NERDE ESKİ RAMAZANLAR
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Nerde çocukluk cenneti,
Nerde eski Ramazanlar ?
İçimi yakar hasreti
Nerde eski Ramazanlar ?
Belki Mîlat'tan önceydi
En saf duygu, düşünceydi
İz bırakan söz, heceydi
Nerde eski Ramazanlar ?
Yaza gelince Ramazan
Susar, yanardık o zaman
Sabırlı olur Müslüman
Nerde eski Ramazanlar ?
Sanki uzun bir rüyâda
Çocukluk denilen çağda
Bir başkaydı oruç bağda
Nerde eski Ramazanlar ?
Top sesiyle hatırlanan
İnancımızla nurlanan
İbâdetle huzurlanan
Nerde eski Ramazanlar ?
Zengin değil, onurluyduk
İçtenlikli, sürûrluyduk
Îman ile gururluyduk
Nerde eski Ramazanlar ?
İnsanlar daha içtendi
Daha saygılı, efendi
Daha doğal, daha kendi
Nerde eski Ramazanlar ?
Câmilere gidilirdi
Nasîhatler edilirdi
Mü'minler eğitilirdi
Nerde eski Ramazanlar ?
Ölüm var, âhiret vardı
Samimî ibâdet vardı
Büyük, küçük, hürmet vardı
Nerde eski Ramazanlar ?
Komşuluk ve akrabâlık
Nerde bugünkü kabalık
Küçüğü yutmazdı balık
Nerde eski Ramazanlar ?
İftâriyelik ikramlar
Terâvih dolu akşamlar
Allah içindi selâmlar
Nerde eski Ramazanlar ?
Tekne orucu tutardık
Dînin idrâkine vardık
Benliği onunla kardık
Nerde eski Ramazanlar ?
Temizlikle iç içeydi
Estetikle iç içeydi
İyilikle iç içeydi
Nerde eski Ramazanlar ?
On bir ayın sultânıydı
Mâneviyat hakânıydı
Altın Çağ'dan bir anıydı
Nerde eski Ramazanlar ?
Bu hayat ebedî değil
Rabb'in huzûrunda eğil
Ana - baba kıymeti bil
Nerde eski Ramazanlar ?
Herkes der: Nerde o günler ?
Altından kıymetli dünler
Ruhta manevî düğünler
Nerde eski Ramazanlar ?
Oğuz, geçmişi hatırla
Yaz onu birkaç satırla
Anılsın adın hayırla
Nerde eski Ramazanlar ?..
DONUYOR YÜREĞİM
RABİA ASLAN
Yorulur bileklerim
Anlatmak istediklerim
Kırılır kanatlarım
İçim yanar, haykırırım
Kelimeler kifayetsiz kalır,
Acılar, kayboluşlar, donar yüreğim
Kalem tutan ellerim yorulur
Yazarak anlatırım savaşları
Ölümleri, parçalanmış bebekleri...
Ölmek için bekleyenleri gördükçe
İçim yanar, haykırırım
Sessizliğe karşıyım,
Yiğitliğe aşığım
Korkaklara karşıyım
İçim yanar, haykırırım
Sessiz kalmış korkaklara,
Vicdansızca yaşayanlara,
Merhametten habersiz olanlara
Gözlerim görmez
İçim yanar, haykırırım
İnsanlığı sorgularım
Acılara bakar bakar haykırırım
Yürekleri sorgularım
Bebeklere bakar bakar
İçim yanar haykırırım
Merhameti sorgularım
Cesetlere bakar bakar
İnsanlığı sorgularım!
TATLI BİR YAZI
MEHMET ALİ ABAKAY
Bilirsiniz, mahallenin halka tatlısı, kilo olarak 2.5 € veya 3 $ Bandında. Gözünüzün önünde hemencecik yapılan nimet, şireden çıkarılır çıkarılmaz, sıcak hali ile can çeker. Evden çıkıp büroya gidince sabit noktada iki nokta var, aradaki mesafe en az iki yüz elli metre. Biri sağda biri. Solda.
