GEÇMİŞ GELECEĞİN VERİ DEPOSU MU?
MUSTAFA AYYÜREK
Aşağıya iliştireceğim metin boyunca kendi öznel fikirlerimi paylaşmaya çalışacağım. Mümkün olduğunca ispatlı bilimsel deneyler ve yapılmış çalışmaları ele almadan yazıyı tamamlamaya gayret edeceğim. Çünkü diğer olasılık için ciddi bir çalışma ve emek gerekecek. Yüzeysel olarak ele almak benim için daha kolay olacağından bu yolu tercih ediyorum. Şimdi dünyadaki tüm insanların kör olduğunu düşünün. Bir yerden başka bir yere gideceğimiz zaman tekrar geri dönebilmek için yön tayinini nasıl belirleyecektik? Bu soru, size basit bir merak gibi görünebilir. Fakat bu soru, insan duyularının ve hafızasının sınırlarını keşfetmekle ilgili bir şey de değil midir?
Merak, varmış olduğumuz noktada teknolojik ilerlemenin adıdır. Bizi nasıl geliştirebileceği üzerine farklı düşünceler üretmenin en bilindik yöntemidir. Sorunun asıl gayesini görme engellilerin yaşamlarını kolaylaştırmanın bir yolu olarak da düşünebilirsiniz. Ama problemin olası çözümleri üzerine düşünürken, konu yapay zeka ve nöro bilimin alanına kaydı. Biliyoruz ki bu alan neredeyse hayatın her noktasını kolaylaştıran bir merkez haline gelmiş vaziyette. Sanırım yaşamı kolaylaştıran asıl nokta burasıdır. … Üç arkadaş oturup çay içerken konuştuğumuz en ciddi problem bu olmuştu. Arkadaşlarımdan biri, yapay zekaya entegre edilen bir sitemle görme engellilerin daha rahat alışveriş yapabildiklerini söyledi. Bu, teknolojinin hayatı kolaylaştırma örneklerinden biriydi. Kahve muhabbetini aratmayan sohbetimiz bu noktaya evrilmişti. Derinlik ve yetkinlik sahibi olmadan sohbete devam ettik. Konu konuyu açınca, yapay zekanın sınırları ve insan beyni ile nasıl bağlantı kurulacağı üzerine daha derin bir tartışmaya doğru uzandık. Çoğu noktada tıkanmamıza rağmen zihnimizin sınırlarını aşmaya çalıştık. Çeşitli sözcüklerle hayata dair aklımızda yer edinen can alıcı şeyleri konuşmaya devam ettik. Sonra hafızaya kazınmış eski görüntüler (sesler, kokular) bir ekrana aktarılır mı, aktarılmaz mı, sorusu gündemimize geldi. Birimiz, beyne entegre edilecek bir sistemle geçmiş anıların görüntülenmesinin mümkün olabileceğini savunurken, bir diğerimiz bunun asla mümkün olmayacağını belirtti. Karşı çıkan arkadaşımın argümanı basit olmasına rağmen felsefik olarak karışıktı. Felsefik kısmını yüzeysel bir şekilde aşağıda ele almayı umuyorum. Arkadaşım, veri için tıpkı bilgisayara takılan hafıza kartı gibi bir araca ihtiyaç vardır. Eğer beyin için bunu sağlayacak bir şey yoksa o zaman aktarılacak bir veri de olamaz, dedi. Ancak, beynin geniş bir hafıza kartı olduğu ve her şeyi kesintisiz kaydettiği aşikar. Eğer anılarımız sinir sistemimize depolanıyor ve kaydediliyorsa şunu söyleyebiliriz:
