onca ömür geçti hepsi hazan
Mehmet 'im güler mi diyorum bazan
Alnımın ortasına çile yazan
Gövdeni bırak da ucun kırılsın.
SADECE
METİN ÖZDOĞAN
Sevseydi gitmezdi demişsin
bir kere sevgilim demedin
sen beni hiç sevmedin
yüzüme hiç gülmedin
Yüzün güldü hep ellere
senin sevgini aradım ellerde
koydun beni el yerine
duymadım sevgilim deyişini
tutmadın sevgi ile ellerimi
hep kestin benim sözlerimi
okşamadın gözlerinle gözlerimi
Beni gönlünden kovdun
bana hep beddua okudun
beni değil elleri tuttun
ben senin gönlünü terk etmedim
defi bela ile gönderildim
senin gönlünde sevilmedim
gönlünün gülü değil dikeniydim
hep seni gül yerine sevdim
Şimdi yalnızların yalnızıyız
ümitsizlerin ümidiyiz
bir birine bakmıyor gözlerimiz
tutmuyor ellerimizi ellerimiz
bir garip metinim
yalnızlığı yalnızlıkla öğrendim
zehirim tatlı diye yedim
Kalbin inanmamış sevgime
aşkımı tanımamış sevda diye
gezmemiş sevda denizinde
geçti gitti o güzel günler
bir daha gelmeyecekler
anı oldu hepsi birer birer
sadece gönülde yaşarlar.
"PENCERE" ÖYKÜSÜ İZLEĞİNDE ZEYNEP KASAP ÖYKÜCÜLÜĞÜ
SAMLE ÇAĞLA - ADANA
"Pencere" Öyküsü İzleğinde Zeynep Kasap Öykücülüğü ve Yeni kitabı "Kedi ve Adam" Öykü Kitabı Üzerine Düşünceler /
Yazar Zeynep Kasap'ın "Kedi ve Adam" adlı 12 öyküden oluşan kitabı Ocak 2023'te Mühür Yayınlarından çıkmış. Zeynep Kasap; son dönem öykücüleri içinde kendini yazıya vermeden önce oldukça yoğun okumalar yapmış, bu konuda kendini yıllarca yazmaya hazırlamış, donanımlı bir kalem olarak göze çarpıyor. Zira, incelemeye çalıştığımız "Kedi ve Adam" adlı ikinci öykü kitabı, amatör heveslerin ötesinde, oldukça emek verilerek kurgulanmış başarılı öykülerden oluşan bir kitap.
Zeynep Kasap öykülerinin arka fonunda, genellikle toplumsal dişliler arasında ezilen, yenik, yaralı kadınlar var... Yazar, onların trajik hikâyelerini anlatırken bile kendinden emin bir söyleyişle ve fısıltıyla seslenir gibidir okura. Fısıltıyla diyorum çünkü yazar, kitabın başında epigrafi niyetine söylediği, "Susmasaydım yazamazdım." cümlesini âdeta hayata geçirir gibi, bağırmadan, arabeske düşmeden, acıları nahiv bir söyleyişle dile getiriyor öykülerinde.
Zeynep Kasap, toplumumuzdaki bilindik hikâyelere farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Yazar, kurmacadaki "zalim"- "mağdur" tiplemelerini yargılamadan okura sunarken belki de salt mağdurun değil; metnin gerilim katsayısını arttıran ve olumsuz karakter durumunda olan "zalim"in de toplumun eğitimsizliğinin, yanlış gelenek- göreneklerinin, müzmin cehaletinin bir kurbanı olduğunu göstermek istiyor. Bu cümleden olarak, kimi öykülerini ucu açık kurgulayıp yorumu biz okurlara bırakıyor Zeynep Hanım.
Yazar; akıcı üslubu, kararında diyalogları ve işlevsel nesneleri (örn: pencere) kullanmadaki becerisiyle olduğu kadar, dilinin arı duru Türkçe oluşu, genellikle vurucu ve kısa cümleler kullanışıyla da kuşağındaki öykücüler arasında farklılık arz ediyor. Yazarın dili oldukça sade, cıvıl cıvıl sokak dili... Onun cümlelerinde anlamı bilinmeyen Doğulu ya da Batılı sözcüklere pek rastlanmaz. Yazar, bir üslup çeşnisi olarak öykünün üstatları "Ferit Edgü ve Tarık Dursun K." gibi tek sözcüklük cümleler kuruyor. Bu bodur söylem, âdeta öykü kahramanlarının içinde bulunduğu "yenik psikoloji"yi daha yoğun hissettirmek için yazar tarafından bilinçli kullanılıyor. Kaliteli okur, birazcık dikkatle, yazarın, ruhen yaralı öykü kahramanının içine attığı acıları, ağıtları, ağlayışları ve dertleri bu güdük söylemlerle kısa yoldan anlatmak istediğinin farkına varabilir. Zira yazar, öykünün kısıtlı imkânları çerçevesinde kahramanlarını romanda olduğu gibi çok boyutlu tanıtamadığı için, böyle bir yöntem izliyor. Onun yenik kahramanlarının birer lokmacık sözleri, okurun boğazına bir yumruk gibi oturuyor.