Aslına bakılırsa ikisi de kardeş mi emmioğlu mu? Ara mesafede üçüncü ismin olmayışı belirgin. Bir seyyar tezgâh değil. Bir dükkân. Bu iki noktanın ilerisinde minibüs...
O da aynı işi yapmakta. Daha çok Ramazan ayında akşama saatler kala, güz sonrası kış. Kullanılan yağ, genelde pamuk yağı. Şire, bildiğimiz şeker pancarından değil, çoğunlukla. Hazır, tenekede mısır şurubu... Hem ucuz hem kolay... Diyabete dû-çâr olmanın ezası, sıkıntısı çeken tarafından bilinir.
Hane halkından baklava isteyip istemediğimiz sual edilince, anlaşıldı ki baklava karşılığı bedel, paha istenir. Verilen ile bir kilogram alınacağı besbelli. Hoş, artık el açması yufka yok, çoğu fıstık görünümlü aroması eksik olmayan bezelye püresi, yine aromalı bitkisel yağ ile şire... O esnada tatlı ile aramız olmasa da mübareğin ünlü marka fiyatlarını merak etmez mi, insan?
Bizim bu hâl!.. Midye Baklava ilişti, gözümüze. Karelere bakınca, el emeğinin kutsiyetinin idrakine vardım. Sen gel, otuz-kırk ipince yufkayla yağı, iç harcıyla buluştur, şıra ile tatlandır. En iyi unlardan seç. Ustalar, bunu oklava ile açsın. Bunun fırın ısısı var.
Çalışanın sigortası, maaşı var. O ustanın, kalfanın, çırağın evde eline bakan hane halkı var. Depo-dükkân kirası, elektrik, vergi, un, yağ, şeker, yumurta, pekmez, fıstık, ceviz, oklava, alet ve edevat... Siz Midye Baklava almazsanız, bir telefon ile kurye primini alabilir mi? Siz Midye Baklava almazsanız, bu sektörü ayakta tutan işletmeler olur mu? Siz hiç pastanelere uğradınız mı? Her yer tertemiz, sunumlar harika. Bardak, çatal, bıçak, peçete. Hem fıstık hem fındık hem ceviz dolu küçük de olsa kaplarda serpme amaçlı.
O çıtır, harika ses. Belki de ustanın o anda alnından dökülen ter damlasından mayasını almış, altın sarısı... Şıp şıp!... Bunları düşünürken kapı açıldı... O anda nimetin kutusuna göz ilişmez mi? Hele reklâm amaçlı bez çanta. Her işinizde kullanabilirsiniz. Her ne kadar reklâm koksa da... Besbelli aldığınız nimetin bedeline dahil... Toprağın sürülüşü... Buğdayın toprağa düşüşü... Toprağın nemi... Yağan yağmur... Düşen kar... Yeşeren umutlar... Bekleyiş ve sabır... Elde edilen hasat... uğdayın satımı... Hane ihtiyaçlarının temini... Buğday danesinde gizlenen hikmet... Fırında ekmek... " Nan "biliriz yere düşende alıp öperek alnımıza değdirdiğimiz. Pasta, çörek, börek. Buğdayın una dönüştüğü, mermer tezgâhta baklava hikâyesi. Buğdaya yapılan işkence adeta.
Veysel, toprağa işkence ettikçe kendisine güldüğünü, çok verim verdiğini belirtir, şiirinde. Bir baklava dilimine kurban edilen umutlar. Baklava hırsızı çocuklar... Bu ortamda baklava yemek mübâh mı? Nimet, helâl ise haram olmaz, biliriz. Bir dilim baklava, kaç ekmek hükmünde? 3300 gram ve hediyesi tepsi ile Midye Baklava, iki bin TL'den 25 Eksik. Yani, 1975 TL. Kimi şehirlere kargo bedeli yok. Gözüm yaşardı. Her on beş günde bir almalı mı? Çocuklar, torunlar. Şunun şurasında daha 4.000 TL etmiyor, 6.600 Gram Midye Baklava... Hem iki baklava tepsisi hediye... Bu tepsilerde neler yapılmaz ki? Bonfileden et, deniz balığı, köy tavuğu... Etraf aydınlanmak üzere gibi. Okunan ezan. Masada duran iki dilim baklava. Her bir dilimi fırından alınan beş ekmek hükmünde.