Teorik olarak zihindekilerin dışarıya çıkarmak geliştirilecek bir yöntemle mümkündür. İnsan sabretmelidir, hedefe fırlatılmış bir oktan farklı davranıp beklemeyi bilmelidir. Söz konusu şeyin gerçekleşmesi için epey zamanımız var. Henüz emekleme aşamasında olsak da teorik ilerleyişimiz devam ediyor. Meseleye dönecek olursak, karşıt görüşü savunan arkadaşım, milyarlarca anı içinden tek bir anının nasıl seçileceğini sordu. Gerçekten de öyle, milyarlarca anı içerisinden tek bir anıya nasıl ulaşacaktık? Soru beni afallattı; çünkü bir insanın tüm hayatı boyunca yaşadığı anılardan belirli bir tanesini ortaya çıkarmak, sıradan bir veri işleme sürecinden çok daha karmaşık bir meseleydi. Ancak daha sonra aklıma psikiyatri bilimi geldi. Hipnoz, bilinçaltı yönlendirmesi, rüya analizleri ve ilaçlarla hafızayı canlandırma gibi yöntemlerin var olduğu zaten biliyoruz. Bu yüzden belirli bir anının hatırlanmasını sağlamak bilimsel açıdan hiç de imkansız görünmüyordu. 40 yaşına basmış bir bireyi düşünelim. Bu bireyin 15 yaşındaki hatta şunu da ekleyelim o yaştaki ocak ayının ilk pazartesi günü yaşadığı bir anıyı hatırlayabilmesi en büyük handikaptı.
Ve bu anımsamak, psikoloji bilimini kullanarak yönlendirilme ya da manipülasyon gibi telkinlerle mümkün olabilir. İnsanın belli uyarıcılarla belli ölçülerde hedefe doğru yönlendirildiğini görmüşüzdür. Eğer insan zihni, belirli uyarıcılar yardımıyla belli anıları hatırlayabiliyorsa, istenen zamana ait hatırlama süreci bu yöntemle ortaya çıkarılabilir. Ve böylece mevzunun bir ekrana aktarılmasının da olasılık dışı olmadığı anlaşılmış olur (Teknolojik gelişmenin uygun koşulunda). Nörobilim ve yapay zeka alanlarında yapılan çalışmalarla kör fareler üzerinde beyne görüntü aktarımı için deneyler yapıldı. Ve bu deneylerde görüntünün beyne aktarımı basit düzeyde de olsa gerçekleşti. Böylece ilerleyen zaman içerisinde anıların beyinle ilişkilendirilebileceği gerçeğinin kapıları açılmış oldu. Çünkü eğer doğuştan görme yetisi olmayan canlıya görüntü aktarabiliyorsak o zaman zihindeki bir görüntüyü (eski bile olsa) dışarı çıkarabiliriz. Dediğim şey şu: Beynin belirli bölgeleri uyarıldığında eski hatıraların gelecekte bilgisayar ya da benzeri bir sisteme entegre edilip bir film gibi hem oynatılması hem de görselleştirilmesi mümkündür. Ve söz konusu bu şey diğer duyu organları için de geçerlidir. Ama zihinde yer edinmiş bir anının sesli olarak canlandırılması nasıl söz konusu olabilir, işte benim anlayamadığım nokta burası. En azından işin bu kısmı için zihnim dokuk kalıyor. Bu sorun çözüldükten sonra bu durumun da hem olumlu hem de olumsuz etkileri gündeme gelecektir. Ahlaki açıdan tartışmaya açık bu şey kendisiyle beraber yeni sorunlar getirecektir.