Zeynep Kasap öyküleri, ilk bakışta Maupassant tarzı olay öykücülüğü gibi görünse de metinleri dikkatli okuduğumuzda hemen her öykünün, "sosyal psikoloji" açısından da önemli mesajlar taşıdığı, dolayısıyla da bu metinlerin Çehov tarzı durum öyküleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılır. Kaldı ki Zeynep Kasap, edebiyatla, özellikle de öyküyle derdi olan, edebi türler üzerine düşündüğünü tahmin ettiğim bir yazar. Benim bu öykülerden çıkardığım: Yazar, okurun önce vicdanını, sonra da kendisini harekete geçirmek istiyor. Yani onun metinleri keyfe keder, haz alınmak için okunacak metinler değildir. Bu anlamda onun, okurunu rahatsız eden, edebiyatın kitleleri etkileme gücüne inanan bir yazar olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Kadınların içsel dünyasını kendine has bir üslupla ele alan Zeynep Kasap, bir psikolog inceliğiyle işliyor öykülerini.
Örneğin, "Pencere" adlı öyküsünde tipik ataerkil, karısına zulmeden bir erkek ile kaderine razı bir kadının trajik hikâyesini ele alıyor. Edebiyatımızda çok sık işlenerek klişeleşmiş bu konuyu kendine has üslubuyla hikâye eden yazar, gerek kararında kullandığı diyaloglarla gerekse bir psikolog derinliğinde kurguladığı iç konuşmalarla metni etkileyici ve özgün bir öyküye dönüştürüyor.
Zeynep Kasap öyküleri gayet sıradan bir girişle başlayıp metin ilerledikçe yoğunlaştırılmış kaygı, korku, heyecan ve dozunda kullanmış merak unsurlarıyla okuru alıp götürüyor. Belli bir zaman sonra da okur kendini o öykünün içinde hissediyor. Yine, "Pencere" adlı öyküde okur âdeta, çaresizlikler içindeki Aysel'i kurtarmak için ona elini uzatmak ister gibidir.
"Pencere" öyküsünde yazar, Aysel'in kocası İhsan'ı, benzer hikâyelerde vasatlaşan davranışlarla vücut bulan "tip"ten, özgün bir "karakter"e eviriyor yazar. Bu evrilme -beklentilerin aksine- İhsan'ın, karısına sürekli zulmetmeyip arada sırada onu sevmesi, ona iyi davranmasıyla gerçekleşiyor. İşte Aysel'i o evden çekip gitmekten alıkoyan da bu tutarsız davranışlardır. Kaldı ki onun, kocasından gördüğü zulüm, çevreden göreceği mahalle baskısının yanında devede kulak kalıyor. Zira İhsan’ın zulmü cismani, mahallenin zulmü ise tinseldir; ruhunu yaralar Aysel'in. Aysel bu ikilemler içinde hayata tutunabilmek için sokağın karşısındaki evin penceresinde ara sıra görünen ve 19 yaşında olduğunu tahmin ettiği delikanlıya platonik bir aşkla bağlanır. Bu aşk aslında gerçek bir aşk da değil, Aysel'in içinde bulunduğu karanlıktan kurtulmak, bir bakıma kendisini tedavi etmek için yarattığı tünelin ucundaki ışıktır. Karşı penceredeki "delikanlı metaforu"nun duygusal ya da cinsel bir taleple ilgisi de yoktur. Aysel'in, İhsan'dan önceki tertemiz hayatına dönme arzusunun masumiyetiyle ilgili bir durumdur bu... Zira Aysel, kocasından ne kadar zulüm görürse, sanki delikanlı pencereye mutlaka çıkacak ve onun yaralarını ivedi iyileştirecekmiş gibi bir yanılsama içindedir.
Tanıtmaya çalıştığımız yazar Zeynep Kasap'a daha nice kitaplarda buluşmak ümidiyle başarılar diliyoruz.
HER ŞEYDEN KALSIN BİRAZ
SABRİ CEYHAN
Bırak kalsın,
gecenin yıldızından
gündüzün aydınlığından,
biraz kederden biraz neşeden…
Bırak kalsın,
insanın iyisinden, insanın riyasından
biraz tebessümle anımsatsın
biraz hatırlatarak kanatsın…
Bırak kalsın,
çocukluğun yaramazlığından
gençliğin coşkusundan,
biraz daha parklarda yaşasın
biraz daha köşe başlarında dolaşsın
Bırak kalsın,
yüreklerde sevinç, göğüste heyecan
biraz nabız yüksekten atsın
biraz daha içi içine sığmasın
Bırak kalsın,
yaşamdaki iyiki’lerden, keşke’lerden,
biraz pişmanlık olsun,
biraz da şükürlük ömür…
Bırak kalsın,
sokaktaki selamlaşmalar,
camekanlarda gülümsemeler,
biraz daha sebepsiz olsun dostluklar,
biraz daha beklentisiz olsun, tebessümler…
Bırak kalsın,
sevinçten gözyaşı, kederden gamlı başı
biraz kalsın yaşamın bütün tatlarından,
biraz daha kalsın her şeyden biraz…