Baklava dediğin, alt kısmı damağa değecek, sonra dişler geçirildiğinde çıtır çıtır sesler duymalı, insan. Yemesi böyle sunulur, nimetin. Mutfak masasında meleyen kuzumuzun kesim sonrası yüzülmüş kellesi. Nar gibi kızarmış. Yanında yeşillikler... Biraz yufka... Nedense oldukça farklı düşünceler içindeyim, şafak sökmeden. İki baklava dilimi, ondan fazla ekmeğin parasına eş. Başını okşadığımız bize meleyen kuzu ve kellesi. Toprağa düşen buğday danesi. Çiftçinin alın teri, mermer tezgâha düşen un, ustanın alnından damlayan ter, belediye zabıtasının tattığı iki dilim, elleri kelepçeli baklava hırsızı çocuklar, üstüne çikolatalı dondurma bırakılmış künefe... Cinnete davetiye çıkaran iç içe sorular, satır başları.
Kadayıf, üvey evlat mı?
Parmağını sallayarak tehdid edercesine metni beğenmeyen editör belki de usta... "Baklava ve kadayıf, sosyete-şehirli datlısı... Biz, fakir û fukara için halka datlı yapıyoruz. Biz niye yokuz, yazıda? " diyen mahalle tatlıcısı. Ezan okunuyor, bu arada. Çelişki üstüne çelişki... Suçlu, parmakla gösterilen ben. Anlaşılmamak çok kötü. İki dilim baklava, bir avuç buğdaydan un, yine topraktan gelen yağ, şeker, pekmez, tuz...
Dede, baklava buğdaydan yapılmıyor. O yufkadan yapılıyor...
Küçük çocuk, beş yaşında. Sabah kahvaltısı... İki baklava dilimi bana " mûcrîm" gibi bakıyor. Ben, aldığım kepekli ekmeğe biraz peyniri katık yapıyorum. Birden, " Peynir de topraktan geliyor!" diyorum, elimde olmadan. Çoluk, çocuk şaşırmış durumda. Önümde bir tablo... Üzerimde kolsuz gömlek. Kefene benzer. Kolları sırtımda düğümlenmiş. Hekim, sual eyler durur:
- Söyle bakalım, kasaba gittin. Eti kimden alıyorsun?
Vereceğim, cevabını da inanmayacaksın, doktor:
-Zigotun bölünmesi, anafaz, metafaz, profaz, stoplazma, hücrelerin artması. Yumurtlayan tavuğa kuluçka deminde 'Gurk' denir. İşte yumurtanın 21 Gün içinde canlılığı.
Kızgın yağda omlet mi? Hayır, doktor hayır!.. Size yedirilen piliç, kırk günlük civciv, aslında. Hem siz, utanmıyor musunuz, yumurta haşlayıp oyun oynamaya? Kim, yumurtayı yumurta ile kırarsa o kazanıyormuş!.. Doktor, ağaç ne demiş, baltaya bilmezsin sen!.. Her canlı gıdasını topraktan alır. Su bile topraktan buharlaşıp düşer, toprağa. Doktor, her canlının eti de derisi de kılı da sesi de kemiği de topraktandır. Ne olduysa o an oldu. Doktorun vurduğu iğne sonrası uyumuşum. Bakmayın, aklî melekelerim yerinde. Üşütüp ateşler içinde olma, birçok hayal görme, kendi kendine konuşma.