Örneğin, gerçekler dile gelecek ve bu yöntemle işlenen suçun failini tereddütsüz ortaya çıkacaktır. Ayrıca bunun sayesinde deliller de karartılamayacaktır. Fakat eğer bir insanın zihnindeki görüntüyü dışarı çıkarıp eski bir anıyı canlandırabileceksek bu şu demek olmayacak mı: Var olamayan bir anının zihne aktarıp yerleştirmenin önü açılacak... Manipüle edilecek, kötülük için insanlara gerçek olmayan biçimler verilecek, işlenen bir suç tıpkı eskiden olduğu gibi başkasının üstüne atılacak veya bireyin kişisel hafızası gerçek dışı anılarla işgal edilecek. Yani bu ve benzeri işlerden dolayı konu yine etik bir mesele haline gelecektir. Teknolojinin insan beyniyle birleştirilmesi demek bizi insan yapan birçok şeyin arka planda kalması demek olacaktır. Özellikle sözüm ona “Transhümanizm” şeklinde ortaya çıkan “Aşırı İnsan ya da Üstün İnsan” bekleyişinin sırrı belki de burada yatıyordur. Tabii işin asıl önemli kısmı “İlahi Kudrettin” buna ne kadar, nereye kadar izin vereceği hakikatidir. Yazı, bize unutkanlığı, video ve fotoğraflar ise sınırların belirsizliğini gösterdi. O zaman hafıza kayıt teknolojisi, insan sınırlarını yeniden belirleyecektir. Okuduğunuz bu yazı boyunca gündem olan şey bir gün gerçekleşirse; hiç şüphesiz bu, bireyi aşıp toplumsal bir konu haline gelecektir. Tüm hafızanın yeniden şekillenmesi anlamına gelen bu durum, insanlık tarihinde bambaşka bir perdenin açılması anlamını taşıyor. Ve geçmiş de artık sadece bir anı değil, yeniden üretilen bir nesne haline gelecektir. Bilim Kurgu filmlerinde bunların çok acayip ve ilginç hikayeleri yıllardır hem edebiyat hem de sinema evreninde yer ediniyor. Asıl olarak bu konu bilimsel ilerlemeden çok öte bir anlam taşıyor. Ahlaki, hukuki ve felsefi yönü ciddi tartışmalar içerecektir. İnsanın fıtratı göz önünde bulundurulduğunda sonuçlarının iyi olacağını söylemek ise pek mümkün değildir. En gizli şeylerin yani mahremiyetin alanının işgal edildiğini hayal edin...
Tarihin seyrine, akışına müdahale edemeyeceğimiz bir gerçek. Peki, tüm bunlara gerçekten hazır mıyız?
TEMMUZ BERGÜZÂRI
ARİFE ÖZDEN
Çiy taneleri süslemiş gül yapraklarını
derin sessizlik yeryüzünde
kağıda sığmayan şiirler topluyorum geceden
bir yüz görümlüğü hakkım olsun gündüzüne
Bilinmezlik mevsimi mahbeslerinde
yaşama tutunmaya çalışmak
ruhum bu yaralanmışlıkta nefessiz
bir külfet omuzlarımda, yaşamak
Sus perdesi ardında buruk bakış
saç diplerimdeki müzmin ağrıda
çevirip yüzünü dün aynasından
gücenip zamanın lafügüzaflarına
kelamsızlığın nârıyla gün biterken
hasretin ayak sesleri yüreğimin başucunda
Sarılmak, kaç acıyı alır göğüs kafesinden
kavuşmak dilenirken
vaktin sağır merhametinden
Haydi, gönder ulaklarını
aklı bir karış havaya asan hissiyatın esirine
ümitli haberler fısıldasınlar
şu örselenmiş ruhu
temmuzun bergüzârı ile soluklandırsınlar.
