HİKEMÎ GAZEL
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Prof. Dr. Mahmut Kaplan'a...
Allāh'ın Kitābı'nda Sûre ve Âyet vardır
Resûlüllāh buyurmuş: “Şiirde hikmet vardır."
Sāib-i Tebrîzî'dir,Rūhavî'nin üstādı
Yûsuf Nābî eş'ârında, hikmet ve ibret vardır
Rāmi Mehmed Paşa ki, ustasından el almış
Kışlasında yetişmiş, milyonla Mehmet vardır
Sadrāzamlık da yapan, Koca Rāgıp Paşa'da
Atasözü, vecîze, sayısız ebyāt vardır
Harābāt müellifi,Abdülhamîd Ziyā Bey
Adana Vālisi Paşa, aklında devlet vardır
Terkîb-i Bend ve Tercî,hikemiyāt zirvesi
Ardından Nāmık Kemâl, biraz da Fitnat vardır
Rûhî,Vehbî,Sāmi'yi,Keçecizāde'yi an
Âşık Oğuz'dan önce,bir Molla İzzet vardır
Âkif'le Necip Fāzıl, Sezāî bilge şâir
Onların şiirinde, düşünen ümmet vardır
Hikemî Tarz, bugün de talibini bekliyor
Şuarânın dilinde, Kitap ve Sünnet vardır...
NİYE GELMEDİN?
NAZMİ SARAÇOĞLU
Bu sabah yine ben sensiz uyandım
Ne çok beklemiştim niye gelmedin
Duvarın dibine çöktüm ağladım
Bilirsin sızımı niye gelmedin?
Hasretinden başka bildiğim yoktu
Senden ayrı lokma yediğim yoktu
Şu dağları sensiz gezdiğim yoktu
Sildin mi izimi niye gelmedin?
Bunca yıl seninle hep sensiz kaldım
Senin nur yüzünle hayale daldım
Sararmış resmini elime aldım
Yumdum da gözümü niye gelmedin?
Son nefese kadar beklerim seni
Kalbimin köşkünde saklarım seni
Ara sıra bakıp yoklarım seni
Görmedim yüzünü niye gelmedin?
Bak ki geldim artık yolun sonuna
Merhamet eyle bu hakkın kuluna
Bir el uzat yetiş, kurban yoluna
Bak bitiyor ömrüm niye gelmedin
Olmasın son sözüm "Niye?
Niye gelmedin?"
ŞİİR ÜZERİNE-1
SÜREYYA ŞAHİN
Şiir, dünyanın sus pus duruşuna karşı atılmış/ atılacak çığlıktır. Sadece kelimelerden, imgelerden oluşan bir edebi tür değildir. Şiir, sessizliğin anlam kazandığı, harflerle birlikte varlığını açığa çıkaran, çıkarmış ve dahi çıkaracak olan muazzam bir alandır.
Şiir, felsefenin mantığa dayalı yollarından daha farklı bir patikadan yürür fakat o patika, insanın iç dünyasına, bilinçaltına ve hayal gücüne uzanan derin bir yolculuktur. Felsefe, “Hakikat nedir?” sorusunu sorar; şiir ise bu soruyu soran dilin içine gizlediği sırları arar. Şair, kelimeleri kullanmaz; kelimeler, şairin kalemiyle, zihniyle, kalbiyle tuttuğu ritme eşlik eder.
Şiir, zamanı ve mekanı aşar, evrensel ve bireysel olanı aynı anda kucaklar. İnsan bu yüzden şiirde hem kendini bulur hem de kendini kaybeder.
Düşünsenize, şair sadece tek bir dizede, dünyaya karşı ciddi bir başkaldırı gösterebilir. “Bayatsa bayat bıraksınlar dünyayı omuzlarıma." dizesi mesela. Teslimiyetin ve başkaldırının manifestosu gibi değil mi? Bu dizede insan olmanın bütün ağırlığını ve özgürlüğün eşsiz hazzını hissediyoruz. Şiir, buradadır, der şair ve aynı zamanda her yerde ve hiçbir yerdedir.
Felsefi açıdan şiir, kelimelerin anlamdan sıyrılıp yeniden doğduğu bir alan yaratır. Heidegger’in dediği gibi, şiir, dilin “yuvaya” dönüşüdür. Çünkü kelimeler, şiirde sadece birer araç değil, hakikatin kendisi olma yolunda gösterdiği çabadır. Ben bir şiir okuduğum zaman onun bana ne anlattığına değil, beni nereye sürüklediğine odaklanıyorum.
Şiir, kendine ayna tutmaktır bence, ama o aynada sadece yüzümüzü değil, ruhumuzun çatlaklarını, hayallerimizin sınırlarını, korkularımızın derinliklerini de görürüz.
Ve son olarak, şiir kaçış değil, buluştur. Felsefenin soyut kavramlarına ruhundan üfleyen bir nefes, durup düşünme anıdır. Şair olmak için dünyayı anlamamız gerekmez; dünyayı hissetmemiz yeterlidir. İşte bu yüzden şiir, bilmenin değil, varoluşun kendisidir.