Hastanedeyim, şimdi. Gelen ziyaretçiler baklava, kadayıf getirir. Hiçbir kutuyu açmadım, açtırmadım. Tamam anladık, eli boş gelmek ayıp. Yahû biriniz kitap getirseniz, birkaç dergi, günlük gazete. Kime dersiniz? Kim ne anlar, ahvâlden? Aman sakın, soğuk havalara dikkât edin. Dışarı çıkarken, dikkât!.. Evdeyken dikkât!... Aldığınız maaşa ve gelirinize göre harcayın. Ayağınızı yorgana göre uzatın!.. Kalkıp, bizim gibi olmayın. Unutmayın ki sağlık, her şeyin başıdır. Böyle baklava, börek, çörek, yemek tariflerini boş verin, “Yarışma Programı " adı verilen şeyleri seyretmeyin. Son ifade, Midye Baklava Tavası'na ödeyeceğiniz parayla bu kışın bir âilenin zorunlu gıda ihtiyaçlarını üç hafta karşılayabilir, elektrik ve doğal gaz faturasını ödeyebilirsiniz. Hepsi şu Midye Baklava!... Bazen şerr görünen hayra dönüşür. Bizimki bu mesele...
KARMAŞIK
SÜREYYA ŞAHİN
Gökyüzü, unuttuğum bir rüyanın perdesi
Yıldızlar eksik, ayın sırtı dönük
Ve ben kendi karanlığımda gölgemi arıyorum
Bir zamanlar benim olan yankı
Şimdi başka bir boşluğa kanat olmuş
Karmaşanın diliyle konuşuyorum bu gece
Harfler içime doluyor içinden çıkamadığım
Ses olmaktan vazgeçen heceler gibi
Boğazımda biriken anlamlar sessizliğe düşüyor
Sanrılar gözlerimi zehirliyor
Olmayan bir dünyaya insanlar aranıyor
Ellerim dokunduğu her şeyde kayboluyor
Hiçbir dokunuş gerçek değil her dokunuş sahici
Adım geçmişin sınırlarına çizilmiş daire
Her adımda yakıcı, her nefeste keskin
Su, içimde çırpınan bir yabancı
Ne içilebilir ne dokunabilir
Ey çığlık, göğsümde saklanan kaçak
Beni benden çekip çıkar
Ey pişmanlık, omzumda taşıdığım kambur
Beni olduğum yere çivile
Ben ve sen arasında sıkışmış bir zamanım
Ne başlangıcı var ne de bir sonu
Kendi içine büzülmüş bir şiir yazıyorum
Her dizesinde kendimi yeniden kaybettiğim.
ÖLÜLER DİRİLİYOR!
MEHMET ASIF IŞIK
Evet, evet, ölüler diriliyor çünkü bahar geliyor. Kışı geride bırakmakta olduğumuz şu günlerde zaman bahara doğru akıyor. Cemreler birer birer düşmeye başladı. Birkaç gün önce ikincisi de düşmüştü. Sanki ölmüş gibi derin uykuya yatmış tabiat havaların ısınmaya durmasıyla, şu günler bahara uyanıyor.
Bu sene baharı vaktinden daha erken karşılıyoruz. Zaten kış mevsimi de pek soğuk geçmemişti. Belki de o sebeple sıcakları erkenden hissettik. Sadece biz değil, tabiat da öyle hissetmiş olacak… Bahar geliyor; Allah'ın rahmet ve kudretiyle, sıcağın yumuşaklığı, değdiği yerlerde uyumakta olan her ne ve her kim varsa hepsini uyandırmaya başladı.
Bahar geliyor; havanın sertliği çözülüyor, coşkun akan ırmaklar sükuna eriyor, bulanık sular duruluyor, toprak kabarıyor. Dallar ve budaklar tomurcuklanıyor, ağaçlar çiçekler açacak diye kuşlara heyecan geliyor. Güzel gören nazarlara arz-ı endam etmek için türlü renk ve güzellikteki bitkiler ve ardı sıra diğer canlılar sıra beklemekteler. Bahar geliyor; güneş ılık dokunuşlarıyla, taş gibi kaskatı kesilmiş yeryüzündeki kupkuru ağaçlara, toprağa, toprak altında karanlıklar içindeki dane, tohum ve yumurtalara yeniden hayat üfleniyor.