SENDE TANIDIK BİR ŞEY VAR
AHMET ERDEM
Bizim oraların çisesi var üzerinde
Kokun biz kokuyor,
Endamın bizden biri
Sesini kırağı yakmış, yanakların
Amasya elması, yürüyüşün Kelkit,
Su gibi, dağ gibi, sır gibi…
Sende bir tılsım var, ellerin kar beyazı
Parmakların ince ve uzun
Avuçlarında eski bir dua saklı,
Dokunduğun yerde bahar uyanıyor
Bir anne duası gibi bereketli,
Bir çocuk gülüşü gibi içten,
Bir kırlangıç kanadı gibi kırılgan…
Sen de şiir şiir akıyorsun
Süzülüşün Yeşilırmak
Avazın hoyrat, birdenbire bozlak
Yüreğinden geçen her nota,
Taş duvarları çatlatan bir yankı
Sesin, eski bir dervişin nidası,
Sırrını kaybetse de mihraba sinmiş,
Yine de fısıltısında tevekkülle karışık aşk
Saçlarını savurmanda ceviz gölgesi serinliği
Dudakların ikiye yarılmış incir
Konuştuğunda dallar eğiliyor sana
Rüzgâr, teninin kokusunu alıp dağlara taşıyor
Fısıltın efsanelerin satır aralarına düşüyor
Sende bir büyü var, sanki manastırın
En gözde rahibesi, gözlerin açık kahve
Kirpiklerin sık ve uzun, kaşlarını gören
Gece, uykusuzlukları toplayıp gözlerine
Gözkapaklarının altında bilge bir hüzün…
Sende bir gamze var, cümle kuşların su
İçtiği, yüzüne düşen her
Işık onu bir vaha sanıp konaklıyor
Bir aşık, en güzel türküsünü fısıldıyor,
Bir çocuk, en derin rüyasını orada görüyor
Sende beni yakan bir ateş var,
Yanmanın da zevk verdiği
Bil ki, bu yangın kül değil,
Karanlığın içindeki en aydınlık yer
Ellerin toprağa dokunduğunda,
Ağaçlar yeşeriyor, ve her yaprak adını
Sende bir şey var birden bire aşk
Sarıp sarmalıyorsun beni
Aşk neymiş öğretiyorsun.
HASRET YARASI
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Sevda zindanına düştüm düşeli
Ağlatır gönlümü hasret yarası
Derbederdir yüreğim sanma neşeli
Dağlatır gönlümü hasret yarası
Cenneti yaşadım badem gözünde
Şifalar sunardın her bir sözünde
Derde derman aramıştım özünde
Çağladır gönlümü hasret yarası
Sensizlik ömrümden uzun gelirken
Hayalin düşümde böyle gülerken
Diz çökmem cihana seni bilirken
Bağlatır gönlümü hasret yarası
Karun servetinden fazladır sevgim
Özlemi haykırır dilimde ezgim
Vuslatı hisseder içimde sezgim
Eğletir beni gönlümü hasret yarası.
ÂŞIK
LEYLA YİĞİT KAYA
Bırakıp gitsen de diyemem neden
Sensizde severim bilemem neden
Bu sevda yalnızda yaşanır sanma
Gözlerin gelir aklıma gel de anma
Gittiğin şehirler mis kokar olur
Yel kokunu göndersin birazda sen yorul
Bir buse kondur da gönder n’olur
Dudağından yanağıma bir yaşam dolu
Göğsümde sarı yazman da solmuş
Ağlamışım özlemişim sanki ne olmuş
Senden nicesi varmış, ben saç yolmuş
Diyemedim, bir tane daha yokmuş
Bülbül güle ötmüş de ölmüş
Mecnun leyla diyende düşmüş
Bunca yıl beklemiş de çökmüş
Ben bir tane, bir tanem yükmüş
Eder aşık kendine fasık
Ekseler sesini deseler nakış
Sulayınca çoğalan koca bir bakış
Bir bana bakmaz ne yapsın bu âşık.
GÜL NAZLI NAZLI
RAMAZAN ALKAN
Güneşten önce doğ, seherde dağ ufuklarında
Beni yaralayan gamzen gözüksün yanaklarında
Kara perdeyi çekip pencereni açtığında,
Yüzüme bakıp gül nazlı nazlı yârim
Kara saçlarını ay yüzünde çek de nur görsünler
Gülü kulağın arkasına tak da gül görsünler
Güllerin rengi soluk, yanaklarından al sürsünler
Güllere de bir an olsun gül nazlı nazlı yârim
Güneş, gül yüzünden ilham almış olmalı
Karalar bağlamış inci, dişlerini kıskanmış olmalı
Ben gibi, taşlara başın vurur su, delirmiş olmalı
Bu sevdalılara bir kez olsun gül nazlı nazlı yârim
Ferhat nice dağlar deldi bir gül-şirin görmedi
Mecnun çöller dolaşıp durdu Leyla'sına ermedi
Ben gibi çileli bülbülü sen gibi zalim gül-dürmedi
Çemende gül yüzünü aç da gül nazlı nazlı yârim.