Şairin dediği gibi: “Şiir, anlam değil, hâldir.”
VAN’DA KAR
KENAN GEZİCİ
Kar yağıyor şehrimin üstüne
bulutlar ince ve narin değil artık
kırmızısı allısı pullusu yok
kaplamışlar yüzünü gök
mavi görünmez olmuş
kayıp…
Ne de yakışır bu şehre
bu yağış sanki yaratılmış bu şehre
çocukken hep erken yağardı
birçok anım karlı boranlı
beyaz kime yakışmaz ki
Şikâyet etmek ne kelime
kar yağar gereksiz umutlar kapanır
her yer her kes aynı
farkı yok birbirinden
dirençli insanlar içindir kar
Van’ın boynunda
ipek şaldır kar.
YALNIZLIK
NESRULLAH KEKLİK
Dolunayın altında yalnız başınayım
bir akşam daha sensizliği yudumluyorum
gözlerinin çivit mavisinde boğuluyorum
yıldızların girdabında seni arıyorum
Yalnızlığın sokaklarında ses arıyorum
sessizliğin içinde seni arıyorum
ruhumun çırpınışlarını haykırarak
sessizlik kervanından kurtulmak istiyorum
Yalnızlığın başkentinde hasretini kucaklıyorum
sonbaharın hüznünde sevdayı selamlıyorum
nefesim nefesin olsun, beraber yürüyelim istiyorum
bu hayat yolculuğunda seni istiyorum
Alev alev hüznünün ateşinde yanıyorum
omuzumdaki alev yükünü taşıyamıyorum
adının çığlığında yollarımı kaybediyorum
seni hatırladıkça dipsiz kuyularda deliriyorum.
OLUR
E. GÜLDEN GÜZEL
Şimdi sana mısralar yazsam
ilden o ile yol olur mu
bilmem ki ...
gönlün meyus mu
yoksa bahtiyar mı şimdi
Sana hitap edecek
bir kelam bulamadım ben
bulsam da arz edemem
arz etsem bile acep eksik mi
Sessiz bir çığlığın yankısıdır şimdi
bu çıldırtan boşluk
kana kana ruhundan emzir
kirpiğin darağacında asma beni
Acemisiyim bu dünyanın
yabancısıyım güneşin ve ayın
sanki bir tek senin aşinanım
desem ki senin nazarında
mübalağa mı olur hepsi?
KÖR DEYİŞLER
MUSTAFA AYYÜREK
Sonsuz anın içerisinde
adım adım akan nehir gibi
avuçlarımdan fışkıran kör deyişler
Akrebi kovalayan yelkovana esir
eksik devrin yolculuğunda
kaybolmuş şahsiyet
el sürüyor kirlenmiş zihnin bel kemiğine
absürt kelimelerin kırık harfleriyle siliniyor
kağıt üzerine bırakılmış eski grafit izi
Sayfaların arasındaki
karanlık noktaları gizlemeye çalışıyor
iki dilin birbirine bulanmış zerreleri
belki de sözcük dirilmeleri
tiktakların eşiğinde tutuşan yalnızlık
yazdıklarıyla şaşkınlık veren
üstatların yeniden gelişiyle mümkün
Halbuki
her şey yine
bir daha / yeniden yineleyerek
ifade yetimlerinin incelmiş perdesinde
bir bir kırılıp dökülecek.
YAVAŞ YAVAŞ
SAİM KAYA
Hayatın zor çemberini
Yürüyorum yavaş yavaş
Güne mahkum kar gibiyim
Eriyorum yavaş yavaş
Kalakaldım tek başıma
Cismimi taktım peşime
Şahit olsun gidişime
Sürüyorum yavaş yavaş
Gözüme perde çekildi
Alt üst kapağım dikildi
Önüme tel tel döküldü
Görüyorum yavaş yavaş
Kim yazmış alın yazımı
Yazan bilir kalp sızımı
Çağlar ötesi mazimi
Arıyorum yavaş yavaş
Edilmemiş imanları
Durdurulan zamanları
Kimden imal dümenleri
Yoruyorum yavaş yavaş
Merhemim azmim ilacım
İlik ağrım bitmez sancım
Alacağım hazin öcüm
Soruyorum yavaş yavaş
Alt edilmez gidişleri
Yalana tahvil işleri
Asla kırılmaz dişleri
Kırıyorum yavaş yavaş.
EN AZ BENİM KADAR
MUHAMMET BARAN ASLAN (BARANÎ)
Artık ne derdimsin ne dermanımsın
Ne canımsın benim ne cananımsın,
Mıhsın bu yüreği delip de geçen
En az benim kadar kahrolsun gecen!
Aşılmaz dağlara vurdun ya beni
Geçilmez yollara koydun ya beni,
Gayrı bir dikensin şu bağrımda sen
En az benim kadar kararsın gecen!
Şimdi bir yalansın benim gözümde
Geldi geçti aşk da, meşk de, düğün de,
Beni benden çaldın dün û günümde
Sen ki ta şuramda taze yarayken
En az benim kadar zûl olsun gecen!