Bahar geliyor; dikkatli gözleri, incelikleri gören bakışları ve hassas kalpleri derin ve anlamlı düşünmeye çağıran mucizevi olaylar sessiz, sedasız, gürültüsüz fakat çok büyük hadiseler gözlerimizin önünde yaşanıyor. Baharın arifesinde olduğumuz şu günler her tarafta, ölülerin yeniden diriltilmesine şahitlik ediyoruz. Binlerce, milyonlarca, milyarlarca, trilyonlarca kez hem de; her ağaç kökünde, her bitkide ve her karış toprakta...
Bahar geliyor; daha dün denecek günlerde ölümü andıran haldeki ve hiçbir canlılık belirtisi göstermeyen şu ağaçlara tekrar hayat verildi. Sıcaklık tabiatı kucaklayıp rahmet yüklü bulutlar da semadaki yağmur damlacıklarını yere salınca içinde hayat taşıyan her şeye can geldi, tabiat içindekilerle neşelenip hareketlendi...
İşte biz de vakt-i merhunu geldiğinde, hem kendimizin hem dünyamızın mukadder olan ölümünün ardından, sur'un üflenmesiyle, bahara kolaylıkla göz açan yeryüzü ve içindekiler gibi yandırılıp diriltileceğiz. Ezeli Güneş’e yüzü dönük olanın yüzü ötede hem aydınlık hem ağarmış olacak. Sonu olmayacak, bitmeyecek, saadetli ve ebedi baharlar yaşayacak.
Ya İlahi, Ya Hayy’ul Kayyum! Madem bahar geliyor; hazanımızı bahara çevir. Ölmüş ağaçları dirilttiğin, enva-i çeşit bitkilerle toprağı renk renk, desen desen çiçeklerle yeşerttiğin gibi, bu bahar mevsiminde insanlığın ölmüş, hayatı çekilmiş, hissiz ve hareketsiz bir cenaze misali, kaskatı kesilmiş kalp, ruh ve gönüllerini de dirilt ve yeniden hayat ver. Bize kirlerinden arınmış, yepyeni, tertemiz ve taze bir hayat üfle ve bizi HAKİKATE UYANDIR.
Madem bahar geliyor, şu gün geçtikçe dibe doğru batmakta olan insanlığa, hisleriyle, şefkatiyle, merhametiyle, erdemiyle onu bütün varlıkların üstüne çıkaran ne kadar yüksek hasleti var ise, işte o sıfatlarla hakiki insan olmayı nasip et. Üstün olarak yarattığın insanları aşağılardan çıkar ve İNSANLIK meyvesini ihsān eyle Allah'ım!...
Ya Rabbi, Madem bahar geliyor, biz henüz ruhen ve manen tamamen ölmeden bizi bahara çıkar ve dirilt bizi; duygularımızı, latifelerimizi ve bizi insan eden bütün özelliklerimizi. Ve tükenme kertesine gelmiş ümitlerimizi…
İBRAHİM-İ GÖNLÜM
KENAN ADSAZ
Dağlanır
Nemrut ellerinde
İbrahim-i gönlüm;
İçimde yarını gelmez
Bir asudenin acı arifesinde,
Sızım zehrimdir
Ve yayılır benliğime...
Atılır yârden
Bahtsız divane ömrüm;
Dilimde feryadı geçmez
Bir ağıtın nağmesi ile
Kalmalı mı
Yoksa varmalı mı
Nasibime demenin
Çaresiz çilesi...
Gönlümün ataşından,
Gözüm görmez
Düştüğüm gül bahçesini;
Parçalanmış yüreğimdir
Ve gezinir şimdi her zerrem,
Sırtında hatırası ile
Ruhumun deryasında...
GARİP
YÜKSEL AKDEMİR.. (İZÂHİ)
Üşüdüm yatarım soğuk bir yerde
Bu garip halimi bilen mi oldu
Kim ne bilsin nasıl düşmüşüm derde
Gelip te acımı bölen mi oldu
El anlamaz yüreğimde yasımı
Duymadılar feryadımı sesimi
Sevgiyle doldurdum gönül tasımı
Şu ömür testime dolan mı oldu.
Gurbette gezerim ben diyar diyar
Kime sordun ise mesut bahtiyar
Saçlarım ağardı oldum ihtiyar
Kurduğum hayaller talan mı oldu.