SONBAHAR YAĞMURU
AHMET YAŞAR GÜNDÜZ
Bir sonbahar kadar yağmurlu içim
Yağmayı konuşalım…
Mevsimler değişsin bulutlar gelsin
Sen hep yağdığım ol
Bir gökyüzü kadar nemli dualarım
Vuslatı konuşalım
Bulutlar gitsin ve açsın güneş
Sen hep geldiğim ol
Bir bulut kadar serin gülüşüm
Gitmeyi konuşalım
Yansın günler gelsin gece
Sen hep sardığım ol…
Bir rüzgar kadar geçici ömrüm
Esmeyi konuşalım
Koşsun dünya ağlasın zaman
Sen hep güldüğüm ol
Bir yıldız kadar aşılmaz sesim
Susmayı konuşalım
Dağılsın harfler, şaşsın kelimeler
Sen hep andığım ol
Bir Ağustos kadar sıcak dualarım
Ateşi konuşalım
Kül olsun solsun renkler
Sen hep yandığım ol…
SEVDA
KENAN GEZİCİ
Bulutlar yağmurun yükü varken
Engeline takılıyor dağların
Üzerlerindeki yükleri bırakınca
İzin veriliyor geçmelerine alışkın
Bazen okyanus gibidir
Beklenenin kıyısında beklendiğim aşkın
Derinlerde batıp çıkan balığın
Havaya olan sevdasıdır aşkım
Yükünden kurtulan yağmur
Hayat verir toprağa doğaya
Şairin gönlü dolup taşarsa
Susuz kalır mı ki yağmurlu havada
Sevmek hem yük hem berekettir insana
Yürek yakarışlarında
Gözde oluşan nemde ve sevinçte
Sevda kirpiklerinin kapattığı
Çifte zümrüttedir acı kara
Yalnızlık, acı çekmek,
Hasret çekmek yüreğinde
Esaret isyanlara.
VEFASIZA EMEK VERME
ARİF KUŞ
Çalı olana gül deme
Diken olur canın yanar
Vefasıza değer verme
Kalbi kötü vefa bilmez
Kanarsın insandır dersin
Değer verir çok seversin
Hayatın feda edersin
Kalbi kötü vefa bilmez
Bülbülü çevirir Küle
Yel olur kondurur çöpe
Kargayı taç eyler başa
Kalbi kötü vefa bilmez
Güler yüzlü iyi huylu
Karga değil Bülbülü bul
Adaletle kendini bul
Kalbi güzel vefalı.
TÜKENDİM KALDIM
ORHAN DOĞAN
Esiyor yine hasretin rüzgarları
Sende mi kurudu kırık dallarım
Rengine kandığım şu ilk baharın
Yağmura tutuldum ıslandım kaldım
Umuda sarılıp çıktığım yolda
Kayboldu hedefim girmişim dara
Bitmeyen bekleyiş yolun sonunda
Hasrete sarıldım oturdum kaldım
Benimmiş sandığım ne varsa hepsi
Gitti gözümden köreldim yandım
Coşkun kalabalıklar içinde bendim
Çaresizce kendimle baş başa kaldım
Gelsen de olur artık gelmesen de
Güze girdi ömrüm senin sayende
Hazanda yaprak döküyor bahçem
Kuruyan dallara sarıldım kaldım
Onca yıllarımı boşuna harcadım
Kıyıp da gitti kıyamam dediğim
Yosun tutmuş duvarda açan çiçeğin
Yaprağını öptüm tükendim kaldım.
ELVEDA ENKAZ ALTINDA KALAN MUTLULUKLAR
MEHMET ÇİFTLİKLİ
Elveda diyebilmek zor iştir. Zor iştir, güzel anılarını uzaklara yolcu etmek. Kıyamadıklarını, zamanın hoyrat girdabına uğurlamak. Hüzünlerin ve mutlulukların tadını sararmış sayfalarda bırakmak. Zor iştir, Hayatın ta kendisiydi yaşadıklarımız. Yaşamanın en doruk noktasında anılarımız. Güldüğümüzde hep beraber güldük. Katıla katıla, doyasıya! Sanki bugünlerin acısını çıkarırcasına.
Sanki bir gün elveda diyeceğimizi bilmişçesine. Ağladığımızda yine beraber ağladık. Birimizin içini yakan, diğerimizin de içini acıtırdı öyle değil mi? Birimizden akan gözyaşını hepimiz akıtmalıydık, dostçasına ve kardeşçesin. Ağlamanın verdiği asaleti bilirmişçesine! Biz gerçekten güldük, mutlu olduk, coştuk, çıldırdık, sıkıldık, sinirlendik, bağırdık, ağladık. Dolu dolu yaşadık, yaşadık hayatı, hayat denen koskoca yüklemin başlı başına tek öznesi olurmuşçasına! Güzel şeyler bulduk, güzel şeyler öğrendik. Sevginin evrenselliğini, umut etmenin verdiği vitamini, gözyaşının ardından gelen bekleyişi, bekleyişin ardından gelen mutluluğu. Hırçın, öfkeli ve ürkütücü şimşeklerden sonra kasveti yaşadık, yeniden dünyaya gelişi, temizlenişi, doğallığı, masumiyeti, o görkemli yağmuru, uysal gökkuşağını. Gerçekleşmesi imkansız gibi görünen fakat gerçekleşen dilekler tutmayı. Susarken konuşmayı, konuşurken bağırmamayı. Var olmanın yok olmaktan sonraki evre olduğunu ya da yok olmanın var sayarlığını. Açığa vurulmamış kızgınlıkları Kaf Dağı ardında saklamayı. Lambadan çıkan cinden özgürlüğü, sevgiyi ve adaleti istemeyi. Sadece kendimiz için değil, başkaları için de dua etmeyi. Evet, evet hepsini! Güzel şeyler bulduk ve öğrendik ben de. Son öğreneceğim şeyse, elveda demekmiş enkazın altında kalan mutluluklara Yaşayarak öğrenmek en etkili yol belki de. Bunu demekten daha kötü olan hiç diyememektir bence. Kelimelerin bir yerlerde uyuması, seni duymaması. Demek istediklerini dile getirememek.
Diyeceğim şudur ki; enkazın altında kalan mutluluklara elveda!!! Her başlangıcın mutlaka bir sonucu vardır. Önemli olan kendi beklentilerimiz doğrultusunda veya istemimiz dışında da olsa bizi olumsuz yönde etkilemesi etkilemenin sonucun gerçekleşmesidir. Birlikte paylaştığımız mutlu neşeli zaman ,enkazın derinliklerinde kaldı, mutluluğun sonuna ,fetret döneminin başına geldik. Çaresizliklerin kol gezdiği umutsuzlukların ahkâm kestiği ,labirente dönen acıların girdabında çilelerin gölgemiz gibi bizi takip ettiği günlere revan olduk, kırık bir sandal ve kırık bir kürek kırık bir kalb ile dönülmez bir ufka yelken açtık. Giderken ne demek lazım? İçinden ne geliyorsa onu demek lazım. İçimde elveda mutluluklar elveda güzel geçen günler.
UNUTULMUŞ İZLER
KURTAY SERTKAL
Ben çoktan gelmiştim
Sadece onlar habersizdi^,
Kitaba yazmışlar ama bilirim
Ben bu topraklara önceden gelmiştim
Bir taşa adımı yazmışlar
Yaşatmışlar o taşta beni
Oysa ben öteler ötesinde dolaşırken
Ecelden evvel bitirmiştim şiirimi…