Yıllar acımadı dertler getirdi
Hüzün bağdaş kurdu benle oturdu
Ömür yaprağımı felek götürdü
Giden yarım asır yalan mı oldu
Boşa heder oldu gençlik çağlarım
Viraneye döndü umut bağlarım
Maziye bakıp da her gün ağlarım
Bir kez göz yaşımı silen mi oldu.
İçimde sakladım onca yarayı
Bazen Yüksel ile açtım arayı
Kimse anlamadı bu fukarayı
Gelip de kalbinde kalan mı oldu..
Tuğa Benzedim
Mevlüt EŞGÜNOĞLU
Ömür ekinimi vurdum patoza
Harmanda yığılmış tığa benzedim
Gönlüm oldu bugün şiire koza
Muhabbet yetişen bağa benzedim
Cemre düştü mevsim döndü bahara
Açılmakta kabuk bağlayan yara
Gönlüm benzer bugün yel vurmuş kara
Dağdan kopup gelen çığa benzedim
Tarih defterinde anılar silik
Gönül gömleğinden kopmuş bir ilik
Ruhumda kayboldu birden derinlik
Balıklar oynayan sığa benzedim
Gül fidanı diker sanki bahçeye
Aşkını yazmakta bir divançeye
Göz nurunu döker kaneviçeye
Yârin elindeki tığa benzedim
Bayram yakın yakmış eline kına
Edalı edalı bakmakta bana
Bir sultan oturmuş gönül tahtına
Otağın önünde tuğa benzedim
Keşke o sultana olsam bir geda
Düşünmem canımı ederim feda
Yârin tabağında özel bir gıda
Aşk balına konan yağa benzedim
Bana mekân oldu bu gurbet eli
Sılayı anınca olurum deli
Esiyor başımda sevdanın yeli
Zirvesi dumanlı dağa benzedim
Su gelmez kirlenmiş sanatın gölü
Kuruyor rahmetsiz sözcüğün gülü
Kalmadı Mecnunlar kalmadı çölü
Aşkın çiğnendiği çağa benzedim.
Mustafa Işık’ın "BENZEDİM" şiirine nazire olarak yazılmıştır.
YA RAB!
İSMAİL GÜL
Faniden bakiye uzanan yolda
Çaresiz kalıp diz çöktürme Ya Rab!
Boşuna harcayıp fani ömürü
Sonunda gözyaşı döktürme Ya Rab!
Günah boydan aşkın İbadet cüz-i
Rehber et Resulün gittiği izi
Nefisle şeytana ram edip bizi
Kara taşa tohum ektirme Ya Rab!
Hep senden istedik sana el açtık
Sen ne lütfettiysen biz onu biçtik
Mert ile namertten, yarenden geçtik
Evlâdın eline baktırma Ya Rab!
İmanı Kuranı yoldaş et bana
Sevginden gayrıyı yük etme cana
İlticamız sana, secdemiz sana
Kullarına boyun büktürme Ya Rab!
Affet mücrimlerin safına katma
Doğru yola ilet yanlışa itme
Dermansız dert ile imtihan etme
Al verdiğin canı, çektirme Ya Rab!
ANLAT
VEYSEL ÇAKIR
Hadi anlat otur şöyle yanıma
Hiç bıkmadan usanmadan dinlerim
Her bir sözün rahmet olur canıma
Gecelerin gizlerinde sineyim
Hadi anlat otur şöyle yanıma
Söyle kimsin seni biraz bileyim
Yakut gibi duruyorsun karşımda
Bir parçamı canımdan da göreyim
Hadi anlat otur şöyle yanıma
Ta tependen tırnağına süzeyim
Yavaş yavaş nüfuz eyle kanıma
Yokluğunda yaşamayıp öleyim
Hadi anlat otur şöyle yanıma
Alev alev tutuşayım söneyim
Gidiyorken dönüver bak ardına
Haykırarak sevincimden güleyim
Hadi anlat otur şöyle yanıma
Gelgit olup yükseleyim ineyim
Ne olursun bir cevap ver soruma
O gönülden neler geçer bileyim.